‘Kara Cumartesi’, ‘Kara Yanvar/Ocak’ veya ‘Bakü Katliamı’ olarak da bilinen 20 Yanvar (Ocak), hem Azerbaycan tarihinin en acı günlerinden hem de bağımsızlığa giden süreçteki en önemli dönemeçlerden biridir. Zira aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu 150’ye yakın sivilin katledildiği, 800’e yakın kişinin ise yaralandığı 20 Yanvar’dan 636 gün sonra Azerbaycan, 18 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan etmiştir. 20 Yanvar ayrıca rahmetli Bahtiyar Vahabzade’nin ifadesiyle ‘mahkûm milletlerin’ hapishanesi olan tüm Sovyet coğrafyasında yaşayan milletlerin tarihini etkilemiş, Moskova’ya karşı sürdürülen bağımsızlık ateşlerini körüklemiş ve sonuçta 70 yıllık komünist yönetimin yıkılma sürecini hızlandırmıştır.

20 Yanvar katliamı, 1980’lerin ortalarından itibaren Ermenilerin artan toprak taleplerinin ve Türklere karşı yaptıkları katliam ve saldırıların bir sonucuydu. Bu saldırılara Moskova’nın gerekli tepkiyi vermemesi ise Azerbaycanlı soydaşlarımızın tepkisini artırmıştır. Karabağ’daki çatışmaların arttığı ve Sovyetler Birliği’nin yıkılma emarelerini net olarak gösterdiği bir dönemde, 1985’te iktidara gelen Mihail Gorbaçov’un ‘yeni düşünce’ olarak nitelendirdiği ve bir anlamda SSCB’yi kurtarma reçetesi olarak gördüğü ‘glastnost’ (açıklık) ve ‘perestroyka’ (yeniden yapılanma), tam aksi sonuçlar vermiş ve SSCB’nin çöküş sürecini hızlandırmıştır.

Gorbaçov dönemi, Ermenilerin Karabağ’a yönelik talepleri açısından da uygun bir zemin oluşturmuştur. Zira Gorbaçov, Ermeni yanlısı bir duruşa sahipti ve Ermeni asıllı birçok kişiyi de yönetimde etkili yerlere getirmişti. Bu isimlerden biri olan Gorbaçov’un ekonomi başdanışmanı Abel Aganbekyan’ın 18 Kasım 1987’de Fransa ziyareti sırasında Karabağ’ın bir kısmının (Dağlık Karabağ) Ermenilere ait olduğu ve Ermenistan’a ilhak edilmesi gerektiği yönündeki açıklaması, Ermenilerin bağımsızlık yönündeki faaliyetlerini artırmıştır. Aganbakyan’ın “Bir ekonomist olarak bölgenin Azerbaycan’dan daha fazla Ermenistan’la ilişkili olduğunu düşünüyorum” şeklindeki beyanatı oldukça geniş yankı bulmuş ve bu açıklamadan sonra Ermenilerin bölgedeki saldırıları artmıştır. Öyle ki 1987-1988 yılları arasında Ermenistan’da yaşayan 300 bine yakın Türk, ata doğma topraklarından çıkarılmıştır. Ermenistan’da ve Karabağ’da Türklere karşı saldırıların artması, 1988 yılından itibaren Bakü ve farklı şehirlerde gösterilerin yapılmasına ve Azerbaycan’da bağımsızlık taleplerinin daha yüksek sesle dile getirilmesine neden olmuştur. Aslında Ermeniler, Karabağ’a yönelik toprak taleplerini Kruşçev ve Stalin dönemlerinde de gündeme getirmiş, ancak her iki isim de buna olumsuz cevap vermiştir. Gorbaçov ise Ermenilerin Karabağ’daki istekleri için oldukça uygun bir isimdi. Nitekim Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Sovyeti, 1988 yılında Türk üyelerin katılımı olmaksızın Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne katılma kararı almış, ancak SSCB Yüce Sovyeti bu karara karşı çıkmış ve 12 Ocak 1989’da Dağlık Karabağ’da yönetimi devralmıştır. 1990’lara gelindiğinde, Ermenilerin Dağlık Karabağ’daki talepleri ciddi bir çatışmaya dönüşmüş, Moskova’nın Ermeni yanlısı tutumu Türklerin bağımsızlık ateşini körüklemiş ve rejime olan tepkiyi artırmıştır.

Azerbaycan, 1990 yılının Ocak ayına Karabağ ve çevresinde Ermenilerin yaptıkları saldırılarla girmiştir. Bakü’de 13 Ocak’ta bir Ermeni’nin saldırısıyla Türklerin hayatını kaybetmesi, zaten uzun zamandır Ermeni terörüne ve buna önlem almayan Sovyet yönetimine olan öfkeyi daha da artırmıştır. 17 Ocak’ta ise Bakü’de büyük bir gösteri yapılmış, Ermeni saldırılarının önlenmesi ve Bakü sınırına yığılan Sovyet askerlerinin, Azerbaycan-Ermenistan sınırına yönlendirilmesi talep edilmiştir.

Bakü’de yapılan katliamın Moskova tarafından bilinçli olarak planlandığı, daha 13 Ocak’ta böylesi bir müdahaleye karar verildiği, o dönemde Moskova’da yapılan resmi yazışmalarda da ortaya çıkmıştır. Nitekim katliamın yaşandığı 19 Ocak’ta gece saat 00.00’da Bakü’de olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Ancak Azerbaycan’a radyo ve televizyon yayını sağlayan enerji panelinde sadece birkaç saat önce yaşanan şaibeli bir patlama ile Bakü’nün tüm dünya ile iletişimi kesilmiş ve halkın olağanüstü hâl ilanından haberi olmamıştır.

19 Ocak’ı, 20 Ocak’a bağlayan gece olağanüstü hâlin ilan edildiğinden haberi olmayan soydaşlarımız günlerdir olduğu gibi Karabağ’daki saldırılara karşı gösteri yapmak için yine Bakü sokaklarındaydı. Aynı saatlerde aralarında Ermeni askerlerin de yer aldığı 26 bin kişilik Sovyet ordusu 5 koldan Bakü’ye girmiş, tanklar insanları eze eze ilerlemiştir. Sovyet askerleri, ambulansları, otobüsleri, balkonunda oturan insanları hedef almış ve dünya güne büyük bir insanlık faciasının gölgesinde uyanmıştır. Katliam sadece Bakü’de değil, Lankeran, Neftçala gibi şehirlerde de yaşanmıştır. 20 Yanvar katliamında 150’ye yakın kişi hayatını kaybetmiş, 744 kişi ise yaralanmıştır. Bu yaralıların bir kısmı ise olayları takip eden günlerde hayatını kaybetmiştir.

Ertesi gün, 1 milyondan fazla kişi Sovyet döneminde Lenin Meydanı olarak isimlendirilen Azatlık Meydanı’nda şehitleri defnetmek için toplanmıştır. Şehitler, 1918’de Bakü Muharebesi’nde Ermenilerin saldırılarıyla şehit olan Azerbaycan Türklerinin ve Kafkas İslam Ordusu askerlerinin mezarlarının bulunduğu, Sovyet döneminde park hâline getirilen ve eğlence merkezleri inşa edilen Dağaüstü Park’a defnedilmiştir. Şehitliğe, Kanlı Yanvar’dan sonra ‘Şehitler Hiyabanı’ adı verilmiştir.

Her açıdan insani değerleri ayaklar altına alan, “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kapsamında değerlendirilebilecek 20 Yanvar katliamında, Sovyet askeri aslında kendi vatandaşları olan Türkleri katletmiştir. Dahası, Azerbaycan’ın eski Ankara Büyükelçisi Faig Bağırov’un da ifade ettiği gibi daha OHAL kararnamesi yürürlüğe girmeden saldırılar gerçekleşmiş, dolayısıyla SSCB hukuk sistemi bütünüyle yok sayılmıştır.

Aslında Sovyet yönetimi, 70 yıllık iktidarında birçok katliam yapmıştır. O tarihlerde SSCB’nin başını çektiği Doğu Bloku’nun bir parçası olan Varşova Paktı üyeleri 1956’da Macaristan’a, 1968’de ise Çekoslovakya’ya kanlı müdahalelerde bulunmuştur. 1986’da ise SSCB’nin bir parçası olan Kazakistan’a Sovyet paramiliter gücü OMON’un da desteğiyle kanlı bir müdahale gerçekleştirilmiştir. Kazakistan’ın milli uyanışının sembollerinden biri olarak görülen Jeltoksan (Aralık) Olayları’nda onlarca kişi hayatını kaybetmiştir.

Bakü katliamı ve Batı’nın ikiyüzlü politikası

1956’da Budapeşte, 1968’de ise Prag’da yapılan müdahaleye son derece sert tepki gösteren Batılı ülkeler, söz konusu Türkler olunca her zaman olduğu gibi yine üç maymunu oynamıştır. Hatta Bakü katliamını yapan Moskova’ya açıkça destek veren Batı, bırakın tepki vermeyi, katliamın baş sorumlusu Gorbaçov’a da 1990’da Nobel Barış Ödülü vermiştir. 25 Ocak 1990’da Avrupa Komisyonu Başkanı Jak Delors’un; “Gorbaçov’un perestroykası ve glastnostunun kan dökülmeden ve insan kaybı olmadan varlığını sürdüremeyeceği ve Azerbaycan’daki İslami hoşgörüsüzlüğün herkesi ilgilendiren bir sorun olduğu” yönündeki açıklama da bu bakış açısının ürünüdür. Benzer şekilde Washington ise ABD yönetimi, Moskova’nın Azerbaycan’a yönelik kanlı 20 Ocak müdahalesini “kendi vatandaşlarının hakkını koruma” olarak değerlendirmiş, “düzeni sağlamanın her hükümetin hakkı olduğu” yönünde talihsiz bir açıklama yapmıştır. Sözde “demokratik” Batı’nın bu “antidemokratik” müdahaleye desteğinin başka bir nedeni daha vardı. Soğuk savaş boyunca SSCB’yi bir tehdit olarak algılayan, bu tehdidi bertaraf etmek için de her türlü aktör ve aracı kullanan Batı, 1990’lara gelindiğinde SSCB’nin “kontrolsüz” yıkılışını kendi güvenliği için daha fazla tehlikeli görmeye başlamıştır. Komünist yönetimin aniden yıkılması ile ortaya çıkabilecek etnik ve dini sorunların kendisini etkilemesinden endişe eden Batılı ülkeler, bu süreçte geçmişteki ezeli düşmana karşı daha ılımlı bir politika izlemeye başlamıştır. Dolayısıyla bu dönemde Moskova, Batı tarafından bir “istikrar” unsuru olarak görülmüş ve yumuşak bir geçiş süreci öngörülmüştür.[1]

Bakü katliamını yapan Moskova’nın hedefi neydi?

Moskova’nın Kanlı Ocak müdahalesinden birtakım beklentileri vardı. Öncelikli hedef, Mart 1990’da yapılacak yerel seçimlerde giderek güç kazanan AHC’nin seçimleri kazanmasını engellemek ve bağımsızlık hareketinin Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerine sıçramasını engellemekti. Moskova, Karabağ’da olduğu gibi yıkılmayı engellemek için 70 yıl dondurduğu bazı etnik ve dini çatışmaları bilinçli olarak tırmandırarak kendisine bağlı cumhuriyetlerin merkezden uzaklaşmasını engellemeye çalışmıştır. Kanlı Yanvar’dan beş yıl sonra, “Bakü’de OHAL ilan edilmesi ve bölgeye kuvvet gönderilmesi kararının siyasi hayatının en büyük hatası olduğunu” itiraf eden Gorbaçov’un bu hamleyle; Azerbaycan üzerinden bağımsızlık hareketlerinin başladığı diğer Sovyet cumhuriyetlerine mesaj vermeye, Azerbaycan’daki azatlık gösterilerini kanlı bir şekilde bastırarak Sovyet coğrafyasının diğer bölgelerinde de benzer girişimlerin olmasını engellemeye ve dolayısıyla 70 yıllık komünist rejimin yıkılmasını önlemeye çalıştığı düşünülmektedir. Bununla birlikte giderek güç kaybeden merkezi otoriteye güç takviyesi yapmak da beklentiler arasındaydı. Ama 20 Ocak’tan sonra yaşananlar, komünist yönetimin beklediğinden tam tersi sonuçlar vermiş, yapılan kanlı müdahale sadece Azerbaycan’ın değil, diğer Sovyet cumhuriyetlerinin bağımsızlık sürecini de hızlandıran bir etkiye neden olmuştur.

20 Yanvar, Azerbaycan için hem bir milli yas günü hem de kahramanlık destanının yazıldığı gündür. Dolayısıyla 20 Yanvar, bağımsızlık sürecinin en önemli sembollerinden biridir.

Kanlı Yanvar’da hayatını kaybeden tüm şehitlerimizi; 14 yaşındaki İbrahim’i, 17 yaşındaki Vera’yı, 13 yaşındaki Larissa’yı, 77 yaşındaki Babeyeva’yı, eşinin şehit olduğunu öğrendikten sonra canına kıyan hamile Ferize Allahverdiyeva’yı ve ebediyete intikal etmiş gazilerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz. Yazımızı katliamın sembolü olan “Karanfil”e atıfla şair Mehmet Aslan tarafından Kanlı Yanvar’ın anısına yazılan şiirle bitiriyoruz:

“Karanfil, şehid ganı:

Ağla, karanfil, ağla!

Ağla, inlet meydanı:

Ağla, karanfil, ağla!

Cavanlara gıydılar,

Tanklar altda goydular

Ganım içib doydular,

Ağla, karanfil, ağla!

Her şehide bir düzüm,

Abşeron gan denizim,

Sen menim ağlar-gözüm,

Ağla, karanfil, ağla!”