Bundan 103 yıl önce bugün, tüm İslam âleminde hatta tüm şarkta ilk demokratik cumhuriyet olarak Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmaktaydı. Ümit, heyecan ve coşku ile gerçekleşen bu ilan, bir yönüyle de buruktu zira devlet kendi ülkesinde varlığını haykıramamıştı. İlan, önce Tiflis’ten duyurulmuş, hükümet bir süre Gence’de görev yapmıştı. Petrol zengini Bakü ise henüz İngiliz-Daşnak-Rus kontrolündeydi.

Yine de Azerbaycan coğrafyasında 19. yüzyıl başında başlayan Rus işgal ve hâkimiyetinin üzerinden geçen yüzyılın ardından doğan bu güneşle heyecan duymamak mümkün değildi. Kafkasya’nın kuzeyinden Aras havzasına ve kuzeydoğu Anadolu’ya kadar olan ellerde 19. yüzyıl boyunca yaşanan kırgınlar, göçler, katliamlar saymakla bitmez. Ancak Türk milleti, bütün sıkıntılara rağmen bir şekilde ümidini koruyarak kendisine yol açan öncüler çıkarmayı tarih boyunca başarmıştır. 1919 Mayısında Anadolu Türklerine yol açan Mustafa Kemal gibi, 1918 Mayısında Mehmed Emin Resulzade ve onun; Ali Merdan Topçubaşı, Memmed Hasan Hacınski, Feteli Han Hoylu, Hasan Bey Ağayef, Yusuf Vezir Çemenzeminli gibi arkadaşları “Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez!” diyerek açmışlardı yolu. Bu slogana ilişkin ilginç ve tarihi bir notu kaydetmek gerekir. Bu notun kamuoyuna mal olması, 2019’da kaybettiğimiz Azerbaycanlı büyük ilim adamı Şirmemmed Hüseyinov sayesinde olmuştur. Hüseyinov, Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün çalışma odasında bulunan ve Resulzade’nin yazdığı “Azerbaycan Cumhuriyeti: Keyfiyyeti, Teşekkülü ve Şimdiki Vaziyeti” başlıklı kitabı incelediğini ve bu kitaba Atatürk’ün bizzat düştüğü el yazısı notu görünce çok etkilendiğini bir video röportajda beyan etmiştir. Not şu şekildedir: “Ben dünyaya senden üç sene erken göz açtım. Ama tüm Türk dünyasında ilk kez Türk’ün cumhuriyet ve bağımsızlık bayrağını sen yükselttin. Bayrak inmesin diye onu senin ellerinden alıp Türkiye üzerinde ben salladım. İnmez! Demişsin, bu bayrak aşağı inmeyecektir.”

KAFKAS İSLAM ORDUSU

O yılları biraz hatırlayalım: Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı devleti için toplamda büyük bir yıkımla sonuçlanırken, geride birkaç tarihî önemde askeri başarı da bıraktı. Çanakkale, Kut-ül Amare ve Kafkas İslam Ordusu gibi… Kafkas İslam Ordusu bölgeye gelene kadar, tarihi Azerbaycan toprakları olan Revan ve çevresinden tutun da Hazar sahiline kadar onlarca yerde Daşnak Ermeni silahlı grupları eşine az rastlanır katliamlar gerçekleştirmekteydiler. Bu faciaların en bilineni 31 Mart 1918’de Bakü ve çevresinde yaşananlardır. Esasen bu ordunun varlığı ve desteği Türkiye sınırından başlayarak tüm Güney Kafkasya hatta Dağıstan bölgesine kadar umut olmuştu. Bakü’nün 15 Eylül 1918’de Nuri Paşa komutasında kurtuluşu Azerbaycan Cumhuriyeti’nin varlığını ve gücünü tahkim etmişti. Bununla birlikte 30 Ekim 1918’de Mondros’un imzalanması ve Osmanlı ordularının silah bırakması şüphesiz Kafkasya’da bulunan Bakü hilaskârı Kafkas İslam Ordusu için de geçerliydi.

Öte yandan Çarlık Rusya’nın içine girdiği bunalım ve iç savaşta Bolşeviklerin hâkimiyetinin kesinleşmesi, yeni rejimin bir öncelik olarak İngiltere ve diğer emperyalistlere karşı açık ve güçlü bir karşı tavır ortaya koymaları ancak daha önemlisi, toparlanıp Kafkasya’yı kontrol altına almaya başlamaları iki yıl kadar sürdü. Ermeni, Gürcü ve Azerbaycan hükümetleri birer birer Bolşevik idaresine düştüler. Türkiye bir varlık yokluk savaşının içindeydi, Anadolu’nun önemli bir kısmı fiilen işgal altındaydı. Böylece 1919’da Paris Barış Konferansı’na heyet gönderen ve ABD, İngiltere, Fransa, Polonya, İtalya dâhil dünyanın o günkü çoğu memleketince tanınmış olan Azerbaycan Cumhuriyeti de ortadan kalkıyordu. Nisan 1920’den 1991’e kadar Azerbaycan ancak bir Sovyet Cumhuriyeti olarak var olabildi.

Türkiye’de Türk milliyetçiliği hareketinin muhtelif mecralardaki faaliyetlerinde gündeme getirdiği “Esir Türkler” olgusu maalesef Türk siyasetinde hatta toplumunda hak ettiği ilgiyi görmüyordu.

O yıllarda da, kederler tükenmedi. Elbette en önemlisi bağımsızlık ve hürriyetin elden gitmesi olsa da; Azerbaycan Sovyet idaresinde tarihi topraklarının önemli bir kısmından da mahrum kalacak, milli aydınlarını kaybedecek, Çarlık devrinde başlatılan Karabağ’ın Ermenileştirilmesi, Ermenistan’ın Türksüzleştirilmesi, Zengezur’a hançer vurulup Türkiye-Nahçıvan-Azerbaycan hattının koparılması gibi sonuçlar kesinleştirilecekti.

İki kutuplu dönemde, Türkiye ve Azerbaycan arasında oldukça sınırlı bir ilişki olabildi. Sovyetler Birliği’nin birtakım sanatsal ve kültürel faaliyetleri dâhilinde gerçekleşebilen sınırlı sayıda ziyaret, Türk Sovyet ilişkilerinin imkân tanıdığı ölçüde kurulabilen çok zayıf irtibat dışında fazla bir şeyden bahsedilemez. Türkiye’de Türk milliyetçiliği hareketinin muhtelif mecralardaki faaliyetlerinde gündeme getirdiği “Esir Türkler” olgusu maalesef Türk siyasetinde hatta toplumunda hak etmesi gereken ilgiyi görmüyordu. Azerbaycan o dünyanın coğrafi ve kültürel anlamda en yakında olanıydı ama o da aynı yaklaşımla ya görmezden geliniyor ya çaresizlik hissi ile uzaktan bakılıyordu. 1949’da Ankara’da Mehmed Emin Resulzade tarafından kurulan Azerbaycan Kültür Derneği millî mirası taşıyan bir merkez olarak sadece Azerbaycan davası için değil, Kırım ve Kuzey Kafkasya’dan Irak’a kadar tüm Türk dünyasına yönelik faaliyetler sürdürdü.

AZERBAYCAN ÖNCÜ OLDU

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin çatırdaması Baltık ülkelerinden Kafkasya’ya kadar her yerde millî hareketleri etkilemiştir. Azerbaycan’ın bu anlamda öncü ülkelerden olduğunun altı çizilmelidir. Öncü olmak bedel ödemektir. Azerbaycan, 20 Ocak 1990’da, esasen can çekişen Sovyet Kızıl Ordusunun can havliyle pençe vurduğu bir yurttur. Bu darbeye rağmen millî hareket boyun eğmemiş, milyonlar Azadlık Meydanı’nı terk etmemiştir. Ancak 1987’den itibaren hazırlanan Karabağ savaşı 1992’de geniş çaplı bir cephe savaşına dönüşmüş ve 1994’te Bişkek’te ateşkes imza edildiği an itibarıyla Azerbaycan için yeni bir kara dönem başlatılmıştır. On binlerce insanın şehit olduğu bu savaşın ardından Azerbaycan, topraklarının yaklaşık %20’sinde 28 yıl sürecek bir işgalle yüz yüze kalmıştır.

Bu acı, 2020 yılının Eylül ayına kadar sürdü. 2020 yılında Azerbaycan ordusu kapsamlı ve başarılı bir harekât ile topraklarını düşman işgalinden kurtarmayı başardı. Maalesef yıllarca Türkiye’de bile Azerbaycan Türkü’nün vatan ve millet sevgisine değil, Azerbaycan’ın Karabağ’daki kaybının kesinleştiğine inananlar oldu. Ümitsizlik âdeta psikolojik bir bariyere dönüşmüştü. Hatta bu bariyer sadece Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine değil, umumiyetle Türk dünyasının geleceğine bakışı da etkilemişti. Yirmi yılı aşkın bir süredir, Azerbaycan’da ve Türkiye’de zaman zaman bu kaybın geri dönülemez olduğu, toplumun önceliklerinin değiştiği gibi türlü karamsarlık numuneleri çok bilmiş nutuklarına dönüştürüldü. Bu süre zarfında sorunun çözüm mercii olarak takdim ve kabul edilen AGİT Minsk Grubu yapısı ve motivasyonu gereği çözümsüzlük getirmekten başkaca bir işe yaramadı.

AZERBAYCAN GALİP GELDİ

Ancak Azerbaycan, geçtiğimiz yıllar arzında milli ordusunu güçlendirmeye, Türkiye ile stratejik ortaklık ilişkilerini geliştirmeye, diplomasisinin kapasitesini artırmaya gayret etti. Hocalı başta olmak üzere Ermenistan’ın kabarık sicilini tüm dünyada ifşa ederken, kendi toplumunun vatan birliğinin berpası yolundaki ümitlerini de diri tuttu. Azerbaycan bir dış politika tercihi olarak komşusu Gürcistan ve bölgenin bir diğer devleti olan Ukrayna’nın yaptığı gibi NATO üyeliği perspektifiyle hareket etmedi. Öte yandan Rusya’nın kontrolündeki Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne de üye olmadı. Ermenistan dışındaki komşularıyla iyi ilişkiler sürdürmeye, cepheyi genişletmemeye dikkat etti. Bütün bunlar doğru tercihlerdir. Nihayet 2016’daki Leletepe zaferi, ardından 2020 Temmuzundaki Tovuz çatışması, gelen savaşın habercileriydi.

44 gün süren bu savaşta Azerbaycan ordusu moral, teknolojik, taktik ve lojistik gibi tüm harp unsurları bakımından başarılı olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, bağımsızlığından itibaren Azerbaycan’a samimi destek vermiş olsa da, bu savaş sırasında ortaya konulan siyasi irade geçmiş yıllara kıyasla çok daha açık ve keskin olmuştur. Ayrıca SİHA’lar başta olmak üzere muhtelif Türk savaş araçlarının temini Azerbaycan ordusu için çok büyük avantaj sağlamıştır. Bunun yanında savaşın seyrine ilişkin çeşitli konularda kritik askerî danışmalar sürdürüldüğü de bilinmektedir. Ancak Fransa ve ABD’deki çevrelerin basında yaratmaya ve köpürtmeye çalıştığı Suriye’den gelen cihatçılar gibi iddiaların esasının olmadığı da ayan beyan görüldü. 9-10 Kasım 2020’de Rusya ara buluculuğunda imza edilen ateşkes, Ermenistan’ın yenilgiyi kabul ilanıdır. Bu ateşkesle, Rusya bölgede bir Barış Gücü bulundurma hak ve imkânı elde etmiştir. 30 yıldır arzuladığı ancak giremediği Azerbaycan toprağına yeniden ayak basabilmiştir. Bu tercih edilen bir netice değildi.

Ancak buradan hareketle konunun tamamen Rusya iradesine bağlanması kadar eksik bir analiz de olamaz. Unutulmamalıdır ki, Rusya harpten kısa süre önce defalarca Azerbaycan’ı, Moskova ara buluculuğunda savaşsız çözüme ikna etmeye çalışmış ancak önerileri milli çıkarlar hilafına olduğundan Bakü tarafından kabul görmemişti. Savaşın son sahnesinde bir Şuşa destanı yazan Azerbaycan ordusu 450 kişilik özel kuvvetler unsuruyla 2000’in üzerinde işgalci Ermeni silahlısını etkisiz hâle getirmeyi başardı. Sanatın ve sanatkârların ocağı mukaddes Şuşa’yı büyük fedakârlık ve kahramanlıkla kurtardı.

Ateşkesin ardından Azerbaycan ve Türkiye, tüm dünyaya bölgede barış ve istikrarı istediklerini, sınırlara saygıyı istediklerini getirdikleri tekliflerle ortaya koymuştur. Hem İlham Aliyev’in hem Recep Tayyip Erdoğan’ın defaatle önerdiği ve esasen ateşkes metninde yer alan bölgedeki ulaşım ve iletişim hatlarının açılması çağrısı bunun en açık örneğidir. Bugün, aylar geçmiş olmasına rağmen hem yasal sınırlara çekilmek hem de Zengezur koridorunu açmak noktasında ayak sürüyen bir Ermenistan vardır. Ancak siyaseten de sosyopsikolojik olarak da büyük bir yıkım içinde olan Ermenistan’ın seçenekleri sınırlıdır. BTC, TANAP ve BTK projeleriyle bypass edilen, yıllardır göç veren, enerji ve üretim mahrumu bu küçük ama saldırgan ülke artık çevresindeki gerçeklerle yüzleşmeye başlamıştır. Ermenistan kamuoyu gerçeğe uygun bir atmosfere kavuştukça, Azerbaycan devleti Hankendi, Hocalı, Ağdere ve Hocavend’e de bayrağını diktiğinde -iktisadi ve siyasi- bütün avantajını ortaya koyacaktır. Türkiye-Rusya iş birliği için bu mesele de bir ölçü olacağından, Moskova’nın, buradaki verimi ve sonuç alıcılığı kaybederse bunun Orta Doğu dâhil başka sahalarda yansımaları olduğunu bilmektedir.

Bütün bunlara rağmen her şeyin yerli yerinde ve sorunsuz olduğunu söylemek mümkün değil. Geçmişten günümüze çok önemli mesafe alınmış olsa da, Azerbaycan’da kamu gücünü hoyratça kullanan idareciler, yolsuzluk, adam kayırmacılık, iltimas dertlerinin deva bulmaması için ellerinden geleni yapmaktalar. Bu hastalıklı tutum, en son İlham Aliyev’in işgalden kurtarılan yerlerin yeniden inşası sürecine ilişkin basın toplantısındaki kızgınlığından da anlaşılıyordu. Muhtemelen bu konularda kararlı iyileşme adımları atılacaktır. 1992’den beri yurdundan uzakta olan Karabağlı Azerbaycanlıların sayısı bugün milyon haddindedir. Bu insanların akıllı ve modern kent yaklaşımıyla yeniden inşa edilen yerlere dönüşü son derece önemli olacak. Nüfuz temerküzü ile yükü artan ve bazı ekolojik sorunlarla yüz yüze olan, ayrıca stratejik açıdan da başkentlik için kıyı kenti olma dezavantajı bulunan Bakü yerine Karabağ’a yakın bir şehrin yeni başkent olması dahi düşünülebilecek bir seçenektir. Uzak Doğu’dan Avrupa’ya uzanan Kuşak ve Yol Projesi’nin orta hattının hacminde bir yıl içinde gözlenen artış, rotayı yine Azerbaycan’a çevirmiştir. Bakü’nün Aşkabat’la ilişkileri geliştirme gayreti, gaz yataklarıyla ilgili sorunun çözülmüş olması, Türkiye’nin bu konulardaki teşvik ve aracılığı son derece önemli gelişmelerdir.

TÜRK DÜNYASI İÇİN...

Bugün gururla geleceğe yürümeyi hak eden başı dik bir Azerbaycan var. Türk dünyasının başla gövdesi arasındaki bu boyna da dik olmak yakışmaktadır. Eğitim, sağlık, adalet sisteminde atacakları kararlı adımlar, petrol dışı sektörlere yapılacak akılcı yatırımlar, sadece Azerbaycan’a değil Türkiye’nin de kazanım listelerini genişletecektir. Son olarak şu unutulmamalıdır ki, Özbeklerin Özbekistan’dan ibaret olmamaları gibi Azerbaycanlılar da Azerbaycan’dan ibaret değil. Sınırlarının ötesindeki milyonlarca kardeşleri onların gerçek potansiyelinin dayanakları olup tüm dünya tarafından bilinmektedir.

Ancak Azerbaycan, geçtiğimiz yıllar arzında milli ordusunu güçlendirmeye, Türkiye ile stratejik ortaklık ilişkilerini geliştirmeye, diplomasisinin kapasitesini artırmaya gayret etti.

Tüm güç unsurlarının ahenk içinde çalıştırılması, tehdit unsurlarına karşı teyakkuzda ancak demokrasi ve milli irade konusunda hassas bir yaklaşımla milli dış siyasetin izlenmesi Türk dünyasının her bir devleti için olmazsa olmazdır. Bugünün gençleri, kederlerden zaferlere ilerleyişin yolunu öğrenmiş, ülkesinde, bölgesinde ve nihayet dünyada huzurun istikametini yakalamış ise geleceğe kararlılıkla yürümesinde hiçbir mahsur kalmamıştır.