Seçimleri kaybettiğini bir türlü kabul etmek istemeyen, belki de paralel evrende kazandığını düşünen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ruh sağlığı uzmanları şöyle detaylı bir incelemeden geçirse ortaya ilginç veriler çıkabilir.

10’dan fazla seçimde başarısız olduğu halde kendisini başarılı bulmak, işin içerisine gurur, haysiyet gibi hassas kavramları katarak kişilik özelliklerine doğrudan saldıran bir güruhla aynı havayı solumaya devam etmek sürdürülebilir bir ruh durumunun işaretleri değildir.

Kılıçdaroğlu’nun ruhsal durumunun geniş bir yelpazede ele alınmasını gerektiren birçok örnek var. Gördüklerimi parça parça yazmaya çalışacağım.

Örneğin muhalif yorumcu Levent Gültekin Kemal Kılıçdaroğlu’yla ilgili şok bir iddiayı gündeme getirdi. “Kılıçdaroğlu bana 'Ülke bitti hiçbirimizin kurtarma şansı yok' dedi. 'Kemal Bey o zaman aday olma lütfen' dedim, bana 'Adaylığımı engelleme şansım yok' dedi"  ifadelerini kullandı.

Kemal Bey’in talimatıyla CHP’nin resmi hesabından Levent Gültekin’e "Yaşandığı iddia edilen diyalog hayal ürünüdür" şeklinde bir cevap verildi.

Sonra Ümit Özdağ…

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ "Kılıçdaroğlu kazansa üç bakanlık ve MİT Başkanlığını alacaktık. Yazılı mutabakat var. Ben İçişleri Bakanı olacaktım" açıklamasını yapınca bu sefer de Kemal Bey’in sözcüsü Faik Öztrak sahneye çıktı ve “İki protokolde de İçişleri Bakanlığı ve MİT ile ilgili bir madde yer almadı” açıklamasını yaptı.

Kamuoyuna mal olmuş bu isimler Kılıçdaroğlu hakkında böyle tertipli bir şekilde yalan üfüremeyeceğine göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun mitomani (patolojik yalancılık) hastalığı mı geçirdiği sorusu gündeme gelebilir.

Diğer yandan, seçimin en büyük kaybedeni olan bir siyasi figürün herkesin duyu organlarıyla algılayabildiği bir gerçekliği reddeden tavırları, alternatif bir gerçekliği zorunlu olarak inşa etti. O alternatif gerçeklik içerisinde Kemal Kılıçdaroğlu hariç herkes suçlu oldu: TRT izleyen köylüler, adaylığını ilan eden Muharrem İnce, CHP’nin başkanlık divanı üyeleri, açıklamalarıyla Kılıçdaroğlu’nu zora düşüren PKK vs.

Hatta Kemal Bey hem Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan hem de ittifakı meclis çoğunluğunu ele geçiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “travma” içerisinde olduğunu bile söyledi. Sigmund Freud tarafından ortaya çıkarılan ve “Kişilerin kendilerine yakıştıramadığı duygu ve düşünceleri bir başkasında varmış gibi göstermesi” şeklinde özetlenen “yansıtma” isimli savunma mekanizması Kılıçdaroğlu’nun bu durumunu açıklamaya yardımcı olabilir.

Kılıçdaroğlu azınlıkta (ama etkili makamlarda bulunan) yandaşları dışında muhalif görüşteki hemen herkes tarafından genel başkanlığı bırakması yönünde eleştirilirken “25 milyona dokundurtmam. 25 milyonun hakkını hukukunu kimseye yedirtmem” diyerek istifa çağrılarıyla sallanan siyasi imajının altına -tıpkı yalpalayan bir dolabı gazete parçasıyla desteklemek gibi- 25 milyon söylemini sıkıştırdı.

Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda kendisine kerhen yönelen 25 milyon muhalif oyu mülkiyetinde zannediyorsa mutlaka o da başka bir psikolojik rahatsızlıktan kaynaklanıyordur.  

Çünkü muhalefetin 2019’da HDP desteğiyle kıl payı kazanıp hiçbir dişe dokunur hizmet götürmediği Ankara’yı, İstanbul’u ve birçok büyükşehir belediyesini ilk yerel seçimlerde kaybedeceği her geçen gün daha da netlik kazanmaktadır.

Görülüyor ki şu süreçte CHP’nin başına kimin gelmesi gerektiği gibi tarafgir bir soru üzerinden yürümek yerine Kemal Bey’in ruh sağlığı üzerine odaklanmak her CHP’linin birinci vazifesi olmalıdır.

Onun bu ruh halleri, özellikle de gerçekliğe karşı verdiği çetin mücadele bana biraz usta oyuncu Leonardo DiCaprio’nun başrol oynadığı Shutter İsland (Zindan Adası) filmini anımsatıyor.

Filmin konusu, manik depresif olan karısı çocuklarını gölde boğduktan sonra, aslında zeki bir polis memuru olan Teddy’nin (DiCaprio) akıl sağlığını kaybetmesiyle yatırıldığı akıl hastanesinde başından geçenlerdir.

Teddy tıpkı Kemal Bey gibi kendi gerçekliğini kabul etmez. Çok sevdiği eşini zamanında tedavi ettirmediği için çocuklarının ölümünden kendisine pay çıkaran Teddy bu düşünceyle yaşamayı kaldıramayınca hayali bir dünyanın içine dalar. O hayali dünyada Teddy akıl hastanesine yatırılmış bir hasta değil, hastane görevlilerinin hastalar üzerinde uyguladığı korkunç deneyleri açığa çıkarmakla görevli bir dedektiftir.

Teddy’i kurtarılabilir olarak görüp lobotomi uygulamak istemeyen doktorları, gerçekliği kavrayışına destekte bulunmak için Teddy’nin kurgusal dünyasına dahil olup kendilerine düşen rolleri oynarlar.  

Mesela CHP Sözcüsü Faik Öztrak “Yerel seçimlere kadar bize oy veren 25 milyonu, 30-35 milyona çıkaracağız" derken Kılıçdaroğlu’na böyle bir destek mi sağlıyor, yoksa genel başkanıyla aynı ruhsal yolculuğa çıktığını mı gösteriyor? CHP’de bu durumda bulunan başka etkili-yetkililer de var mıdır? Bu gibi sorular hem siyaset hem tıp açısından incelenmesi gereken sorulardır.

Filmin son sahnesinde Teddy kendi gerçekliğini kabul etmişti. Hayali olarak oluşturduğu isimleri, onlara biçtiği rolü doktorlarının huzurunda anlatmıştı. Ama bir yandan da çocuklarının ölümüne sebep olma düşüncesiyle yaşamayacağını fark etmişti. Teddy gerçekliğe döndüğünü doktorların huzurunda kabul ettiği halde, yeniden hasta rolüne bürünerek ölüm riski taşıyan lobotomiyi tek seçeneği yaptı.

Kemal Bey de kaptan olarak gemiyi limana yanaştırmaktan bahsederken gerçekliği en sonunda kabul mü etmişti? Sonradan “6 değil 16’lı masa” kuracağını söylemesi neydi peki? Tıpkı Teddy gibi kendisini bir şeylere mecbur bırakmaya mı çalışmıştı acaba? Bunları şimdilik bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ruh sağlığı hiç ama hiç iyi değil…