Eskişehir’de gün ağarmaya başladığı saatlerde rapor okuyor, notlar alıyor, bir taraftan da güncel tarım verilerini inceliyorum. Çalışma masamda çay içip dertleştiğim onlarca tarım satırının ağırlığı ile gözlerim neredeyse iflasın eşiğinde. Geceden beri bir yazdıklarıma, bir de çayıma baktım. Ülkemiz tarımı için ne kadar da çok birikmiş meğerse sustuklarım! Bir demlik çay yine beni uyutmamak için elinden geleni yapmıştı. Artık uyumam gerek, çünkü sabah işe, mesleğimi yapmaya gitmem lazım. Kendime eziyet etmeyi huy hâline getiren ben, bir demlik çay içip yine masa lambasını yazarak söndürmeyi başardım. Hep söylenir işte ön tekerlek nereye giderse, arkasındaki tekerlek de onu takip ediyor ya, ben de bir türlü uykuyla uyum içinde gidemiyorum, hatta uykuyla süremiyorum hayat bisikletini.

Tekerleklerin nereye fırladığını bilmeden, hayatın jantlarını çoktan koparmış bir dönemi yaşıyor küçük ve orta ölçekli çiftçiler. Tüm çabalarına rağmen süt, et ve damızlık sığır yetiştiricilerinin istedikleri bir türlü olmuyor! Başarı ve para kazanma gerek orta ve küçük ölçekli çiftçilerden gerekse süt, et ve damızlık sığır yetiştiricilerinden nedense hep teğet geçi(rili)yor.

Oysaki “Türk çiftçisinin hayalinde besledikleri ve soldurmamaya çalıştıkları her zaman iyi niyetleri var!” Ama artık gittikçe zorlaşıyor ayakta kalabilmek. Her şeye rağmen ben de-biz de varım diyebilmek! Küçük ve orta ölçekli çiftçiler, süt, et ve damızlık sığır yetiştiricilerinin ayakta kalabilmek için verdikleri mücadele buradan nereye yol olur, onu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var o da hiçbir şeyin istedikleri gibi gitmediği… Çaresizliklerini mi, kırgınlıklarını mı, yorgunluklarını mı, yoksa tarım camiası içinde yalnız kalışlarını mı bir kenara bırakalım? Bu durumlar uzunca bir süre böyle çetrefilli bir şekilde sürüp gitmez. Bu insanlar bir arayış içine girmiş, iyice sıkılmaya başlamış, âdeta canları burunlarında “yeter köprüsünden atlayıp her şeyden bir çırpıda kurtulsunlar mı?”

ODADAN SALONA, SALONDAN ODAYA BİR TARIM!

Rahmetli Yıldırım Akbulut’un günlerinde “Akbulut fıkraları” diye bir “Fıkra furyası” başlatılmıştı. Dünyada ne kadar fıkra varsa, Akbulut’a göre uyarlanmış. Rahmetli Turgut Özal’la aralarında geçen bir fıkrayı konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olması düşüncesiyle sizinle paylaşmak istiyorum.

Yıldırım Akbulut başbakan olduktan sonra, Turgut Özal makamına ziyarete gelir. Akbulut’un İngilizce bilmediğini bilen Turgut Özal “Yıldırım şu İngilizceyi öğren artık. Bir dahaki ziyaretime kontrol edeceğim” der ve gider.

Aradan bir süre geçer ve Turgut Özal yine bir ziyaretinde Yıldırım Akbulut’a “Ne yaptın Yıldırım, İngilizce öğrenebildin mi?” diye sorar.

Akbulut “gayet iyi” diye cevap verir. Turgut Özal “o zaman yaverini çağır bakalım içeriye” der. Yıldırım Akbulut dışarıya seslenir: “Mehmet kam hiyır”... Yaver içeriye gelir. Özal içinden “harbiden çözmüş galiba” diye geçirir. Bir soru daha sorar: “Tamam şimdi yaveri geri gönder” Yıldırım Akbulut odadan dışarıya çıkar ve bu kez oradan seslenir: “Mehmet kam hiyır”

Seçilmiş, bilindik kelimelerle odadan salona, salondan odaya seslenilerek ülke tarımına yön verilemez!

Biz derin buhranlar yaşamış ve hâlen de kriz yaşayan bir milletiz. Bu buhranlardan nasıl mı çıktık? Milli bir ruhla… Toprağımıza, insanımıza, çiftçimize güvenerek çıktık! Türk milletine güvenerek çıktık!

Son söz: Tarım politikalarıyla güven vermeliyiz; çiftçiye, üreticiye, tüketiciye… Türk çiftçisinin bir gücü var! Bu gücü bir hatırlatın, bir güven verin onlara! Bizim buğdayımız da var! Patatesimiz de var! Soğanımız da var! Suyumuz da var! Bizim toprağımızın gücü var!

Türk milletine güvenin! Türk çiftçisine güvenin! Unutmayın, marifet iltifata tabidir! Çiftçimize bir yaşam alanı gösterin yeter!...