Kırgızistan, bağımsızlığının ilk yıllarında Batı dünyası tarafından “demokrasi adası” olarak anılan bir ülkeydi. İlk Cumhurbaşkanı Akayev 2005 yılına kadar ülkenin en etkin ismi olarak görev yapmıştı. İşsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk gibi gerekçelerle 2005’te yaşanan halk ayaklanması, Akayev’in sonunu getirdi. Akayev, ülkesini terk edip Rusya’ya gitmek zorunda kaldı. Yerine gelen Cumhurbaşkanı Bakıyev de Akayev’le aynı akıbeti paylaştı ve 2010 yılında benzer gerekçelerle yaşanan benzer bir sürecin ardından Bakıyev iktidarı da sona erdi.

Beş yıl arayla iki protesto süreciyle yaşanan iktidar değişikliğinin yarattığı siyasi ortamda, Başkanlık Sistemi’nden vazgeçip Parlamenter Sistem’e geçilmesinin daha demokratik bir yönetim ortaya çıkarabileceği düşünüldü. 2010 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile Başkanlık Sistemi kaldırılıp “parlamenter” bir sisteme geçiş yapıldı. Özellikle Batı ülkelerinde “Parlamenter Sistem’le daha demokratik bir ülke hâlini alan Kırgızistan” imajı öne çıkarılmak istendi.

Aradan 10 yıl geçti ve aslında ülkede Parlamenter Sistem’in öngörüldüğü gibi ülkeyi daha istikrarlı ve daha demokratik bir duruma taşımadığı anlaşıldı. Demokrasinin anayasada yazan kurallarla değil toplumun bu kültürü benimsemesi ile mümkün olacağını göremeyenler, 2010’daki “demokratik” anayasanın ülkede kayda değer bir gelişmeye yol açmadığını 2020 Ekim’de yapılan parlamento seçimleriyle görmüş oldu.

Ekim 2020 seçimlerinde sadece dört parti yüzde 7 seçim barajını aşıp mecliste temsil edilme hakkı kazanabildi. 120 sandalyenin 107’sini kazanan bu dört partinin ilk üçü, doğrudan 2017’den beri görevde olan Cumhurbaşkanı Ceenbekov’un siyasi kontrolü altında olan partilerdi. Dördüncüsü ise doğrudan Cumhurbaşkanı’nın güdümünde olmamakla birlikte, iktidara açıkça muhalefet edecek bir iradeye sahip değildi. Mecliste temsil hakkı kazanamayan partilerin aldığı oy ise toplam oyların yaklaşık üçte biri kadardı. Hâl böyle olunca, parlamentodan uzaklaştırıldığını düşünen muhalefet, bir kez daha Kırgızistan sokaklarında boy gösterdi.

2005 ve 2010’da yaşananlara benzer görüntüler tekrarlandı. Seçimlere hile karıştırıldığı iddiaları kitlesel protestoları tetikledi. Muhalif siyasetçilerin tutulduğu cezaevlerine baskın düzenleyen protestocular, ülkenin 2011-2017 arasında Cumhurbaşkanlığını yürüten Atambayev ve son seçimden beşinci çıkan Caparov’un hapisten çıkartılmasını sağladı.

Bunun üzerine ülkede siyasi çatışmalar ve iktidar kavgası alevlendi. Muhalefetin desteğini alan Sadır Caparov, hapisten çıktıktan günler sonra Başbakan ve sadece birkaç gün sonra istifa eden Ceenbekov’a vekaleten Cumhurbaşkanlığı görevlerini üstlendi. Halkın isyanı ve sokaktaki şiddet içerikli hareketlilik, iktidarın değişmesiyle sonuçlandı. Caparov, 10 Ocak’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise yüzde 80 gibi ezici bir oranla Cumhurbaşkanı seçildi. Aynı gün yapılan halk oylamasında ise Kırgız seçmenler, hükümet sisteminin tekrar Başkanlık olması yönünde irade beyan etti. Sadece Cumhurbaşkanı değil yönetim şekli de değişmiş oldu.

Bunları Kırgızistan’da yaşananları özetlemek için değil, demokrasi seviyesi ile hükümet sistemi arasında kesin bir sebep-sonuç ilişkisinin kurulamayacağını anlatmak için yazıyorum. Türkiye’de birilerinin sandığı gibi “Parlamenter Sistem iyidir, Başkanlık kötüdür” gibi bir kuralın olmadığını, demokrasinin ve siyasi istikrarı belirleyen sayısız değişken olduğunu vurgulamak istiyorum.

Kırgız tecrübesinden hareketle, demokrasinin bir kültür olduğunu, bunu benimsemedikçe Parlamenter ya da Başkanlık Sistemi’ne sahip olmanın, anayasanın öyle ya da böyle olmasının, çıkarılan kanunların ya da kararnamelerin demokrasi seviyesini tek başına belirlemeye yetmeyeceğini anlatmak istedim. Türkiye’de hükümet sistemi değiştirilmek üzereyken, “Kırgızistan bile Başkanlık sistemini bıraktı, biz neden Başkanlığa geçelim ki” diyerek yeni hükümet sistemini değersizleştirmeye çalışanlara, Kırgızistan’ın Parlamenter Sistem denemesinin hüsranla sonuçlandığını ve ülkenin tekrar Başkanlık Sistemi’ne döndüğünü hatırlatmak istedim. Anlayana sivrisinek saz…