Bütün dünyada milyonlarca insanın okuduğu, kitaplarını başucuna koyduğu, adeta bir beşeri edebiyat kartpostalı haline getirdiği Dostoyevski, aslında tipik bir Rus’tur.

Bizde şöhretli(!) edebiyatçı olmak için bütün milli hasletlerden soyunmuş olmak gerekirken Dostoyevski, eserlerinde ve makalelerinde edebiyatın kuşatıcı dilini kullanarak Rus milliyetçiliği yapar.

Peki onu dünya gözünde bu kadar çekici kılan nedir?

Galiba şudur: Neyi anlatıyor, neyi savunuyorsa onu kararlılıkla ve yüksek bir şuurla yapması.

İnsan ruhunun bütün gel-gitlerini, hırçınlıklarını, uysallığını en ince detaylarıyla anlatan Dosto, sıkı bir Avrupa karşıtı ve Ortodoks Rus milliyetçisidir.

Stefan Zweig, "Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski" isimli şiirsel anlatımlı eserinde öyle bir Dostoyevski tipi çiziyor ki, "Suç ve Ceza", "Karamazov Kardeşler", "Yeraltından Notlar" gibi mükemmel eserleri kaleme alan yazarın ruhunun gizemini gözler önüne seriyor.

Gözler önüne serilen aslında insan!

Dünyaca ünlü, kalemiyle çağları aşan bir usta da olsa insan.

Zweig, Dostoyevski’nin çektiği acılara, sıkıntılara büyük Rusya hayaliyle tahammül ettiğini, kimi sanatçıların mesela Oscar Wılde’ın bu imtihandan geçemediğini belirtiyor. İlk kitabını yayımladıktan sonra ulaştığı şöhrete rağmen bir yanlış anlaşılma sonucu tutuklanıp dört yıl Sibirya’da prangaya mahkum edilen Dostoyevski’nin dönüşünde çıkardığı dergi, başına bela olur, bu defa Avrupa’ya adeta kaçmak zorunda kalır. Avrupa'daki yılları, içindeki Rusya aşkını daha da kamçılar. Gördüğü her şey ona iğrenç gelir, Rusya tektir, vazgeçilmezdir, aşktır.

Almanlar sucuk imalatçısı, İngilizler akıl hırdavatçısı, Fransızlar kendini beğenmiş züppeler; Katoliklik, İsa’yı küçümseyen şeytani bir öğretiden ibarettir. Bütün kiliseler, Rus kiliselerinin karikatüründen başka bir şey değildir. Avrupa, değerli birkaç mezarı olan kilise avlusu..

Dostoyevski, ölmeden bir yıl önce ülkesine döner; gurbette iken kaleme aldığı kitaplar şöhretine şöhret katmıştır. Puşkin’in yıl dönümünde yaptığı konuşma, kitleleri ayağa kaldırır. Onun Rusya aşkı artık meyvesini vermiştir: Ölümünde aydınları, asilzadeleri,yoksulları, köylüleri buluşturmayı başarmıştır.

Çünkü kaderini sevmiştir ve Rusya onun kaderidir.

Zweig, şair, yazar Oscar Wilde’ın, Dostoyevski’nin aksine girdiği hapisten un ufak olup dağıldıktan sonra çıktığını belirtir. Çünkü,düştüğü durumu kabullenememiştir. Farklı olmayı, estetik kaygıyı ve deha takıntısını öne çıkaran Oscar Wilde’ın yanında Dostoyevski, milletine duyduğu sarsılmaz sevgi ile edebiyat alanındaki ustalığını sentezlemeyi başarmış ve yüzyıl boyunca sadece ülkesinde değil, milyonlarca insan tarafından dünyada da okunan bir yazar olmayı bilmiştir.

Dostoyevski, Avrupacılığa direnmiştir; mesela "Babalar ve Oğullar" eseriyle tanınan Turganyev gibi olmamıştır. Batıcı, Petersburg aydınlarına karşı Moskova’nın özgün iklimini savunmuş ve Rus kimliğinin bir inanca dönüşmesi yolunda çaba sarf etmiştir.

Milli kültür, Dostoyevski’yi Rusya’ya ve insanlığa kazandırmıştır. Sibirya’da tutulduğu prangadan, Avrupa’da sürüklendiği sürgünden milletine karşı duyduğu aşkla çıkmayı bilmiştir.

Kitaplarına bakınız, adeta Rus insanının sosyo-psikolojisinin röntgeni gibidir. Her bir karakter topluca Rus halkının ipuçlarını verir. Ama o ipuçlarda insanlığın ortak özellikleri de vardır.

İşte dünyayı tutan çekirdek budur.

Milliyetçilik insanlığı bölmez, aksine buluşturur.

Aynı mahalleyi buluşturan komşuluk gibi.

Dostoyevski, hepimizin kıymetli bir komşusudur.