CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu siyaset hayatının sonuna doğru giderken son barutunu kullanmak için hamlesini yaptı. “Gel Bakalım Muharrem” sözleriyle kıl payı kaçırdığı Cumhurbaşkanı adaylığını başka partilerin kollarında aramaya başladı.

6 partiyi bir masa etrafında topladı. 7’ncisini ise masanın hemen altına, dayanak noktasına yerleştirdi. Senaryosu hazırdı… Önce diğer partileri sözde sistem değişikliği adı altında bir hedefte birleştirmek, daha sonra da bunu hayata geçirmek için kendi adaylığına mahkûm etmekti.

Meral Akşener, 15 vekil transferi sebebiyle zaten kendisine şükran borçluydu. Bu borcu ne yapsa ödeyemezdi. O da bir kısmını ahirette ödemek şartıyla iki takside böldü.

Gültekin Uysal’a aday olabileceği bir parti lazımdı. Baktı ki İP kayışı koparıyor, o da kendisini CHP’ye yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanına attı.

Temel Karamollaoğlu da partisinin TBMM’de vekili olur niyetiyle CHP sıralarından birkaç ismi aday gösterdi. Gelin görün ki onlar da Saadet’ten çok CHP’li olduklarını farkedince partilerinden istifa edip CHP saflarında soluğu aldı.

AK Parti kaçkını Babacan ve Davutoğlu’nun ise cami önüne bırakılan çocuktan farkları yoktu. Masada otururken dışlanan bu figüranlara Abdullah Gül sahip çıkmasa ortada kalıyorlardı.

Destek konusunda içlerinde tek samimi olan HDP’ydi. Kılıçdaroğlu ne istediyse vermiş, onlarda ne istediyse almıştı. Alan da memnundu veren de…

İşte bu masanın gazıyla hareket eden Kemal Kılıçdaroğlu adaylığı kafasına koydu. Onlara layık olmak için de önünde anarşistlik yapmadığı devlet kurumu, göstermediği belgesiz belge, çekmediği sosyal medya videosu kalmadı.

***

“Arkandayız” dediler. Ama gerçek çok farklıydı. Hepsi arkadan iş çevirmeye, önce Kılıçdaroğlu’nun sonra birbirlerinin kuyusunu kazmaya başladı.

Kılıçdaroğlu’nun parti arkadaşlarına güvenmekten başka çaresi kalmadı. Düşmeye görsünler, onlar da düşene vurdukça vurdu…

Kılıçdaroğlu’nun canına tak etti. “Bütün yol arkadaşlarıma sesleniyorum. Ya bana katılın ya da yolumdan çekilin. Açık ve net söylüyorum” diyerek ateş püskürdü. Bu kadar entrikanın olduğu yerde Muharrem İnce’yi mumla arıyor gibiydi.

Durmadılar. Bir daha, bir daha vurdular…

***

“Yan Yana Yürüyelim” dediler. Ama yürümeyi yeni yeni öğreniyorlardı. Emeklemekle yetindiler… Kılıçdaroğlu küplere bindi. “Eğer yol arkadaşı olmak istiyorsanız buyurun gelin yürüyeceğiz. Eğer mevcut durumdan memnunsanız yolunuz açık olsun, ayrılın bizden” diyerek feryat etti. “Bunlar kaplumbağaya rahmet okutur” diye de içinden geçirdi belki…

***

“Önümüze Geç” dediler… Issız ve karanlık bir tünele doğru yol aldılar. Bu yolun kendilerini parlamenter sisteme götüreceğine inanıyorlardı. Önde karanlıklar prensi Kılıçdaroğlu, arkada ‘Kandil’li partililer… Hepsinin elinde de MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin gönderdiği Kandil… Kılıçdaroğlu zar zor görüyordu önünü. “Her yer karanlık nerede kaldı insanlık” diye söylenmeye başladı. Kılıçdaroğlu öfkesinden çılgına döndü. “Birimiz karanlıktayken hiçbirimiz aydınlıkta değiliz. Haydi eyvallah değerli arkadaşlar…” diyerek evinin mutfağına çekildi.

***

“Hem sağında hem solundayız” dediler. Sağ görünümlü sol adaylar ile vitrin oluşturan Kemal Kılıçdaroğlu nereden bilecekti yol arkadaşlarının sağ gösterip sol vuracaklarını. Her kroşeyi beklemediği bir yerden aldı. Milletin aç olduğunu söyleyenler servet sahibi, geçinemiyoruz diyenler de mekân sahibi çıktı. Kılıçdaroğlu’nun dilinde tüy bitti. “Birimiz açken hiçbirimiz tok değiliz” dedi. Yine o hazin gerçek bırakmadı yakasını. Sağına baktı aç kimse yok. Soluna baktı açlığın anlamını dahi bilen yok. Anladı ki içlerindeki tek aç kendisinden başkası değildi. Bir emekli maaşıyla geceliği sadece 100 bin TL’lik otellerde konaklayabiliyordu.

***

İllallah eden Kemal Kılıçdaroğlu son kez seslendi.

“Artık karar verin. Benimleyseniz, benimle olduğunuzu da artık hissetmek istiyorum. Sırtımı size yaslayacağımı bilmek istiyorum” dedi.

“Yanındayız” dediler.

***

Kılıçdaroğlu tüm hiddetiyle bağırdı: “Önüm, arkam, sağım, solum Sobe!”

Kafasını kaldırdığında çevresinde kimsecikler yoktu…