Akdeniz'de korsanlık yapmaya ve gözdağı vermek niyetiyle ticari gemilerimize asker çıkarmaya başlayan Avrupalılar, 10-11 Aralık 2020’de yapılacak AB Liderler Zirvesi’nde Türkiye’ye karşı yaptırımları tekrar gündeme getirmeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa hakkında sarf ettiği olumlu mesajların hemen ardından gelen gemiye müdahale provokasyonunun zamanlaması manidar. Sanki AB içerisinden birileri, Türkiye-AB yakınlaşmasının önüne geçmek için fırsat kolluyor gibi görünüyor.

Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde sorunlar saymakla bitmez. Üstelik son zamanlarda yerli yersiz eleştirilerin arttığına, Türkiye aleyhine bir cepheleşmenin yaşandığına da tanıklık ediyoruz. Bunda en önemli etkenin Yunanistan ve Fransa’nın, Akdeniz ve Ege’de Türkiye ile yaşadığı anlaşmazlıklar olduğunu söylemek mümkün. Özellikle Doğu Akdeniz’de keşfedilmesi muhtemel doğal kaynakların kimin egemenliğinde olacağı sorusunu akıllarından çıkaramayan bazı bölge ülkeleri, bu bölgede yarattıkları suni gerilimler ile Türkiye ile AB arasına set çekmeye çalışıyor. Gerçi, AB’nin bir bütün olarak Türkiye’ye çok da sıcak bakmadığını, Türkiye’nin üyelik sürecini durdurmak hatta tamamen sona erdirmek isteyen birçok ülkenin var olduğu da bir gerçek.

AB’nin Türk-Yunan anlaşmazlığında tarafsız kalmasını beklemek saflık olur. Zira anlaşmazlığın bir tarafı olan Yunanistan, her ne kadar AB’nin hayrına bir katkısı olmayan küçük bir ülke olsa da, en nihayetinde AB’nin bir üyesi. Kıbrıs Türklerinin haklarını ve hukukunu gasbederek AB üyeliğini kapan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de sanki adanın tamamına hâkimmiş gibi Kıbrıs’ın tamamında hak iddia ediyor. Bu hukuk dışılığa itiraz eden Türkiye de hiç hak etmediği hâlde, “sorun çıkaran taraf” olarak yaftalanıveriyor.

Türkiye iyi niyeti ile gerginliği düşürmeye yönelik bir adım atacak olsa, bu Yunan ve avanesi tarafından suistimal edilmeye çalışılıyor. Ankara, bölgedeki anlaşmazlıkların çözümü için diplomasiyi öne çıkarsa, haddini aşan açıklamalarda bulunan karşı taraf yaptırım tehditlerini, tek taraflı ve peşin hükümlü bakışını ve adaletten yoksun tavrını ortaya çıkarıyor. Bu durum, ikili ilişkilerde iyileşmeyi istemeyen tarafın AB’yi yönlendirmeye çalıştığını ortaya koyuyor. Bu da yetmezmiş gibi, Türkiye’nin tavrından rahatsızlık duyduğunu her fırsatta dile getiren AB, ilişkilerin onarılması için Türkiye’nin adım atması gerektiğini öne sürüyor. Atılan adımlar karşısında üç maymunu oynayan da yine tabii ki AB liderleri oluyor.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” mesajıyla ilişkileri geliştirmek yönünde bir niyet olduğunu açıklamıştı. Buna rağmen, Türk gemisine askerler tarafından müdahale edilmesi, Ege adalarının silahlandırılmakta olması, Türkiye’nin hidrokarbon arama faaliyetlerinin kınanması gibi eylemlerin ardı arkası kesilmiyor. Dahası, önümüzdeki AB Liderler Zirvesi’nde yine Türkiye’nin yaptırıma tâbi tutulması gündeme getiriliyor. Belli ki Türkiye’nin iyi niyetinin karşılıksız bırakılması şeklinde zuhur eden AB’nin uzlaşmaz ve hasmâne tutumu devam edecek.

AB’nin Türkiye karşısında ayak diremesinin arkasında Akdeniz’de çıkar çatışması olduğu bir gerçek. Ancak bu her şeyi açıklamaya yetmiyor. AB, Türkiye’nin Brüksel’den talimat almasını, bazı kararların Ankara dışından alınabilmesini umuyor. AB’nin borazanlığını yapanları Türk siyasetinde canlı tutmaya çalışan Brüksel, Ankara’nın bağımsız ve millî menfaat odaklı ve kararlı politikalarından çok rahatsız oluyor. Gerçekleri kavramakta zorlanan AB, yaptırım tehditleriyle Ankara’nın taviz vereceğini sanıyor. Ne var ki, Avrupa’da birçok uzman/yazar, Türkiye’nin dayatmalarla yönlendirilemeyeceğini idrak etmiş durumda. İşin aslının böyle olduğunu AB liderleri de idrak ettiği ve kabullendiği takdirde ilişkilerin seyrinin normalleşmesi mümkün olacak.