Geçtiğimiz hafta gündeme, pedofili metinler içeren romanlar damgasını vurdu.

Adı duyulmamış bir yazarın kitabından yola çıkarak açılan tartışmaya birkaç yazarın ismi de karıştı.

Türkiye’nin bazı ödüllü yazarlarıydı bunlar.

Yazmak ciddi iştir.

Yazmak sorumluluk ister.

Topluma karşı, dile karşı sorumluluk.

Kalemin toplumu etkileyen tılsımlı gücü asırlardır eksilmeden devam etmektedir.

Bu etkilerden biri de kanıksamadır.

Kanıksama yani tekrar edilmekten doğan alışma etkisi.

Söz uçar yazı kalır uyarınca yazmak aslında tekrar etmektir.

Yazmanın ifşa etme karakteri kanıksama etkisini beraberinde taşır. Roman gibi gerçekliğin kurmacayla şekillendiği bir yazım alanında kanıksama  göz ardı edilemez.

Cinsel konuları içeren yazım örneklerinin  etkisi üzerine az kitap yazılmamıştır.

Psikologlar, pedofil içerik taşıyan kitaplar hakkında, "meşruiyet ve suçun normalleştirilmesi" uyarısı yapmaktadırlar ki son derece haklı bir uyarıdır.

Batıda cinsellikle suçun konu edildiği sözde edebiyata Marki de Sade’nin kitapları örnektir. Onaltıncı Louis’in Fransa’sında yaşayan ahlak düşmanı Sade, çöp evsafındaki kitaplarıyla Tanrı’ya ve toplumsal ahlaka savaş açmıştır. Ancak Sade’nin bu çöpleri yazarken dayandığı temel dürtü kutsal olana nefret ve doğaya duyduğu saplantı derecesinde tutkudur.

Tartışılan bir başka yazar da kitabıyla ilgili tepkilere BBC’ye yaptığı açıklamayla cevap vermiş; romanındaki metnin pedofiliyi özendirmediğini çünkü kurbanın tarafında yer aldığını belirtmiş.

İçinde çocuk kelimesinin yer aldığı o cümleler, o tasvirler yazılarak kanıksamanın etkisine terk edilen o satırlar travmatik çağrışımlar içermiyor mu?

Yazar, BBC’ye verdiği röportajda meseleyi siyasete taşıyarak "Türkiye’de kelime ile uğraşan herkesin işi zor" demeyi de ihmal  etmemiş.

Hangi kelime?

Kelimeyi tartışılacak metne dönüştüren başkası değil yazarın kendi muhayyilesi.

Galiba meseleyi kültür felsefesi açısından ele almak durumundayız.

"Doğanın tesadüflere terk edilen cazibesi" ile "ahlakın sorumlulukla işleyen düzeni" arasındaki temel çelişkiyi konuşmamız gerekiyor.

Aslında bütün bir beşeriyeti ilgilendiren derin felsefik ayrışmadan söz ediyoruz. Sadece edebiyatı ya da sanatı değil siyaseti de, ekonomiye de ilgilendiren farklı bakış açılarından bahsetmemiz gerekiyor.

Sadizmin isim babası Marki de Sade, ahlaka savaş açmıştı; doğa özgürleştirir diyordu.

Sade, Makyavelist’di.

Makyavel, Sezar Borjiyaları örnek alıp, doğanın gücü ile insanın gücü arasında kurduğu ilişkiyi kutsallaştırıyordu.

Oysa bin yıl önce İmam Maturidi, özgürlüğün sorumlulukla ilişkisinin altını çiziyordu. Sorumluluk; şahsiyetin şekillenmesinde en temel unsur. Hürriyet yani özgürlük ahlakla, emekle, hikmetle ve adaletle şekillenen sorumluluğun konusu.

Yusuf Has Hacip, bin yıl önce, Makyavel’in aksine adaleti, iyiliği, aklı ve cömertliği öğütlüyordu.

Maturidi’nin hürriyetle-sorumluluğu buluşturan yolu şahsiyeti işaret ediyor, Yusuf Has Hacip’in öğretisi de bu şahsiyeti siyasete taşıyordu.

Batılı siyaset geleneğinden apayrı kültür ikliminin kodlarıdır bunlar.

Bu kültür iklimine uzak olanların popüler olduğu bir devirde tartışmalar da bu minvalde oluyor.