Yeni küresel beslenme sisteminde küçük ve orta ölçekteki çiftçiler; tohumu ya da fide ve fidanı toprakla buluşturmadan, ürünün hasat edilmesine kadar geçen süreç içerisindeki tüm aşamalarda bireysel inisiyatife sahiptir.

Bundan dolayı küçük ve orta ölçekteki çiftçiler kararlarında bağımsız davranabilen insanlardır. Kısaca geleneksel aile tarımı, küresel merkezlerin planlarına dâhil edebilecekleri boyutlarda değildir. Dolaysıyla küreselleşmeye uygun olmayan, yapısal olarak zıt bir sistemdir.

Geleneksel tarımın güçlü olduğu ülkemizde, küresel güç merkezlerinin planları ya etkili olmuyor ya da çok yavaş ilerliyor. Bizim ulusal bağımsızlığımızı korumada daha güçlü durabilmemizi sağlayan küçük ve orta ölçekteki çiftçilerimizdir.

Küresel güçler sisteminin dünya üzerinde iki farklı ekonomik faaliyeti; endüstriyel tarım ve endüstriyel gıdadır.

Tüm ekilebilir toprakların 8-10 tarım şirketinde toplanmasının sağlanması için gizliden verilen çabalar-mücadelelerle yapılmak istenen toprak gaspıdır, el koymadır!....

Mısır, buğday, soya, kanola ve pamuk gibi stratejik tarım ürünleri tohumlarının genetik yapıları değiştirilerek istenilen formda ürettikleri (GDO) teknolojisini paylaşmamak için her teknolojik gelişmenin patentini almaya çalışmaları, bir tohum tekeli oluşturmadır!...

Gübre ve tarım ilaçlarının üretim, ticaret ve dağıtımının mutlak kontrolünün birkaç dev tarım kimya kuruluşunun tekelinde toplamaya çalışmaları, gübre ve ilaç tekeli oluşturmadır!...

Son derece stratejik öneme sahip tatlı su (yeşil su) kaynaklarının ele geçirilmesi, insanlar ve diğer tüm canlılar için yaşamsal bir önem taşımaktadır.

Yeni dönemde mutlak küresel hâkimiyet toprak, tohum ve tatlı su kaynakları üzerinden olacaktır. Bahsettiğim hâkimiyet olanağı “tank, top ve tüfekle” olmayacaktır. Anladığımız klasik silahların zoruyla gerçekleştirilmesi imkânsız müdahalede en etkili silah; endüstriyel tarım ürünleri üzerine yapılandırılmış, endüstriyel gıda üretimi ile olacaktır.

Önümüzdeki süreçte küresel güçler tüm dünyada da ara vermeden; alan ve nüfuz kazanmaya devam edecektir. Bunların her zaman bir master planı vardır. Bu plan doğrultusunda dünya ekonomisi, hedef aldıkları ülkelerin sosyal yapılarını hatta sınırlarını bile değiştirebilecek güçtedirler, maalesef!

Ülkemiz tarımında daha eskilere gittiğimizde 1950’lerden sonra ülkemiz üzerine ince ince yağan, insanı iliklerine kadar ıslatan “ahmak ıslatan yağmuru” gibi ülkemiz; Amerikan hayranlığıyla sonra da Avrupa Birliği üyelik hikâyesiyle ülkemiz ve tarımı baskı altına alınma ve yeniden yapılandırılma operasyonlarına maruz bırakılmıştır. Adeta Cumhuriyet tarımının şah damarı kesilmeye çalışılmıştır. Tarımda kalkınma olmalı ancak, ortalığı (küçük ve orta ölçekli çiftçileri) temizleyerek olmamalıdır!...

AB yolu bizim için çıkmaz sokak, tam üyelik süreci tam bir yalan ve belirsizliklerle dolu olup, bizi oyalamaktan başka bir şey değildir. Asıl gaye ülkemiz ve tarımın geleceğinin ipotek altına alınmasıdır.

Demokrasi ve sosyal ahlak konularında bayraktarlığı kimseye bırakmayan batılı ülkeler, ülkeniz için demokrasi gelişmektedir, ekonomi iyiye gitmektedir, tarımsal üretim artmaktadır gibi sürekli aynı kriterleri ön plana çıkartıyorlarsa; ülkeniz için değişen hiçbir şey yok demektir. Kalkınmak isteyen ülkeye itelenen gereksiz fakat olabildiğince üfürülmüş projelerle o ülkeyi muazzam bir borç baskısı altına alarak, her türlü karar verme yetkisi elinden alınan koskoca ülkeleri görmekteyiz!....

Zaman, sorumsuzca “kendi işime bakarım başkası beni ilgilendirmez” diyerek deve kuşu misali, kafayı kuma sokma zamanı değildir. Kafamızı kaldıralım ve ufkun ötesini görmeye çalışalım. Akıl, zekâ, bilgi ve iyi niyet kılavuzumuz olsun. Bence başarı şansımız var ancak, korkarım zamanımız azalıyor.

Tarımda hedefimiz lider ülke olarak kendi milli kimliğimiz ve onurumuzu koruyarak, dünyaya açılmış güçlü ve etkin bir Türkiye’yi inşa etmek olmalıdır. Bu konuda Ulusal Liderimiz Atatürk’ün ‘’ Milli Ekonominin Temeli Ziraattır’’ sözü, yol haritamız olmalıdır!...