Türkiye’nin yılan hikâyesine dönen AB üyeliği sürecinde çokça duyduğumuz bir söz vardı: “Yasa değiştirmek yetmez, uygulamayı görmemiz gerekir.” Türkiye, AB üyeliği hedefine yönelik adımlar attığında, bilhassa üyeliğimize sıcak bakmayanlar bu ve benzeri ifadeleri sıkça gündeme getirirdi. Onlara göre, AB üyeliği için uyum paketleri hazırlanması yeterli değildi, uygulamanın da AB liderlerini tatmin etmesi gerekirdi. Ancak Türkiye, uyum paketini yerine getirse de ne hikmetse bir türlü AB müzakereleri ilerlemezdi.

İsveç’in NATO üyeliğine başvurusu bu geçmişi hatırlattı bana. İsveç hükümeti, Türkiye’ye karşı verdiği taahhütler çerçevesinde bazı yasal ve anayasal değişiklikler yapmış olmasının Ankara’dan yeşil ışık alması için yeterli olacağını zannediyor. İsveç hükümetine sorarsanız, terörle mücadele yasasında değişiklik yapılmış olması, Türkiye’nin üyeliği onaylamasını sağlayacak kadar büyük bir adım! Ancak, İsveç’te yaşananlar, yasa değiştirmek ile uygulamaya geçirmek arasında bariz bir farkın olduğunu, İsveç’in uygulama konusunda sınıfta kaldığını gösteriyor.

İsveç’te yaşananlar, ilk bakışta PKK terör örgütünün provokasyonu ya da sabotajı olarak görülebilir. Ancak, Dışişleri Bakanımız Sayın Çavuşoğlu çok isabetli bir tespitte bulunarak işin asıl yüzünü ortaya koydu. Sayın Çavuşoğlu’nun belirttiği üzere, terör örgütü, üyeliği engellemek için mayın döşüyor olsa da bu mayınlara basmamak ve hatta onları temizleyip etkisiz kılmak, İsveç hükümetinin tercihi. İsveç, âdeta döşenen bu mayınları bir bir patlatmak istercesine, her adımını mayınların üzerine atıyor. Birilerinin onlara mayına basarak patlamanın değil, bu mayınlardan uzak durmanın doğru yolda yürümek anlamına geldiğini hatırlatması gerekiyor gibi.

İsveç’in yanlış yolda yürümesi, onun gibi NATO üyeliği bekleyen Finlandiya’nın bazı dersler çıkarmasına ve doğru adımlar atmasına vesile olmuyor değil. Finlandiya tarafından yapılan bir açıklamayla, Kur’an-ı Kerim yakılmasına müsaade edilmeyeceğinin duyurulması, Helsinki’de aklıselim sahibi insanların olduğunu ortaya çıkardı. NATO’nun kapasitesinin artırılması noktasında daha büyük katkı sunabilecek ve daha fazla önem arz eden Finlandiya, Türkiye’yi rahatsız etmekten haklı olarak çekiniyor ve bu yönde daha akıllı bir tutum sergiliyor. İki ülke arasında Türkiye’nin hassasiyetlerine yönelik takınılan tavrın farklılaşması, doğal olarak Türkiye’nin iki ülkeye bakışının da farklılaşmasına sebep oluyor.

Gelinen noktada, Türkiye’nin İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yakmasının pek de muhtemel olmadığı, diğer yandan ise Finlandiya’nın üyeliğine daha sıcak bakıldığı görülüyor. Finlandiya’nın Türkiye’ye yönelik silah ambargosunu sona erdirmesi gibi Madrid Mutabakatı’nın gereklerinden birini daha yerine getirmiş olduğu dikkate alınınca, Helsinki’nin daha temkinli ve sağduyulu davrandığı anlaşılıyor. Hatta Finlandiya’nın İsveç’e örnek olacak bir duruş sergilediğini belirtenler de haksız sayılmaz.

İsveç’in üyelik sürecinde sergilediği pespayeliğin, ister istemez İsveç’in üyeliğinin gecikmesine yol açması bekleniyor. Hem NATO hem de adı geçen ülkeler, birlikte başvuran ve Madrid’de Türkiye ile mutabakata birlikte imza atan bu ülkelerin aynı tarihte üye yapılması yönünde görüş bildirdikleri de malum. Ne var ki, Türkiye’nin İsveç’te yaşananları görmezden gelerek, iki ülkeye de aynı anda kapı açması adil bir tutum olmaz.

Türkiye’nin en hassas olduğu konuların başında gelen terörle mücadele alanında uygulamada zafiyetler sergileyen İsveç’in üyelik sürecinin Finlandiya’dan ayrı tutulması isabetli bir karar olur. Üstelik, Finlandiya’da yapılan kamuoyu yoklamaları da İsveç’i beklemekten yana olunmadığını ortaya koyuyor. Halkın çoğunluğu, İsveç’in üyeliği ile eş zamanlı bir üyelik verilmesini doğru bulmuyor. Finlandiya’daki milliyetçi-muhafazakâr çevrelerde İsveç’in takvimine bağlı kalınmasına karşı çıkanların oranı yüzde 70’lere çıkıyor.

Türkiye’nin, İsveç’in üyeliğini uygulamadaki gelişmelerden tatmin olana kadar bekletmesi, Ankara’nın hassasiyetlerinin, ciddiyetinin ve kararlılığının anlaşılması için yerinde bir karar olacaktır. Zira, Türkiye ile ittifak kurup güvenlik örgütü şemsiyesinin altına girmek isteyenlerin, her şeyden önce Türkiye’nin haklı güvenlik kaygılarını gidermesi gerektiği tartışmasızdır. İsveç ya lafla yetinmeyip icraatlarıyla bunu yapacak ya da kâğıt üstünde kalan mevzuat değişikliği sebebiyle Türkiye’nin AB kapısında bekletildiği gibi bekletilme kaderiyle yüzleşecek.