OSMANLI DEVLETİ’NİN PARÇALANMASINDA AZINLIKLAR VE MASON LOCALARI -2

Türk Kurtuluş Savaşı döneminde Fransız obediyansına bağlı dört mason locası aktif olarak faaliyette idi. Bunlardan ikisi “Meles ve Homere” İzmir’de; üçüncüsü “la Renaissance” İstanbul’da idi. Dördüncü loca “la Soleil d’Anatolie” ise Konya’da faaliyet gösteren bir locaydı. Meles, 19. yüzyılın ikinci yarısında, Homere ise II. Meşrutiyet Dönemi’nde kurulmuştu.

BELGELER, Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in saltanatlarını kapsayan dönemde Fransız obediyansından masonların “Osmanlıcılık” ideallerine bağlılıklarını ortaya koysa da Jön Türk dönemine ve özellikle Mondros Mütarekesi sonrasında müttefik işgaline (1918-1922) ilişkin malzemeler aynı şeyleri söylemiyor. Jön Türk döneminde (İttihat ve Terakki Yönetimi) çok sayıda gayrimüslim mason (Rumlar ve Ermeniler) bir yandan Türk milliyetçiliğinin yükselişine karşı çıktılar; diğer yandan da (çelişkili gözükmekle birlikte) toprak talebinde bulunan ayrılıkçı hareketler lehinde mücadele ettiler. Ermeni özerkliğini, Girit’in Yunanistan’a bağlanmasını ya da Yunanlıların Güney Makedonya’yı ilhak etmesini destekledirler. Mason localarının Türk milleti aleyhinde, azınlıkların ayrılıkçı faaliyetleri lehindeki çabaları Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha açıklık kazanacaktır. Nitekim bu son dönemde İstanbul’daki “la Renaissance” veya İzmir’deki “Meles” gibi localar Türkiye’nin parçalanması yönünde ateşli bir kampanya yürütecekler, doğuda bir “Büyük Ermenistan”, batıda bir “Büyük Yunanistan” kurulması için hesapsız çabalara girişeceklerdir.

DOĞU VİLAYETLERİNDE ERMENİSTAN HAYALİ

Türk Kurtuluş Savaşı (1919-1923) döneminde Fransız obediyansına bağlı dört mason locası aktif olarak faaliyette idi. Bunlardan ikisi “Meles ve Homere” İzmir’de; üçüncüsü “la Renaissance” İstanbul’da idi. Dördüncü loca “la Soleil d’Anatolie” ise Konya’da faaliyet gösteren bir locaydı. Yukarıda özetlendiği üzere; Meles, 19. yüzyılın ikinci yarısında, Homere ise II. Meşrutiyet Dönemi’nde kurulmuştu. Üyeleri bakımından birbirlerinden ayrılıyorlardı. 1920 civarında Meles locasının üyelerinin çoğu Rum cemaatindenken, Homere esas olarak Yahudilerden oluşmaktaydı. La Renaissance locası, II. Meşrutiyet’in ilanından (23 Temmuz 1908) hemen sonra, Ağustos 1908’de kurulmuştu. Birinci Dünya Savaşı sırasında faaliyetlerine geçici olarak ara vermeye zorlanmıştı. Ancak Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından hemen sonra yeniden kuruldu. Çok sayıda Rum ve Yahudi, Ermeni ve birçok Fransız’dan oluşuyordu. Konya’daki loca yeniydi; adı “la Soleil d’Anotolie” olan loca 1918’in sonuna doğru kurulmuştu. Ancak varlığı çok uzun sürmedi. Faaliyetlerini 1920’nin hemen başında sona erdirdi.

Türkiye’deki mason locaları neredeyse tamamen gayrimüslim vatandaşlardan oluşuyordu. Nitekim çok geçmeden siyasi eğilimlerini açık bir şekilde ortaya koydular. 1919’un başında üyeleri arasında çok sayıda Rum’u barındıran “la Renaissance” ve “Meles”, Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmakla suçladıkları İttihat ve Terakki’nin önderlerine (ve daha genel anlamda) Türklere yönelik şiddetli suçlamaları Maşrık-ı Azam’a ileterek saldırıları başlattılar. Bir Paris locası olan “France-Armenie” hemen konuya karıştı. Türkiye’nin parçalanma sürecinin iyice belirginleştiği bir zamanda, 1919 baharının sonlarında kurulan “France-Armenie” elbette Ermeni sorununun lehinde çalışıyordu. Amaçlarından biri de Erivan bölgesini ve Anadolu’nun doğu vilayetlerini kapsayacak bir “Büyük Ermenistan”ın kurulmasıydı. Bu locanın, geçmişte İstanbul’daki Ermeni Masonluğu’nun canlandırılmasında büyük katkıları olan Üstad-ı Muhteremi Birader Maraşyan aşırı derecede faal bir propagandacıydı. France-Armenie’nin kurulmasından hemen sonra Fransız mason çevrelerinde etkin bir “bilgilendirme kampanyası” başlattı. Çoğunlukla yanında Maşrık-ı Azam’ın Obediyans Konseyi Üyesi olan siyaset yazarı Mercel Huart olduğu halde destek sağlamak için Fransız mason biraderlerine ricada bulunarak loca loca dolaştı.

Maşrık-ı Azam’ın Türkiye’deki locaları, en azından Rum ağırlıklı Meles ve la Renaissance locaları da Ermeniler gibi güçlü bir şekilde savaşa katıldılar. Mondros Mütarekesi’nden beri Türklere karşı düşmanca bir tavır sergiliyorlardı. 1920’nin ocak ayında bu düşmanlık la Renaissance locasının üyeleri tarafından tırmandırıldı. Bir başka İstanbul Locası (Yunanistan Maşrık-ı Azamı’na bağlı Harmonia) kaynaklı aynı nitelikteki bir metni ekleyerek Fransız masonluğuna yapılan bir başvuruda açıkça şunu talep ediyorlardı: (“İnsanlığın en temel ilkelerini çiğneyenlere” karşı uzun bir sözlü saldırının sonunda), “gayrimüslim cemaatlerin meşru emellerinin” tatmin edilebilmesi için Türk devletinin kesin olarak yok edilmesi! 1920 yılı Konvanı’nda (masonların yıllık genel kuruluna verilen ad. Tüm locaların başkan ve delegelerinin bir araya gelmesiyle oluşuyor ve en üst karar mercii olarak görülüyor.) görüşülen ve tartışılan konulara ve yapılan konuşmalara bakıldığında, genel olarak Maşrık- ı Azam’ın Osmanlı topraklarının “zalimce” parçalanmasına karşı olduğu ve fakat, Anadolu’nun doğu vilayetlerinde bağımsız bir Ermeni devleti yaratılmasına da karşı olmadığı görülüyordu. O dönemde Fransa kamuoyunda yaygın olan “Türkiye uygarlık ve ilerlemeyi özümseyemeyeceğini tamamen kanıtladı” düşüncesi Fransız masonlarında da yaygındı. “Türkler, ilerleme yolunda yürümeyi kendi kendilerine becerememişlerdi!” Sevr Antlaşması’nda yer alan Osmanlı’nın parçalanması projesinin güya meşru gerekçesi de bu düşünceydi. Clemenceau, Sevr öncesi barış görüşmelerine gelen Damat Ferit’e bunların aynısını söylemişti.

EMPERYALİZM İLE MÜCADELE SÜRÜYOR

Bu tartışmaların ışığı altında geçen Eylül 1920 Konvanı, Türk topraklarının tamamıyla bölünmesinden yana olmamasına rağmen, en azından “Büyük Ermenistan”ın kurulmasını ve Türkiye’nin zengin vilayetlerinin Batı’nın denetimi altına girmesinden yana bir tavır belirledi. Fakat Türkiye’deki durum birkaç ay içinde tamamıyla değişecekti. İtilaf Devletleri artık bozguna uğramış, herhangi bir aşağılayıcı şarta itiraz etmeden boyun eğmeye hazır bir ülkeyle uğraşmıyorlardı. Onun yerine, şimdi sayısız çaplı direnişle ve planları için gerçek bir tehdit oluşturan, Mustafa Kemal’in önderliğindeki milli bir güçle karşı karşıya gelmişlerdi. Türk milleti emperyalizme karşı direniyordu. Fransa’nın Klikya’da, Yunanistan’ın Batı Anadolu’da karşılaştıkları zorluklar, büyük güçlerin politikalarında köklü değişiklikler yapmaları gerektiğini gösteriyordu.

1920 güzünde Kazım Karabekir Paşa’nın komutasındaki Türk ordusu “Erivan Ermeni Cumhuriyeti” güçlerini ve Ermeni çetelerini bozguna uğratmış, dolayısı ile Sevr Antlaşması’nın uygulanamaz olduğunu göstermişti. Bu nedenle 1920 Konvanı’ndan iki ay sonra Fransa Maşrık- ı Azamı rotasını tamamen değiştirdi. Aralık 1920’de üyelerine yayımladığı sirküler ile “Türk milli hareketine saygı gösterilmesi gerektiği” ifade ediliyordu. Maşrık-ı Azam’ın bu yeni tavrı, Fransız Devleti’nin yeni politikası ile de uyumluydu. Fransa ile Ankara Hükümeti arasında imzalanan Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921), Ermeni ve Rumların ve bunlara destek veren Mason Localarının da kaybettiğini gösteriyordu. Meles locası ve diğerleri Mustafa Kemal’i suçlayıcı, onu ve Ankara merkezli Milli Mücadele yanlılarını “diktatör, kızıl hayalet, organize suçlular, barbarlar ordusu” gibi ifadelerle dolu başvuruları Maşrık-ı Azam’a göndermeye başladılar. Elbette bu başvurular değişen dengeler içinde hiçbir etki yaratmayacaktı.

Daha önce İttihat ve Terakki döneminde oluşturulan Bağımsız Türk Maşrık-ı Azamlığı, 1920 güzünün sonuna doğru Fransız Maşrık-ı Azamı ile bozulan ilişkileri düzetmek için harekete geçti. 1921 yılı boyunca devam eden girişimler 1922’de bir sonuç verecektir. Fransız Maşrık-ı Azamı bunu istese de “la Renaissance” ve hatta “France-Armenie” şiddetli bir biçimde tepki gösterdi. Ne var ki, Obediyans Konseyi Başkanı Birader Gerard Türkiye Maşrık-ı Azamı’nın Uluslararası Mason Federasyonu’na bağlandığına dikkat çekerek, Fransız Maşrık-ı Azamı’nın onunla tekrar ilişki kurmasını önerdi. Sonunda bu ilişki 9 Nisan 1922’de, Konsey Türk Obediyansı’nı resmi olarak tanımaya karar verdiğinde gerçekleşti. Bu uzlaşma, Türk masonlarına Fransız biraderlerini “azınlıklar” konusunda kendi bakış açılarından bilgilendirme fırsatını verdi. 17 Ağustos 1922’de konuyla ilgili Türk görüşlerini anlatan, Üstad-ı Azam Besim Ömer ve Umumi Kâtip Muavini Marko Elnecave imzalı uzun bir rapor Fransız Maşrık-ı Azamı’na gönderildi. Bu raporda Türk masonlar, İmparatorluğun Hristiyan unsurlarının geçmişte “bazı baskıcı uygulamalar” nedeniyle acı çektiklerine itiraz etmiyorlardı. Ancak suçun karşılıklı olduğunun ve herhangi bir olayda azınlıkların Avrupa’nın desteğini sağlama çabalarının kışkırtma ve barbarca eylemleri arttırdığının üzerinde duruluyorlardı. Diğer yandan, rapor Türklerin, imparatorluğun çeşitli etnik ve dini unsurlarına karşı her zaman hoşgörü gösterdiğini vurguluyor ve evrensel uzlaşma dileği ile son buluyordu.

MELES VE LA RENAISSANCE MASON LOCALARI

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde Yunan ordularına karşı 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz 30 Ağustos’ta Büyük Zaferle sona ermiş ve Türk orduları 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmişlerdi. 18 Eylül 1922’de Yunan orduları bütün Batı Anadolu’dan atılmışlardı. İtilaf Devletleri’nin yapabileceği bir şey kalmamış, tek yapabilecekleri şey 11 Ekim 1922’de Mudanya’da ateşkes antlaşmasını imzalamak olacaktı. Bütün bu gelişmeler, Mustafa Kemal’e ve Türk Milli Mücadelesine karşı duran, azınlıkların, Rumların ve Ermenilerin yanında saf tutan Masonları doğal olarak şaşkınlık içinde bıraktı. La Renaissance ve Meles localarının biraderleri istilacı güçlerin Türkiye’de kalacakları umuduna bel bağlamışlardı, Ankara Hükümeti’ni olabilecek en kötü suçları işlemekle suçlayan en ateşli beyanlarda bulunmuşlardı… Şimdi Mustafa Kemal ve arkadaşları kazanmışlar, emperyalizmi yenmişler, ülkenin vazgeçilmez efendileri olmuşlardı. Masonların ne kadar ihtiyatsız oldukları da böylece ortaya çıkmış oldu. İzmir’de, Türk birlikleri şehre girerken, “Meles” locasının biraderleri önce Fransız Konsolosluğu’na sığınmak istediler. Daha sonra, genel aşırı heyecan hissettikleri ve kendi yaşamları konusunda korkuya kapıldıkları için, kendi dinlerinden olan binlerce kişinin yaptığı gibi Yunanistan’a kaçtılar. Kasım 1922’de, locanın son Üstad-ı Muhteremi Elie Simitopulo, Fransa Maşrık-ı Azamı’na yazarak, bazı biraderlerin Atina’ya kaçmayı başardığını ve orada localarını tekrar kurduklarını bildirdi. İstanbul’da olaylar daha az dramatikti. Sadece Ankara hareketine karşı en faal biçimde mücadele eden biraderler “tabanları yağlamanın” akıllıca olduğunu düşündüler. “La Renaissance” kaybetmişti ve bu arada Üstad-ı Muhterem Pericles Tiberius hem de hatip Georgios Ralli Yunanistan’a kaçtı. Ancak loca ayakta kalmayı başardı. Ve göründüğü kadarıyla Maşrık- ı Azam-ı Osmani ile mükemmel ilişkiler sürdürmeyi başararak Armand Mosse adlı Fransız tarafından devralındı. Onun talimatları doğrultusunda, loca hızla ve kökten bir biçimde siyasi rengini değiştirdi ve azimli bir şekilde “Kemalist Devrimin” destekleyicilerinin safına katıldı.

İzmir’deki “Homere” locası, bütün bu karmaşa arasında oldukça sağlam kaldı. Türk-Yunan Savaşı sırasında tedbirli bir davranış içerisine girerek taraf tutmaktan kaçınmış ve böylece suçlanmasını gerektirecek hiçbir şey kalmamıştır. İzmir’deki dramatik olaylardan etkilenmeden faaliyetlerine devam etmiştir. Birkaç Rum ve Ermeni’yi geriye kalan üyeleri arasında saysa da bunların yerlerini genellikle ve hemen geçmişte olduğu gibi şehrin Yahudi topluluğunda olan biraderler almıştır. Genel olarak, 1922 yılının sonlarına doğru, Fransa Maşrık-ı Azamı Türkiye’de sadece tam anlamıyla “Kemalist güce” sadık ya da en azından öyle görünen localara sahipti. “İstenmeyen unsurlar” (Mondros Mütarekesi’nden beri Türk milli hareketine karşı ajitasyonlarını sona erdirmeyi asla düşünmemiş olanların tümü) ya ülkeyi terk etmiş ya da tamamen etkisiz kalmayı yeğlemiştir. -BİTTİ