Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgelerinden biri olan Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasının 99. yıl dönümünü geçtiğimiz gün idrak ettik. Yeni kurulan Türk devletinin sınırlarını tescil ve ilan eden, kapitülasyonları tamamen sona erdiren, yüzyıllardır yaşadıkları Yunanistan’da kalan Türk azınlığının hakları güvenceye alan ve sınırımıza yakın bölgelerdeki Yunan adalarının askersizleşmesini öngören Lozan, hiç şüphe yok ki Türkiye için büyük bir diplomatik başarı. İstiklal Savaşı’nın kazanılması sonucunda Sevr paçavrasının yırtılıp atılması, Lozan’da elde edilen kazanımları mümkün kılan gelişmelerin en önemlisiydi.

Türkiye, bu önemli antlaşmanın gereklerini her zaman yerine getirdi. Ancak, Türk milleti karşısında aldığı ağır mağlubiyeti içine sindiremeyen Yunanistan, ahde vefa göstermekte hep sorunlu bir tavır sergiledi. Lozan’ın 99. yılı sebebiyle yapılan açıklama ve değerlendirmeler de ister istemez Yunanistan’ın Lozan’ın gereklerini yerine getirme konusundaki acziyetlerin tekrar gündeme gelmesine vesile oldu.

Batı Trakya’daki Türk nüfus ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum Ortodoks nüfus, iki ülke arasındaki zorunlu mübadelenin dışında bırakılmıştı. Halen Yunan sınırı içerisinde yaşayan Türk azınlık, son yıllarda daha da artan şekilde hak ihlallerine maruz kalmaya başladı. Yunanistan’ın Türkiye karşısındaki aşağılık kompleksi arttıkça, Lozan’ı ihlal eden uygulamaların ve Türk azınlık üzerindeki baskıların arttığı bir gerçek. Lozan uyarınca askerden ve silahtan arındırılması gereken adalara asker ve silah sevkiyatı yapan Yunanistan, ahde vefa ilkesini çiğnemekle kalmıyor, Türkiye ile iyi komşuluk ilişkiler yürütme niyetinde olmadığını da ifşa ediyor.

Yunanistan’ın Türkiye ile gerilimden nasıl zararlı çıkacağı bir yanda dursun, bu yazıda esas hatırlatmak istediğim husus Türk azınlığın maruz kaldığı insan hakkı ihlallerinin ciddi derecede artıyor olması. Mevcudiyeti 150 bin civarında olan Batı Trakya Türklüğü, sözüm ona medenî ve insan haklarına azamî derecede riayet eden Yunanistan’da türlü ayrımcılık ve hak ihlali sebebiyle huzursuz durumda. 150 bin Türk için Yunanistan’da kaç tane okul var diye bakılsa dahi, Türklerin haklarının çiğnendiği derhal anlaşılabilir. Tasarruf tedbirleri ve öğrenci sayılarının yetersizliğini bahane eden Yunan makamları, bu büyük nüfus için bir tane bile anaokulu açmış değil. Türkler için sadece iki tane lise bulunuyor. İlkokulların sayısı da aynı bahanelerle her yıl biraz daha azaltılıyor. Önümüzdeki yıl, dört ilkokul daha kapanacak ve böylelikle ilkokulların yarıdan fazlası kapatılmış olacak.

Bu hak ihlallerinin en önemli sebeplerinden biri, elbette ki Yunan devletin Türk etnik kimliğinin varlığını sistematik biçimde inkâr etmesi. Bu inkarcılık o kadar ileri boyutta ki, isminde “Türk” ifadesi geçen soydaşlarımıza ait STK’lar “Türk ifadesi kullanılamaz” gerekçesiyle bir bir kapatılıyor. Bunun ayrımcılık ve hak ihlali olduğu ise tartışmasız. Nitekim soydaşlarımız meseleyi AİHM’ne götürdüğünde AİHM, Yunanistan’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin dernekleşme özgürlüğüne ilişkin 11. maddesini ihlal ettiğine hükmetti.

Dahası, gıyaben yapılan idarî tasarruflarla Yunan vatandaşlığından çıkarılan on binlerce Türk olduğu da Türk azınlığın dinî özgürlüklerinin sistemli ve sürekli şekilde ihlal edildiği de herkesin malumu. Soydaşlarımız tarafından seçilmiş dinî liderlerinin Yunan makamlarınca tanınmadığı ve “seçilmiş müftü” - “atanmış müftü” ayrımını özellikle ortaya çıkarılarak huzursuzluk yaratıldığı biliniyor. Yunan makamlarının soydaşlarımızın seçtiği müftülere “görev gaspı” gerekçesiyle açtıkları davalarda da AİHM, Yunan makamlarının hak ihlalinde bulunduğuna hükmetti. Ancak, Yunanistan AİHM kararlarını uygulamaktan kaçınmaya devam ediyor.

Kısacası, Lozan ile Türk azınlığa sağlanan teminatlar, peyderpey aşındırıldı ve soydaşlarımızın üstündeki baskılar giderek arttı. Türkiye Lozan’ı nasıl harfiyen uyguluyorsa, Yunanistan’ın da aynen uygulaması için Atina üstündeki baskının artması gerekiyor.