NATO’nun iki yeni üye ile genişlemesi meselesinin akıbeti, çetin müzakerelerin ardından Madrid’de varılan anlaşmayla netleşti. Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine dair haklı eleştiri ve çekinceleri, Madrid’de imzalanan mutabakat zaptıyla resmen kayıt altına alınmış oldu. Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın birçok yükümlülük üstlenmesini öngören mutabakatı karşı tarafa kabul ettirmekle takdire şayan bir diplomatik başarıya imza attı.

Türkiye, en başından beri NATO’nun “açık kapı politikası”nı desteklediğini ancak her isteyenin de elini kolunu sallayarak NATO üyeliğine kabul edilemeyeceğini dile getiriyordu. Bu çerçevede Türkiye, PKK/PYD ve FETÖ gibi Türkiye’nin güvenlik, huzur ve istikrarına kurşun sıkan terör örgütlerine karşı gerekeni yapmayan ülkelerin, NATO’da bulunmasının NATO ilkeleri ile örtüşmeyeceğini ortaya koyuyordu. İsveç ve Finlandiya’nın Ukrayna krizi ile birlikte artan güvenlik ihtiyacını anlayan ve NATO üyeliğine ancak belli kriterlerin karşılanması halinde onay vereceğini belirten Türkiye, bu iki ülkenin taahhütlerini resmen ve yazılı olarak ilan etmesiyle birlikte hem bu ülkelere bir ders verdi hem de üyelik sürecine yeşil ışık yakmış oldu.

Bizdeki muhalefet, bunun Türkiye açısından bir “başarısızlık/taviz” olduğu yönünde tezvirata başvursa da işin aslının hiç de öyle olmadığı açıkça ortada. İsveç ve Finlandiya dahil birçok ülkede, “Türkiye’nin diplomatik zaferi” olarak nitelendirilen gelişme, gerçekten de ülkemiz adına önemli kazanımlar barındırıyor. Evvela, terörle mücadelede kararlılığının doğal bir sonucu olarak Türkiye’nin öne çıkardığı güvenlik endişeleri, haklı tezleri ve meşru talepleri bu iki ülke tarafından kabullenilmiş, tescillenmiş oldu.

İki ülke, NATO çatısı altına girebilmek için, Türkiye’ye terörle mücadelede destek olma konusunda açık taahhütte bulundu. Hem de bunu yaparken, hâlâ bizdeki muhalefetin terör örgütü olarak nitelendirmekten imtina ettiği FETÖ ile PKK uzantısı PYD/YPG de terör örgütleri arasında sayıldı. Bu noktada, düne kadar terör örgütlerine destek vermekte en önde gelen bu ülkeler dahi, bizdeki muhalefetin terörist diyemediklerine artık terörist demek zorunda kalacak. Burada bir ilk de yaşandığı için şunun altını çizmekte fayda var. FETÖ, ilk kez bir uluslararası örgüt kapsamında resmen terör örgütü olarak nitelendirildi. Sonuç olarak, İsveç ve Finlandiya açısından PKK ne ise FETÖ de artık odur.   

Üstelik mutabakata göre, bu ülkelerin yükümlülüğü teröristi terörist olarak nitelendirmekle bitmiyor. Bu ülkeler, terörist faaliyetlere karıştığı kesinleşmiş kişileri Türkiye’ye iade etmekle de mükellef. Bizim muhalefet onlara terörist diyemese de İsveç ve Finlandiya onları Türkiye’ye iade etmek zorunda. Adalet Bakanı Bozdağ’ın verdiği bilgiye göre, Finlandiya’da 12, İsveç’te 21 teröristin iadesine ilişkin resmi süreç başlatılmış durumda. Şüphe yok ki Türkiye, bu teröristlerin iadesini kararlı bir şekilde takip edecek. Bu iki ülkenin ülkesinde barınan teröristleri ne zaman ve nasıl iade edeceği ise, bu ülkeler için ahde vefa, ilke ve ahlak testi mahiyetinde olacak.

Bundan sonra her iki ülkede de mutabakatta adları geçen terör örgütlerinin faaliyetleri daha yakından takip edilmek durumunda. Terör örgütleri için güvenli liman olan bu ülkeler, artık Türkiye’de adaletten kaçan teröristler için sığınma kampı olarak görülemeyecek.

Kısacası Türkiye, terörle mücadele konusunda bu iki ülkeyi ciddi bir yükümlülük altına sokmuş oldu. Hal böyleyken, Madrid Mutabakatından rahatsız olmanın açıklaması ne olabilir? Elbette, akla gelen ilk ve en makul cevap, terör seviciliği ve terör örgütlerinin arkasına saklanma ihtiyacı oluyor. Türkiye’nin iki Avrupa ülkesine tüm NATO üyeleri huzurunda diz çöktürmesinden rahatsız olanların arkasında kimler var iyi bakmak lazım.