YUNAN ORDULARI BAŞKOMUTANI TRİKUPİS’İN HİKÂYESİ (4)

-Generaller ve albaylar, üzülmeyiniz! Bu savaş talihidir. Savaşta yenmek kadar yenilmek de mukadderdir. Esasen Yunan milletinin ve onun içinden akıp gelen Yunan ordusunun memleketimizde bir işleri ve bir hakları yoktu.

BUNDAN sonra Tugay Emir Subayı olan Kemal Bey izlenimlerini yazma özel hatıratında şöyle anlatıyor: “Ben emri aldıktan sonra arkadaşlarımla beraber 9. Alay Komutanı Hüsnü Bey’in yanına geldim. Ali Rıza Bey’in emrini Hüsnü Bey’e tekrar ettim. Saat 19.30’du. Güneş batmıştı, hava kararmak üzereydi. Haritadan gideceğim yolu ve düşmanın bulunması gereken yeri tespit ettim. Arkadaşlarımla beraber mevzilerimizden hareket ederek düşmanın bulunduğu yere doğru yürüdük. Bir patikadan yürüyorduk. Fakat mehtap vardı. Mehtaplı ve sessiz bir gecede meçhule doğru gidiyorduk. Ortalık aydınlık, fakat yolumuzun sonu meçhuldü. Arkadaşlarımı bilmem ama benim içimde tatlı bir korku vardı. Etrafta bizim çıkardığımız gürültüden, şurada burada öten böcek seslerinden başka bir şey yoktu. Hiçbir gece sessizlik tehlikenin, böcek nağmeleriyle mehtabın, dostla düşmanın, ölümle vatan ve millet sevgisinin tatlı bir munislikle kucak kucağa, sarmaş dolaş olduğu bu gece kadar, hem güzel hem heyecanlı hem de tehlikeli olamaz.

Talihe bakınız, bütün bir millet 2-3 yıldan beri harim-i ismetine (namus ocağına/vatanına) giren düşmanı boğmak için geceli gündüzlü çalışılıyor. Sonunda onu mağlup ediyor. Sonra da git şunun kulağından tut getir diye beni memur ediyor. Ben talihimin bana bahşettiği bu tarihi anı yaşamış olmanın sevinci içindeyim. Muharebe sahasında insan uzun zaman derin düşüncelere dalamaz, ya bir tüfek patlaması ya bir at kişnemesi veya bir taşın yuvarlanması, insanı hayat âleminden hakikat âlemine çeker. Bu kere de öyle oldu. Çavuşun bastığı yerden yuvarlanan bir kayanın çıkardığı ses beni düşünceler âleminden hemen gerçekler âlemine getirdi. Dedim ya, dağın yamacında bir patika yoldan gidiyorduk. Yolumuz zaman zaman dik ve keskin kayalıklarla kesiliyordu. Yeni bir patika bularak oradan yürüyorduk. Dura yürüye, dura yürüye ve etrafımızı dinleye dinleye bir saatten fazla yürüdük. Bir ara nasıl oldu bilmiyorum. Yüksek olmayan bir kayanın üzerinden aşağı iner inmez kendimizi kalabalık bir düşmanın içinde bulduk. Hemen etrafımızı çevirdiler. Esir olduğumuzu sandım. Bir asker olarak ben düşmanın emniyet tedbiri alacağını, ileriye gözcüler, nöbetçiler dikeceğini, devriyeler çıkaracağını ve bizim önce vurup öldürmezlerse, nöbetçi ya da devriyelerle karşılaşacağımızı, sonra onlar vasıtasıyla komutanlarına götürüleceğimizi sanıyor ve ümit ediyordum.

Fakat düşman ümidimizin hilafına (tersine) hiçbir tedbir almamıştı. Ümitlerini kaybetmişlerdi. Moralleri bozulmuş ve şaşkın, karışık bir sürü haline gelmişlerdi. Zaten ümitlerini bizim gelmemize bağlamışlar, bizi bekliyorlarmış. Gündüzü andıran mehtaplı gecede bizi görür görmez:

-Zito Kemal, Zito Türk, Zito Kemal, Zito Türk (Yaşa Kemal, Yaşa Türk) diye bağrıştılar. Kulağıma Türkçe konuşmalar da geldi.
-Komutanınız nerede, beni onun yanına götürün dedim. Gayet güzel Türkçe konuşan biri yanımıza yanaştı.
-Buyurun sizi General Trikupis’in yanına götüreyim, dedi ve önümüze düştü. Trikupis’i, düşman komutanını askerce selamladık. Tercüman vasıtasıyla ben kendimi tanıttım. ‘Komutanın emirlerini kendisine tebliğe memur edildiğimi’ söyledim. ‘Kayıtsız şartsız teslim olunuz’ dedim. Trikupis konuşmamı dünyada duyabilen derin bir ızdırabın zehirli sessizliği içinde dinledi. Kadere baş eğen bir teslimiyetle:
-Evet, bunları biliyoruz. Teslim olmaktan başka çıkar yol yoktur (yanındaki subaylara dönerek) öyle değil mi arkadaşlar? Diye sordu. Onlar da:
-Evet, öyledir teslim olmaktan başka çıkar yol yoktur, dediler. Trikupis:
-Öyle ise kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul ediyoruz, dedi ve tümen komutanınızı bekliyoruz. Ne zaman gelecekler? Diye sordu.
-Tümen komutanının gelmeden önce askerin silahından tecrit edilmesi lazımdır. Lütfen emir veriniz. Askerleriniz mermilerini çıkarıp belli bir yere koysunlar.
-Görüyorsunuz büyük bir kısmı silahlarını yollarda çıkarıp atmışlardır. Atmayanlar da şimdi şimdi silahlarını çıkarıp atarlar, dedi. Yunanca:
-Asker arkadaşlar, silahlarınızı, tabancalarınızı ve mermilerinizi (eliyle biraz ötede dere içinde bir yeri göstererek) şuraya bırakınız, dedi. Yirmi dakikada askerler, silahlarını derenin içinde gösterilen yere bıraktılar ve geri çekildiler. Asker silahtan tecrit edilmişti. Trikupis yine Yunanca (fakat tercümanla konuşuyorduk): Askerler silahtan tecrit edildi. Şimdi sıra bizim silahlarımızı takdim etmeye geldi, dedi ve subayların tabancalarını gösterdi.
-Komutanımdan, general ve subayların da silahlarını almak hususunda bir emir almadım. Şimdilik sizinkiler kalsın, dedim. Trikupis:
-Komutanınıza teşekkür ederim, bu Türk alicenaplığıdır dedi. Hemen kısa bir rapor yazdım. Çavuşla, Tugay Komutanı Ali Rıza Bey’e gönderdim kendisini beklediğimizi bildirdim. Aradan çok geçmedi. Bu sırada Ali Rıza Bey yola çıkmış, geliyorlarmış. Çavuşla yolda karşılaşmışlar, saat 22.00’de Elma Dağı’nın susuz Kösur Vadisi’nin yamaçlarında bize doğru gelen kara siluetler gördüm.

En öndekine dikkat ettim. Tugay Komutanımız Ali Rıza Bey’i at üzerinde siluetinden tanıdım. Koşarak kendilerini karşıladım ve selamladım. Attan indiler, yanında Karargâhtan bir takım süvari birliği ile Karargâh Makineli Tüfek Bölük Komutanı İbrahim Bey vardı. Yürüdü, o zamana kadar ayağa kalkmış, bir araya gelmiş olan General Trikupis’in, yanındaki general ve albayların yanına geldi. Mağluplar büyük bir sessizlik ve teslimiyet içindeydiler. Ali Rıza Bey mağluplara elini uzatırken:

-Generaller ve albaylar, üzülmeyiniz! Bu savaş talihidir. Savaşta yenmek kadar yenilmek de mukadderdir. Esasen Yunan milletinin ve onun içinden akıp gelen Yunan ordusunun memleketimizde bir işleri ve bir hakları yoktu. Biz haksızlığa uğradık. Biz haksızca tecavüzlere maruz kaldık. Netice Hakk’ın tecelli ve tezahüründen ibarettir. Vebal, menfaatleri uğruna masum milletleri çarpıştıranlarındır, değil mi general, dedi. Trikupis:

-Kendi hesabıma bu neticeden çok üzüntülüyüm. Vebal kimin olursa olsun, Yunanlıların veya İngilizlerin…

Ama şu anda Türk’ün ve Türk ordusunun gösterdiği mucize karşısında, onların da şahsım kadar başları yerde, utanç duymakta olduklarını görür gibi oluyorum. Türk ordusunu gösterdiği mucizeden ve kazandığı büyük zaferden dolayı tebrik ederim, dedi.

YARIN: AHMET ÇAVUŞ ANLATIYOR