“Bir insan ne kadar hür olursa o kadar düşünür, ne kadar düşünürse o kadar ahlâklı olurdu.” demiş Ömer Seyfettin Efruz Bey eserinde, bu günün akıl tutsaklığına tercüman olurcasına…

Her şeyi zıddıyla anlamakta mahiriz. İyiliği anlamak için kötülüğe mutlak ihtiyaç duyuyoruz, doğruyu yanlışın referansıyla buluyoruz. Cennet tasvirinde, cehennemin azabını diğer kefeye koyuyoruz. Yani iyi ve kötü birer seçenek haline gelmiş, olması gerekene irademizle yönelmek yerine iki seçenek arasında seçim yapıyoruz. Çünkü irademizi teslim etmişiz, yalnız yargılanacağımız yere doğru kalabalık hareket ediyoruz. Ahlakımızı kalabalığın tutumu yönetiyor, doğrumuz yüreğimizin vicdan eleğini teğet geçip, çoğunluk onayından geçiyor, yani çoğunluk kötüyü alkışlasa iyiliğin şirazesi kayıyor, kaideleri yön değiştiriyor.

Tüm bu zıtlıklar dünyayı bir boğuşma meydanı haline getiriyor, hak ve batılın – iyi ve kötünün – doğru ve yanlışın boğuşmasında, çağın curcunasında hak olan,  mütevaziliğiyle saklı kalıyor, batılın sesi gür tavrı çirkef taraftarı çok…

Tüm bu kargaşa içinde maneviyatımız da doğal beslenmiyor, kaynağını toplumdan alıyor, imanımız tahkiki değil taklidi, dolayısıyla hastalıklı bir tavra tabiyiz… Ahir zamanı aydınlatan bir üslupla İmam Maturidi “İman, kesin bilginin tasdikinden ibarettir, taklit yoluyla inanmak, mazur görülmez.” demiştir, günümüz mazur görülemeyecek bir maneviyatın tesirinde sanki… İbadeti beş vakit sanıyoruz, şükürden azade korkuyla huzura duruyoruz ve yaradana olan görevimizi,  kula sunuyoruz bunun bir de edebiyatını yapıyoruz. Mahkemeye takım elbiseyle gelen katilin iyi halden aldığı indirimi, Allah için kıldığımız namazla halk gözünde bekliyoruz… Allah rızası değil niyetlerimizin temeli, toplum onayı… Ve cehennem korkusu bizi cennete yöneltiyor, çünkü çoğumuzun yaptığı devasal bir yanlış var o da şu “Cehennemde yanarsın!” … Bunca nimet, şükürle huzura durmayı hak ederken, cehennemde yanmamak üzere yapılan ibadet, tüm sıkıntıların temelde olduğunu işaret ediyor resmen.

Biz bir şeyleri yanlış öğrendik … Bize doğruyu yanlışla öğrettiler.

Her kulun kendinden sorumlu olduğu dünyada, irade-akıl-düşünce nasıl yok sayılabilir ki..? Kul kendi iradesinden azad edildiğinde Rabbine nasıl varacak..? Birilerinin peşine takılarak dar yollardan Rabbe varmaya çalışmak, kalabalığın amelini kendi ameline kopyalamak değil midir..? Öyleyse Allah neden akıl vermiş ki, insanı hayvandan ayıran irade bizde niçin var..? Biz eğer iyiyi kötüyle , tanımlayacaksak; doğruyu toplumun alkışıyla belirleyeceksek; cenneti cehennem korkusuyla arzulayacaksak; İbadeti toplum rızasına talim olmak için yapacaksak… biz meselenin kökünü anlayamadan, duyduğumuzu sahiplenip yaşayacaksak, neden sadece kendi amelimizden sorumluyuz? İnsan mantıken, eğer yeterliliği var ise, kabiliyeti var ise kendi hür iradesiyle yaptığı işten sorumlu tutulur; Allah bizi kendimizden sorumlu tutuyor ise, bize verdiği kabiliyeti kullanmamız gerektiğini göstermez mi bu durum, irademizin sınavı değil midir bu dünya… İyiyi bulacak, doğruya yönelecek, hakkı seçip ibadeti minnet dolu bir şükür için yapacak kabiliyet bize yaradanın verdiği iradedir, akıldır, düşünerek varılacak sonuçtur.

Şimdi düzeni, insanları, toplumu anlamaya çalışıyoruz, kötüyü anlamaya çalışıyoruz… Ama anlamak için bugüne bakmamız faydasız, bu günün sebebi dünde, doğruyu biliyoruz ama yanlış biliyoruz. Bu gün gündeme oturan köpeklerin öldürülmesindeki kötülüğü sorgularken, iyi ve kötüyü bir seçim haline getiren tanımlamalarımızı göz önüne getirmeliyiz. Bu gün Müslümanım diyenin yaptığı yanlışlara şaşırırken, Allah için yapılan ibadeti görmeden inanmayan ve öteleyen “Müslümanlığını ölçen” zihniyeti sorgulamalıyız, çünkü bu zihniyet ibadeti hak rızasından toplum onayı çizgisine çekti, bu zihniyet Müslümanlığı yanlış anladı… Yani mesele doğruyu bilmek değilmiş, asıl mesele doğruyu bulma şekli, doğruya varan yol ve doğruya yönelten iradeymiş… Doğruyu yanlışla öğrenenin bir avucunda da yanlış vardır, doğruya toplumun alkışıyla varanın aklı kiralıktır, mesele doğruyu anlayıp o doğru ile yanlışı yok edebilme kabiliyetidir, işte bu da iradedir, bunun sırrı Rabbin bahşettiği akılda gizlidir.   “İyi olduğu için Allah emreder” demiş İmam Maturidi, Allahın emrettiğindeki iyiyi görmek bizim asıl amelimizdir, o amele de aklı nakle tabi kılarak varırız… İyi ve kötüyü seçim yapan tanımlamalarımız, kötülüğün güneşini doğurmuş, bu güneşin batıracak kabiliyet ise ancak aklı hür bırakan iradedir…