99. YILINDA TBMM AÇILIŞI VE DAYANDIĞI DEĞERLER 3

23 NİSAN Cuma günü, Ankara’da sabahın erken saatlerinde evlerinden ayrılan kadın, erkek, çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, kalpaklı, sarıklı, yöresel giysili vs. bütün halk tabakalarını kapsayan insan kitleleri tören alanını doldurmaya başlamıştı. Yerli ve yabancı bütün Ankara halkı Meclis binası ile Hacı Bayram Camii arasına sıkışmaya çalışmış ise de sığmamıştır. Arsalar, evlerin çatıları insanlarla dolmuştur. Hacı Bayram Camii’nde cuma namazını kılmaya gelenler öylesine çoğalmışlardı ki, kapılardan taşmışlar, mermer avluya dolmuşlar, mezarların üzerlerine ilişmişler, sokaklarda yer bulmaya çalışmışlardır. Yunus Nadi’nin de belirttiği gibi, “bu şerait içinde usulü dairesinde” yapılan bir ibadet olmaktan çok, milletin kendi yazgısını kendisinin çizeceği bir dayanışma günü olmuştur. Çünkü cuma namazı kılındıktan sonra, solgun ipeklerine yıpranmış satırlarla dualar yazılmış, eski sancaklar altında “tehliller, tekbirler” getirilerek ihtiyar şeyhleri, fakir hacıları, hocaları ile Meclis binasına doğru yürüyen bu insan seli, Anadolu’da yeni bir düşünceyi karşılamaya çıkmıştı. O da, kendi gücünün üstünde hiçbir güç tanımayan ve ülkesini tam bağımsızlığa kavuşturmayı amaçlayan inkılâpçı Büyük Millet Meclisinin ülkenin kaderine el koyması düşüncesi ve onun hayata geçirilmesi olacaktır.” Açılış töreni, Mustafa Kemal Paşa’nın yukarıdaki genelgesinde belirttiği esaslara göre icra edilmiştir: Cuma namazından sonra Kur’an-ı Kerim okundu. Kalabalık, Meclis’e doğru bir insan seli halinde, tekbirler getirerek gitmeye başladı. En önde Hacı Bayram Veli’nin, üzerinde ayetler yazılı sancağı ve Sinop Mebusu Hoca Abdullah Efendi’nin başı üzerinde taşıdığı yeşil örtülü bir rahlede Kur’an-ı Kerim ve Sakal-ı Şerif taşınıyordu. Bir manga kadar asker de bu rahlenin iki tarafında ağır ağır ilerliyordu. Ulema, şeyhler, milletvekilleri, şehrin ileri gelen yöneticileri, yüksek rütbeli askerler ve halk onları izliyordu. Meclisin önüne gelindiğinde kurbanlar kesildi. Bursa Mebusu Fehmi Hoca yüksek sesle Hatim Duası okuduktan sonra; Mustafa Kemal Paşa tarafından Meclisin kapısındaki kurdeleler kesilerek içeriye girildi. İlk defa Meclise Yozgat Mebusu Süleyman Bey girdi. Arkadan bütün mebuslar içeri girerek sıralara oturdular. Bu zaman hoca mebuslar Mecliste hep bir ağızdan dua ediyorlar. Buhari-i Şerif okuyorlardı. Bayraklarla süslenen kürsüye Hacı Bayram Veli’nin sancağı dikildi. Kur’ân ile Sakal-ı Şerif de kürsüye konuldu. Meclis’te herkes yerini almıştı. Küçük toplantı salonunun iki yanındaki dar dinleyici locaları ve bunlara çıkan merdivenler hiç yer kalmamacasına doluydu. Başkanlık kürsüsünün önünde bulunan konuşmacı kürsüsünün hemen önünde, daha alçak bir sırada tutanak kâtipleri ve tutanak grubu şefi, yüzleri milletvekillerine ve arkaları kürsüye dönük olarak yerlerini almışlardı. O gün Mecliste İstanbul’dan gelebilenler ve 19 Mart tarihli genelge ile olağanüstü yetkililerle seçilmiş olanlardan ancak 120 (bazı kaynaklarda 115) milletvekili toplanabilmişti. Saat 13.45 (bazı kaynaklarda 14.00)’te, en yaşlı üye (1845 doğumlu) emekli Milli Eğitim Müdürü Sinop Mebusu Şerif (Avkan) Bey, vakarlı ve yaşına göre çok dik bir yürüyüşle ağır ağır başkanlık kürsüsüne gelerek, “Milletimizin dahili ve harici istiklal-i tam dahilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan ederek Büyük Millet Meclisini küşat ediyorum (açıyorum)” diyordu. Şerif Bey’den sonra söz alan Mustafa Kemal Paşa, Meclisin hangi üyelerden kurulu olacağını açıkladı. Seçim tutanaklarını inceleme komisyonlarının (Encümen) seçimi yapılarak ertesi gün toplanmak üzere oturumuna son verildi. 24 Nisan 1920 günü Heyet-i Temsiliye Başkanı ve Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi’nden Meclis’in açılışına kadar geçen dönemin olaylarını içeren açıklayıcı bir konuşma yaptı. Ardından Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver)’in yaptığı duygulu ve coşkulu bir konuşmadan sonra, yasama çalışmalarına ve hükümetin kurulması görüşmelerine başlandı. Mustafa Kemal Paşa’nın sunduğu konuyla ilgili önerge görüşmeler sonunda çoğunlukla onaylanarak, Meclis Başkanlığı seçimi yapıldı. Mustafa Kemal Paşa, 110 oyla Meclis Başkanlığı’na, Celalettin Arif Bey, 109 oyla Meclis İkinci Başkanlığı’na, Konya Mevlevi Çelebisi Abdülhalim Efendi ile Hacı Bektaş Çelebisi Celalettin Efendi de Reis Vekilliği’ne seçildiler. 25 Nisan 1920 günü “Muvakkat İcra Encümeni” (Geçici Hükümet); 2 Mayıs 1920’de çıkarılan yasaya uygun olarak da, 3 ve 4 Mayıs’ta yapılan seçimlerle “Büyük Millet Meclisi İcra Vekiller Heyeti” (Hükümet) kuruldu. Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanı olduğu bu hükümet onunla birlikte 12 kişiden oluşuyordu.

MECLİSİN ADI: TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Meclisin “adı” konusunda ilk tartışma, daha Meclis açılmadan önce 11 Nisan 1920’de vilayette yapılan toplantıda başlamıştır. Toplantıda, “Meclis-i Kebir”, “Meclis-i Kebir-i Milli”, “Kurultay” ve “Meclis-i Mebusan” isimleri üzerinde durulmuştur. Şerif Bey’in Meclis açılışında yaptığı konuşmada kullandığı “Büyük Millet Meclisini açıyorum” ibaresinden, milletvekillerinin açılıştan önce “Büyük Millet Meclisi” adını kararlaştırmış oldukları görülüyordu. Buradaki “Büyük” sıfatının bir meclis kararı veya yasa ile değil, teamül olarak ortaya çıktığı ve Meclisin “kuruculuk” özelliğini ifade ettiği düşünülmektedir. Büyük Millet Meclisi adının başına “Türkiye” sözünün ne zaman eklendiği konusunda farklı bilgiler bulunmaktadır. Nutuk’taki belge ve bilgilere göre Kasım 1920’den itibaren Mustafa Kemal Paşa’nın “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi” unvanını kullandığı, Tevfik Paşa’nın da 27 Ocak 1921 tarihli telgrafında “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne” diye yazdığı, Dahiliye Vekaleti’nin bastırdığı yazışma kağıtlarında “Türkiye Büyük Millet Meclisi Dahiliye Vekaleti Memurin Müdiriyeti” adının geçtiği (28 Ekim 1920), Türkiye Büyük Millet Meclisi Karar Defteri’nde (17 Kasım 1920 tarihli 77 sayılı kararda) “Türkiye Büyük Millet Meclisi” adının anıldığı, Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanan “Halkçılık Programı”nın çeşitli maddelerinde de “Türkiye Büyük Millet Meclisi” ibaresine yer verildiği görülmektedir. Fakat bu kullanım sürekli olmamıştır. Ancak, İcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi’nde 8 Şubat 1921 tarihinden başlayarak kullanılan “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi” unvanının kesintisiz kullanıldığı görülmektedir. Büyük Millet Meclisinin imzaladığı ilk antlaşma olan Gümrü Barış Antlaşması’nda 2/3 Aralık 1920, Türkiye-Afganistan ve Türkiye- Rusya Antlaşmalarında “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” deyiminin geçtiği görülmektedir. Hatta Türkiye-Rusya Antlaşması’nda “Türkiye” kelimesinin “coğrafi” anlamı da belirlenmiştir: “Türkiye tabiriyle Kanunusani 1336 (1920)’de İstanbul’da münakit Meclis-i Mebusan tarafından tanzim ve bilcümle devletlerle matbuata tebliğ olunan Misak- ı Milli’nin ihtiva ettiği arazi kastedilmiştir” denilerek, yeni Türkiye’nin sınırlarının Misak- ı Milli ile belirlenen sınırlar olduğu vurgulanmıştır.

MECLİSİN MİLLİ KİMLİĞİ

İlk Meclis, milletvekillerinin sosyo-ekonomik özellikleri, yani yaşları, eğitim düzeyleri, meslekleri ve geldikleri yerler itibarıyla tam bir “milli meclis” kimliğindeydi. Okul sıralarında; kılıkları, giysileri, yaşları, düşünsel düzeyleri ve görgüleri çok değişik, beyaz sarıklı, aksakallı, cüppeli, eli tespihli hocalarla; pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri; külahlı ağalar ve kavuklu çelebilerle; Avrupa’daki yüksek öğrenimlerini bitirip, yeni dönmüş, batı kültürüyle yetişmiş “Kuva-yı Milliye” kalpaklı gençler yan yana oturuyordu. Hamdullah Suphi’nin ifadesiyle, “İç Anadolu’nun dört bin senelik kerpiç evi, koynunda ne varsa orada teşhir ediyordu.” Bu denli farklı olan bu kişilerin tek ortak yanları amaçlarıydı. Aynı dava uğruna bir ölüm kalım savaşı vermek için toplanmışlardı. Ya Anadolu’dan düşmanı kovacaklar ya da bu uğurda öleceklerdi. “Kimi Adana’dan gelmişti, kimi Erzurum’dan, kimi Hakkâri’den. Diyelim ki, Kaymakam Nüzhet, Albay İsmet, Dava Vekili Hüseyin Avni, Hapishane Müdürü Ruşen ve diğerleri... Ne yiyecekleri, ne giyecekleri... Biraz zeytin, biraz helva vardı heybelerinde... Ve inançları, yoklukları aşacak büyüklükteydi, yüreklerinde...” İlk Meclisin ilk milletvekili olmak hiç de kolay değildi. Seçilmek kadar, Ankara’ya ulaşabilmek de meseleydi. Mesela Batum’dan seçilen ama yurdunda başka bir ülkenin pasaportu ile okuyan Ahmet Fevzi Erdem’e, Ankara’ya gidebilmesi için Şavşat halkı 75 lira toplamıştı. Erdem Pontusçularla uğraşa uğraşa 8 günde Samsun’a gelebilmişti. Sonunda diğer illerden gelen 4 aday Samsun’da paralarını birleştirecek ve kendilerini Meclise ulaştıracak bir at arabasını kiralayabileceklerdi. “Makam” arabası istasyon çayırına girdiği zaman Meclis çalışmalara başlayalı 3 gün olmuştu.. Bir bölümü atlarıyla gelmişti. Doludizgin hürriyete koşar gibiydiler. Bazıları çevredeki birkaç otele yerleştirildi. Fakat büyük bir kısmı yatacak yer bulamamıştı.. Eğerler yastık, heybeler yatak yapıldı ve istasyon çayırı bir açık hava oteli oldu. Ve onlar böylece iş birlikçiler ve düşman kadar sıtma ile de boğuştular. Ama hiçbirisi yüreklerinden başka bir yerlerin sızladığını söylemediler... Onlar, yani ilkler 8 ay maaş almadılar. Sonra 100 (bazı kaynaklarda 80 veya 75 Lira) lira oldu maaşları... 1921’de ise bütçe açığının kapanması için, maaşlarının yüzde 20 oranında indirilmesini kabul ettiler... İlk Meclis’in ilk oturumunda uzun süren görüşmelerden sonra, milletvekilleri acıkmıştı.. Yemek için oturuma ara verildi. Menü tahin helvasıydı...” Milletvekillerinin büyük bir kısmı Darülmuallimin Mektebi (Öğretmen Okulu)nda yatıyorlardı. Eskişehir Mebusu Yeşil Efendi ile Kütahya Mebusu Muallim Cevdet İzrap Beyler, tabldota memur edildiler. Her öğün üç kap yemek olmak üzere yetmiş kuruşa çıkıyordu... Koridorda şöyle bir levha asılı idi: “Tavla ve sair oyun oynamak yasaktır!” Vilayet tarafından tutulmuş bir müezzin de bu binanın merdiven başında ezan okuyor, herkesi namaza davet ediyordu. Yataklar yerlere serili idi. Meclis açıldıktan sonra, Müezzin Hüseyin Efendi, Meclis’in kapısında beş vakit ezan okurdu. Ayrıca akşamları da Meclis’in bahçesinde İsmail Zühtü Bey’in idare ettiği mızıka milli marşlar çalmakta idi. Meclis’te su olmadığından mebusların su içmeleri için küpler de konulmuştu. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen, “İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin her yanında uyum var. Gerçi milletvekillerinin kılık kıyafetleri değişik ve renk renk, öğrenimlerine ve yetişme ortamlarına göre düşünce yöntemleri değişik, ama gönülleri ve amaçları bir. Gerçi Meclis binası küçük ve eşyası gösterişsiz, ama dava büyük. Bu Türk ulusunun ölüm-kalım savaşı davası. Tarihte bağımsızlığını hiç yitirmemiş olan Türk ulusu ya düşmanı yurdundan kovacak ve özgür yaşayacak ya da son erine kadar ölecek. Parola bu. Gerçi silah, cephane ve düzenli ordu yok, ama Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Türk halkının birleşmiş çelik istenci var. Gerçi para yok, ama halkın cömertliği ve gönül zenginliği sonsuz. Gerçi düşman bir değil, pek çok; zayıf değil, çok güçlü; ama Türk’ün kükreyişi ve bağımsız yaşama azmi daha güçlü...”

YARIN: İLK MECLİSTE KAÇ VEKİL VARDI?