MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli geçen hafta yayınladığı bir mesajında medyadaki yabancı ve yozlaşmış ideolojileri ele almıştı.

“Medyayı kuşatma altına almış, yabancı ve yozlaşmış ideolojilere saplanmış gazeteci ve yorumculardan Türkiye’yi arındırmak amacıyla, milli ve şuurlu vatansever gençlerimizi üniversite tercihlerinde iletişim fakültelerini dikkate almalarının milli bir görev olduğuna inanıyorum” şeklindeki paylaşımında gençlerin iletişim fakültelerini tercihini önemli gördüğünü belirtmişti.

Medya, yönlendirici etkisiyle milyonların bir fikre yönelmesine destek olabiliyor. Bu sadece görsel medya ile değil, yazılı ve sosyal medya ortamlarında da gerçekleşiyor.

Medya, terör örgütleri tarafından da yoğun şekilde amaçları doğrultusunda kullanılıyor. PKK/YPG savunucuları kadar YPG’yi terör örgütü olarak görmeyen zihniyetin de medyada geniş yer bulduğu bir gerçek. Yalnızca PKK/YPG değil tabii ki. FETÖ’nün de televizyonlarda yoğun şekilde bugün iltisakları anlaşılmış kişilerle göründüğünü hatırlıyoruz. Yani medyada gaflet içindekiler de var, dalalet içindekiler de var, ihanet içindekiler de, düşmanlar da.

Medyada yüzü ile yer bulmuş olan kişiler kadar, medyayı fonlarıyla yönlendiren kişiler ve kurumlar da değerlendirilmesi gereken ayrı bir unsur.

Medyayı sadece yüzlerden ibaret algılayacağımız bir devirde de değiliz. Medyayı bir ekosistem olarak ele aldığımızda, yayın kuruluşları, basım kuruluşları, dağıtım kuruluşları, sosyal medya kuruluşları, ajanslar, içerik üreticileri, yapımcılar, yönetmenler, oyuncular, spikerler, yayın yönetmenleri ve gazetecilere kadar uzanan bir silsileyi değerlendirmek önemli. Devlet Bahçeli Bey’in mesajını yönelttiği milli ve şuurlu ama vatansever gençlerimiz kadar, bu ekosistem içinde bir yerde yer almaya gücü ve altyapısı olan herkesin de bu önemli mesajı değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bugünlerde medya programlarının kendilerinin kuşatılmış olduğu kadar, bu programlarda Türkiye’nin kuşatıldığının tartışıldığını da görüyoruz.

Görmek lazım ki, günümüzün harpleri yalnızca sınırlarda ve ordularla sınırlı savaşlar olmayacaktır. “Topyekûn harp” kavramı burada önem taşıyor. Esasında 2. Dünya Savaşı sonrasında yerleşmeye başlayan bu kavram yalnızca orduların ya da savaşmakla görevli kişilerin savaştığı dönemin geçtiğini ifade ediyor.

Ortaçağda bir ülke savaşa girdiğinde kazanan- kaybeden o krallığın kralı ya da daha küçük yönetim modellerinde derebeyleri iken, dünya savaşları ile beraber bir ülke bütün olarak kazanmak ya da kaybetmektedir. Bir ülkenin ekonomi, sanayi vb. bir bacağının zayıf olması da savaştaki bir ülke için yumuşak bir karındır.

Aslında benim bu köşede yazdıklarım da işte bu muhtemel postmodern savaşların, topyekûn savaşların cephelerinden birer durum tespiti ve yorum olarak düşünülebilir. 2021’in ilk yazısı olan “2020’den 2023’e doğru, birlik ve dirlik!” başlıklı yazımda da belirttiğim, “teknoloji”, “sanayi”, “Ar- Ge”, “bilişim”, “güvenlik” ve “ekonomi” ana başlıkları ile sosyal medya, sağlık, siber güvenlik, savunma gibi alt alanlar ve benzerlerinin tamamı benim yazılarımın yoğunlaştığı “topyekûn harp”in birer cephesidir. Bugünün savaşlarında bir cephenin de medya ve iletişim olacağı kuşku götürmez.

Şunu bilelim ki, her cephede güçlü durmak durumundayız. Tüm cephelerde küçük ya da büyük demeden tüm “milli ve şuurlu vatansever” okuyucularımızın bir görevi olabilecektir. Genç isek bu kritik alanlara yönelmek, anne baba isek çocuklarımızın farkındalığını sağlamak, yatırım imkânlarına sahip kişiler isek bu alanlarda yatırımlar yapmak gereklidir. Hiçbir şey yapamayacağınızı düşünüyorsanız sadece yerli ürün kullanarak çok şey yapmış olacağınızı söyleyebilirim.

Unutmayalım, bu dünyada zenginlikten pay almak ve payını korumak artık topyekûn harp kurallarına bağlıdır.

Andımız

Ant içtiğimiz anlamlı sözleri bir kez daha hatırlayalım.

“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım,

İlkem: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk!

Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.

Varlığım Türk varlığına armağan olsun.

Ne mutlu Türk’üm diyene!”