MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.

Açıklama şu şekilde;

Evvela şunu ifade etmeliyim ki, milletimizin her sorunu bizim sorunumuz, bu sorunlara çare ve çözüm bulunacak adres de Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu kutlu çatı altında demokratik ve dengeli uzlaşma ortamının köklü reformlara refakat edeceğini, aynı şekilde fikirlerin yarışmasına ve somut teklif mahiyeti almasına mihmandarlık yapacağını unutmamak lazımdır. Merhum vatan şairimiz Namık Kemal’in deyişiyle, Barika-i Hakikat, Müsademe-i Efkardan Doğacaktır.”

Bu sözün anlam çizgilerini kazıyarak gün yüzüne çıkardığımızda, esas itibariyle fikirlerin çatışma ve çarpışmasına atıftan ziyade rekabet ve mücadelesiyle hakikat ışığının parlayacağı berrak ölçüde görülecektir. Bir başka anlatımla ahlaki zeminde fikirlerin rekabeti ortak aklın ihata duvarlarını inşa edecektir. Tarihin hangi dönemine, hangi perspektif ve görüş açısıyla bakarsanız bakınız, dünyada asıl kuvvetin bir fikri temsil edenler olduğunu görmeniz mukadderdir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi de milli iradenin tecelligahı olmakla birlikte Türk milletinin istiklal ve beka fikriyatının tarih, kültür ve demokrasi sacayağında tecessüm etmiş medarı iftiharıdır. Siyaseti, dağınık çıkarların temininde, çarpık heveslerin tahkiminde, güdük ve hödük emellerin takviyesinde bir vasıta olarak ele alanlar için uzlaşmak tehlikeli bir tavizdir.

Türk siyaseti, ahlaki ve milli uzlaşma vasatından bir yanda kaçıp diğer yanda korkanların elinde itibar ve irtifa kaybına acıklı şekilde maruz kalmaktadır. Bu kaybın önüne geçmek, bu kaybın zarar ve ziyanlarını telafi etmek sahici ve samimi siyaset yapanların öncelikli vazifesidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Ekim 2023 tarihine kadar çalışmalarına ara vermeden gündemde bulunan kanun tekliflerini sırasıyla kabul ederek milletimizin haklı beklentilerini karşılamak durumundayız. Özellikle 6 Şubat Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerin neden olduğu ekonomik hasarların telafisi için bazı düzenlemeler yapılacaktır. Bu düzenlemeler can sıkıcı olsa da daha güzel ve gelişmiş bir ülke tablosuna vasıl olmak için dişimizi sabırla sıkmamız işin doğası gereğidir.

Nimet-külfet dengesi adaletle kurularak depremin ağır sonuçları inanıyorum ki en aza indirilecektir. Bildiğiniz gibi depremin neden olduğu sosyal, toplumsal, sosyolojik ve psikolojik maliyetlerin yanında kabarık ekonomik faturası yaklaşık 104 milyar dolar düzeyindedir.

Devlet deprem bölgesinde seferber olmuştur. Bütün imkanlar harekete geçirilmiş, mağdur vatandaşlarımıza el uzatılmıştır. Bunun yanı sıra, depreme karşı güvenli konutların temel atma ve yapım süreçleri tavsamadan ve teklemeden devam etmektedir. Olağanüstü bu mücadele sürecinin desteklenmesi, depremzede vatandaşlarımızın her türlü ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla 2023 yılı Merkezi Yönetim Bütçesine ilave ödenek eklenmesi söz konusudur.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, TBMM’de görüşülecek kanun tekliflerini tereddütsüz destekleyeceğimizi, vatanımızın ve milletimizin başta deprem olmak üzere, farklı sebeplerden kaynaklanan akut ihtiyaçlarının karşılanması için yapıcı ve müspet irademizi göstereceğimizi huzurlarınızda açıklamak istiyorum.

“Türkiye’nin yıldız gibi parlayacağına yürekten inanıyorum”

Siz değerli milletvekillerinden ricam Genel Kurul çalışmalarına aktif ve eksiksiz şekilde katılmanızdır. Bu hususta da Grup Başkanvekilleri gerekli takip, dikkat ve özeni hassasiyetle göstereceklerdir. Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı olarak milletimizin sesine ses, özlemlerine nefes, hedeflerine de beden olmaya her zaman varız ve hazırız.

Biz öylesine bir feragat şuuruna sahibiz ki, yeri ve zamanı gelirse dost için ölmesini, düşman için de dirilmesini hamd olsun biliriz. Ağzı yalan ve palavra ambarına dönmüş olanlara kulak asmayız. Tezvirat ve tefrikalarıyla vapur bacası gibi ses çıkaran bedhahlara aldanmayız, hiç de aldırış etmeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’ncü yıldönümünde milli birlik ve kardeşlik ruhuyla her meselenin üstesinden geliriz, bunu da başarmaya azimli ve muktediriz. Ekonominin fırtınalı denizlerden güvenli limana yüzerek demirleyeceğine, günün sonunda insanımızın yüksek refah standardına ulaşacağına; yakın vadede kalkınmış, büyümüş, zenginleşmiş, fiyat ve finansal istikrarıyla, gelir ve servet dağılımı adaletini sağlamış bir Türkiye’nin yıldız gibi parlayacağına yürekten inanıyorum.

Hayat pahalılığı kaderimiz değildir. Kur, faiz ve enflasyondaki oynaklıklar sağlıklı bir yönetim sistemi, güçlü bir iktidar ve millet desteğiyle gündemdeki ağırlığını inşallah kaybedecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi siyasal ve ekonomik istikrarın güvencesidir.

Böylelikle ekonomide huzur ve refah sökün edecektir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 3 Haziran 2023 tarihinde açıklanıp göreve başlayan ikinci dönem Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Türkiye ekonomisinin maruz kaldığı risk ve tehlikeleri en aza çekmek için kolları sıvamıştır.

“Memurlarımıza ve emeklilerimize yapılacak zamların da destekçisiyiz”

Biz gelecekten umutluyuz. Çünkü Türkiye’mizi seviyor, milletimize güveniyoruz. El ele verdikçe her zorluğu yeneceğimiz kanaatindeyiz. Demir dağları eriterek hürriyet meşalesi yakan bir milleti, çağlar boyunca zulme demir yumruğu indirmiş bir milleti, en müşkül şartlarda demir ağları örerek makus talihini değiştirmiş bir milleti, demir gibi sert engellerin durduracağını zannetmek izansızlık tuzağı, akıl tutulmasıdır. Yanılgıların dehlizinde böyle bir gaflete kapılanların önce aklına şaşar, sonra da alınlarını santim santim karışlarız. Hiçbir vatandaşımızı enflasyona ezdirmeme gayesi taşıyan bir iktidar görevinin başındadır. Biz de bu gayenin sonuna kadar yanındayız. Memurlarımıza ve emeklilerimize yapılacak zamların da destekçisiyiz.

Ekonomik şartlar iyileştikçe, ekonomik toparlanma genişledikçe, ümit ediyorum ki memur ve emeklilerimizin maaşları çok daha yüksek düzeylere ulaşacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi işçinin, memurun, esnafın, emeklinin, çiftçinin, sanayici, müteşebbisin,  bakıma muhtaç her insanımızın şartta arkasındadır. 1 Temmuz 2023 itibarıyla tüm kamu görevlilerimizin maaşlarında, ilk 6 aylık enflasyon farkına ek olarak yılın ikinci yarısı için toplu sözleşmeden kaynaklanan oranla toplam yüzde 17,55’lik zam ve seyyanen net 8 bin 77 liralık artış yapılacaktır.

Gönül isterdi ki, bu maaş yükselişi daha fazla olsun. Ancak bütçe imkanları bellidir, Türkiye ekonomisinin türbülanstan çıkma sürecinin zorlukları ortadadır. Kamu çalışanlarımızla ilgili gelişmeler böyleyken, sayıları 15,9 milyona ulaşmış emeklilerimize yapılan yüzde 25’lik maaş artışı gördüğümüz kadarıyla makul ve yeterli bulunmamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak açık ve samimi teklifimiz şudur:

İlk olarak, memur maaşlarına ilavesi planlanan 8 bin 77 liralık seyyanen artışın kök ücrete ve aynısıyla emekli maaşlarına yansıtılması beklentimiz ve talebimizdir. İkinci olarak, Perakende Kanununda haksız rekabeti önleyecek değişiklikler yapılması, SGK üst limiti, gelir vergisi dilimleri ve kıdem tazminatıyla ilgili düzenlemeler işçi ve işveren yararını dikkate alacak şekilde gözden geçirilmelidir.

Enflasyondaki düşüşe eşzamanlı olarak, işçilerimize ve asgari ücretle geçinen kardeşlerimize yapılan iyileştirmelerle beraber memur ve emeklilerimizin maaşlarının artırılması satın alma gücünü nispeten koruyacaktır. Milletimizin her güzel insanına ne yapsak eksik, ne versek azdır. Döviz fiyatlarındaki dalgalanmalardan haksız fiyat artışlarıyla istifadeye kalkışan, fiyat etiketlerini güncellemek bahanesiyle acımasızlığa ortak olan, vatandaşımızın kesesine, devletimizin kasasına göz koyan fırsatçılarla da amansız şekilde mücadele edilmelidir. Hiç kimse ahlaksız bir kazanç hırsının yanlarına kalacağını sanmamalıdır. Vatandaşlarımızın ekmeğinden aşıranlara kesinlikle göz açtırılmamalıdır.

Harç ve vergilerdeki yeni düzenlemeler karşısında kaşıkla verilip kepçeyle alınıyor diye yaygara koparan müflis siyasetçileri de iyi niyetten yoksun, samimiyetten uzak, ekonominin gerçeklerinden tamamıyla kopuk olduğunu hem not hem de teyit ediyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye ekonomisi hakkında söyleyeceği pek çok şey vardır ve bunlar temelsiz değildir.

Bu kapsamda parti olarak “Ekonomik Büyüme, Sosyal Gelişme ve Milli Bütünleşme” temelinde “Geleceğin Ekonomi Vizyonu”nu 20 uzman ve akademisyenimizin iştirakiyle hazırlayıp kamuoyunun bilgisine sunduğumuz hafıza kaybına uğramamış her insanımızın, her dava arkadaşımızın, konuyla ilgilenen herkesin malumudur. Merhum Mithat Cemal Kuntay’ın başucu eseri “Üç İstanbul” isimli romanında, “kazanıp sırıtanlarla kazanamayıp somurtanların” Birinci Dünya Savaşı yıllarında ülkenin genel tarifi olduğu yazılıdır.

Romanın bir başka yerinde de şu ifadeler satırlara işlenmiştir:

“Bizde ihtiyarlamadan zengin olanı dağdan şehre inmiş canavar gibi taşlıyorlardı.” Bu ekonomi politik mahiyetli tespitlerin o dönemin hayat gerçeğiyle bağdaşıp bağdaşmadığı başka bir tartışma konusu olsa da, adil bölüşümün ve hakkaniyetli paylaşımın insan ve toplum huzurunun vazgeçilmez bir öğesi olduğunu bir an olsun dikkatlerden kaçırmamak hedef tayin edilmelidir. Çok yiyenle hiç yemeyen arasındaki uçurum kapanmadan dünya genelinde çatışma ve gerilimlerin eksen kaymasına uğraması neredeyse muhal bir hayaldir.

Bizim için ekonomik hayat, tıpkı merhum Prof.Dr.Sabri Fehmi Ülgener’in isabetle kaydettiği gibi, yalnız verilerin bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyası değildir. Kendine has tavır ve davranışlarıyla özümsenmesi gereken insan gerçeği ekonominin olmazsa olmaz kemer taşıdır. Bugüne kadar, insanın değerleri ve duygusal eğilimleri tarihin akışına her şeyden daha fazla yön vermiştir.

İnsanı unutan ideolojik ve siyasi akımların ekonomiyle ilgili söyleyecekleri tek bir kelamları yoktur. Ve insan nasıl teşekkül ettiği muamma olan rasyonel dürtülerle sadece ekonomik çıkarlar peşinde koşan bir varlık da değildir. Şu doğru soruyu on yıllar evvel Merhum Prof.Dr İdris Küçükömer sormuştur:

“Varsayalım ki ekonomi büyüdü, işsizlik azaldı, enflasyon aşağılara çekildi. Bunlar yurdumuz insanının var olma sorununa ışık getirmiş olur mu?” Yani rakam ve oranlar müreffeh ve muzaffer bir zirveden ekonomik aydınlığı müjdelerken bizim için her şey bitmiş, her sorun çözülmüş, her kumpas ve karanlık kampanya son bulmuş olacak mıdır?

Elbette bu sorulara müspet cevap vermekten mazur ve uzağız. Anadolu coğrafyasını vatan yapmamızın bir bedeli vardır ve bu bedelin sancılarına ebediyete kadar muhatap kalıp mukavemet göstermemiz kaçınılmazdır. Ne zaman ki, nihai hedefimiz olan İ’la-yi Kelimetullah dünya çapında hasıl ve hakim olur, işte o zaman çağa ve insanlığın çağrısına Müslüman Türk milleti mühür vuracaktır.

Dağ ne kadar yüksek olsa da üstünden bir yol geçecektir. Her gecenin bir sabahı vardır ve olacaktır. Bu nedenle hiçbir saldırıya ve sorun kuşatmasına teslimiyetimiz düşünülemeyecektir.  Neo-Liberal tasallutun milli ve manevi ruh kökümüzü sömürmesine, yozlaşmış ve insani mirastan yoksun kalmış ideolojik tazyik ve telkinlerin milli varlığımızı çürütmesine direneceğiz, direneceğiz, direneceğiz ve asla boyun eğmeyeceğiz.

Hani Milliyetçi Hareket Partisi ne yapıyor diye maksatlı şekilde soruyorlar ya, emin olunuz ki, Milliyetçi Hareket Partisi birilerinin hayal ve havsalasının almayacağı işler yapıyor, hayatın ve hadiselerin pasif izleyicisi değil, bizzat inisiyatif üstlenip kendi yatağını kendi açan coşkun nehirler gibi hedefleri doğrultusunda durmaksızın ilerliyor.

Bizim tarih ve kültür imbiğinde damıtılmış bir misyonumuz, bu misyonun omuzlarından yükselerek ufuk ötesini kavrayan kutlu bir ülkümüz, bunları gerçekleştirecek plan, proje, vizyon, irade, inanç, iman ve kadrolarımız vardır; nitekim merak eden, ihtiyaç hisseden olursa da ülkemiz yararına cömertlikle paylaşacağımız açıktır.

Türkiye’nin sorunlarına resmini çekecek gibi hesaplı bir mesafeden bakanlardan değiliz. Biz Türkiye’nin virane değil kaşane; berhane değil bereket diyarı olmasının yılmaz savunucusuyuz. 

Lafla yürüyen bir gemi işletmiyoruz, ipin üzerine çıkıp da cambazlık yapalım demiyoruz.  Bilakis adamlığın hakkını veren, anıtlaşmış ahlakın sembolü olan ülkücü ömürlerin kesintisiz fedakarlıklarıyla, vatan ve millet sevgisiyle dolup taşan her insanımızın alın ve akıl terlerinin mecmuuyla istikbali kucaklamaya anbean hazırlık içindeyiz. Biz ay yıldızlı al bayrağın gölgesinde üç hilalin hatıra ve haysiyetiyle istikbal ve istiklal muhafızlığı mevkiine erişmiş Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Biz tertemiz millet evlatlarının karanlık 15 Temmuz gecesinin ateşle çevrilmiş meydanlarında kurduğu Cumhur İttifakı’yız. Biz Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerine kan ve renk verecek vatan ve millet sevdalısı serdengeçti yürekleriz.

CHP’de çarşı karışmış, İYİ Parti’de sular ısınmış, bizi ne ilgilendirir? Yüzde 1 oy bile alamayan partiler grup kuruyormuş, bizim ne işimiz olur? Birbirlerini dolandırıp tek ayaküstünde satıyorlarmış, alan biz değiliz, satan biz değiliz, bizim ne alakamız vardır? Biz millete bakarız, ne diyor, ne istiyor, varlığını ve devamlılığını nasıl koruyor diye. Biz devlete bakarız, ne yapıyor, hangi zorluklarla savaşıyor diye. Biz vatana bakarız, ihtiyaç baş gösterirse belki feda oluruz diye. Biz al bayrağa bakarız, yan bakan çıkarsa gözünü oyarız diye.

Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri arasında, 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Anlaşması yalnızca askeri ve güvenlik boyutuyla değil, siyasi ve ekonomi müktesebatıyla da dünya dinamiklerini birçok cepheden etkilemiştir. Anlaşmanın 2’nci maddesinde, taraf ülkelerin uluslararası ekonomi politikalarındaki bütün aykırılıkları izaleye çalışacakları vurgulanarak bir yönüyle küresel kapitalizm güvenlik şemsiyesi altına alınmıştır. 74 yıllık mazisi olan NATO Soğuk Savaş’ın iki kutbundan birisini teşkil etmiştir.

Bilindiği üzere, Türkiye’nin Kuzey Atlantik Anlaşmasına Katılım Protokolü 17 Ekim 1951’de Londra’da tanzim edilmiş, mezkur anlaşma ve protokolün kabulüyle ilgili kanun teklifi 18 Şubat 1952 Pazartesi günü TBMM’de onaylanmış, 19 Şubat 1952 tarihli Resmi Gazetede de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye’nin NATO’yla ittifak kültürü 71 yıllık gelgitli bir maziye dayanmaktadır. Ne var ki köprülerin altından çok sular akmıştır.  Ne dünya eski dünyadır, ne de Türkiye 1950’li yılların Türkiye’sidir. Bir defa bu yalın ve yakın gerçeğin telaffuz sorumluluğu bihakkın omuzlarımızdadır.

"Bu ülkenin üyeliğine karşı Türkiye’nin haklı ve meşru itirazları vardır"

Türkiye, NATO hukuku çerçevesinde üstlendiği askeri, stratejik ve siyasi misyonları harfiyen yerine getirirken aynı hakkaniyeti, aynı hassasiyeti maalesef ittifak ortaklarından görmemiştir. Bugüne kadar hiçbir görevden, hatta hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Türkiye’nin milli güvenliği hemen hemen her seferinde göz ardı edilmiştir.

Finlandiya’nın katılımıyla NATO üyesi ülkelerin sayısı 31’e çıkmıştır. Şimdi üyelik peronuna İsveç yanaşmıştır. Bu ülkenin üyeliğine karşı Türkiye’nin haklı ve meşru itirazları vardır. İsveç’in terörle arasına mesafe koymaktan ısrarla imtina ettiği malumlarınızdır. Üstelik İsveç hükümetinin Kur’an-ı Kerim’e yönelik şerefsiz ve vandal saldırıları sürekli alttan aldığı, görmezden geldiği, sıkışınca da durumu kurtarmak için cılız kınama mesajları yayımladığı bilinen bir husustur. Türkiye dayatmaları sineye çekecek kabile devleti değildir.

NATO’nun açık kapı politikasının maksat ve mahiyeti de milli bekamızdan, egemenlik haklarımızdan, iç ve dış güvenlik mülahazalarından daha mühim, daha öncelikli olamayacaktır.

Geldiğimiz bu aşamada cevabını aradığımız sarsıcı soru şudur:

Milli varlığımızı doğrudan tehdit eden kanlı terör örgütlerine kucak açan, bunların terörist devşirmesine ve haraç toplamasına kendi başkentinde göz yuman mahut ülkeyle bir güvenlik mimarisinin bünyesinde nasıl buluşacağız? Böylesi bir acizliğe nasıl göz yumacağız? Bunu nasıl hazmedeceğiz? Sadece ABD istedi diye, F-16’yla ilgili parmak sallanıyor diye zillete tamam mı diyeceğiz?

“Kandil Dağı neyse Stockholm aynısıdır”

İsveç, PKK’nın Avrupa’daki mağarasıdır. Kandil Dağı neyse Stockholm aynısıdır. İsveç hükümeti bugüne kadarki köhne ve kötürüm politikalarından 180 derece dönüş yaparsa, bu çerçevede bir ıslah ve terbiye hali müşahhas ölçülerde görülürse, bizim diyeceğimiz bir şey yoktur, nitekim karar Sayın Cumhurbaşkanımızındır. Kaldı ki, İsveç askeri unsurları fiilen NATO operasyonlarına dahil olmaktadır.

26 üyesi NATO ülkesi olan Avrupa Savunma Birliği içinde İsveç de yer almaktadır. İsveç’in dolaylı yollardan NATO korumasına alındığı, ABD’nin Avrupa’daki ana üstlerinden birisi olduğu meydandadır. 19 Haziran 2023 tarihinde ABD’ye ait 2 adet B-1B Lancer uzun menzilli stratejik bombardıman uçağının İsveç’e konuşlanması tesadüf değildir. Kuşkusuz NATO’nun da Türkiye’nin ahlaki ve hukuki tezlerini, milli güvenliğiyle ilgili duyarlılık ve taleplerini gözetmesi ihmali ve inkarı olmayan bir sorumluluğudur.

Bir defa ABD başta olmak üzere, NATO üyesi bazı ülkelerin PKK/YPG’yle irtibat ve ilişkileri kabul ve izah edilemez boyutlardadır. ABD’li yetkililerin, PKK/YPG terör örgütüyle “taktiksel ve dönemsel ittifak” içinde olduklarını açıklamaları kaygı ve utanç verici bir ilkellik, NATO ittifak ahlakına şirret bir suikasttır.

ABD, terör örgütüyle ittifak halindeyse, Türkiye’yle yaptığı ve kurduğu ittifaka ne diyeceğiz? Bunu nasıl ifade edeceğiz? Bu yaman çelişki NATO’nun itibar ve inandırıcılığını, ABD’nin dostluk ve müttefiklik iradesini yıllar içinde aşındırmıştır. Biz, gündüz şapkalı gece külahlı ne dost istiyoruz, ne de ittifak ortağı arıyoruz. Müttefik olacaksak mertçe olalım, adam gibi olalım, karşılıklı hak ve çıkarlara sonuna kadar da saygılı olalım. 12 Eylül’de söylenen “bizim çocuklar başardı” itirafını unutmadık.

15 Temmuz gecesi tepemizde uçuşan NATO uçak ve helikopterlerini, bunları kullanan alçak ve ahlaksızları unutmadık. Türkiye’yi içeriden çökertmek, milli bağları çözmek, devlet ve millet varlığını çürütmek için NATO oyunlarını ve küresel emperyalizmin komplolarını asla hatırımızdan çıkarmadık.

15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan vahşet ve ihanetin henüz NATO namına kuşkulu ve tartışmalı pek çok noktası olduğunu da biliyor ve gerilen sinirlerimizle yumruğumuzu sıkıyoruz. FETÖ’cü alçaklar, Fransa’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önünde miting yaparken NATO müttefiklerimizden gık çıkmadı. Teröristbaşı Gülen’in Pensilvanya’dan yaka paça alınıp ülkemize iadesi bugüne kadar bir türlü gerçekleşmedi.

Hala FETÖ’nün kripto damarının siyaset, bürokrasi, eğitim, ekonomi, medya ve diğer alanlarda dip dalga halinde faaliyet içinde olduğunu bilmeyen, duymayan, görmeyen kalmadı. FETÖ’yü başımıza bela eden azgınlaşmış Türk ve İslam düşmanlarıdır.

Aynısını PKK/YPG için de söylemek mümkün ve mutlaktır. Bizim nezdimizde PKK neyse FETÖ odur. Ve bu iki hunhar terör örgütünün acımadan, gözünün yaşına bakmadan kökü kazınmalıdır. Gerekirse NATO üyesi bir kısım ülkeyle yüzleşmek, hesaplaşmak, sayfaları ıstırapla damgalanmış kara kaplı defterleri açmak kaçınılmaz bir mecburiyet olarak gündeme gelebilecektir.

15 Temmuz 2016’da vatan kurtarılmıştır. 15 Temmuz 2016’da devlet kurtarılmıştır. 15 Temmuz 2016’da mukaddesat kurtarılmıştır. 15 Temmuz 2016’da işgal ve istila hevesleri hainlerin ve haşhaşilerin kursağında bırakılmıştır.

NATO heyecanlı bir futbol müsabakasını seyreder gibi ihaneti seyretmiş, hatta zemin hazırlamıştır. Bizim NATO’ya bakışımız bellidir. Esasen hiç değişmemiştir. Dünya’nın NATO’dan ve ABD’den ibaret olmadığı bilinmelidir.

Fakat Türkiye’nin stratejik tercih ve kararlarının da arkasında duracağımızı, Litvanya zirvesini tek yürek halinde takip edip ülkemizin çıkarları neyi gerektiriyorsa onun yanında olacağımızı üstüne basa basa ifade ediyorum. 15 Temmuz 2016’da asrın yüzüne kahramanlık ve fedakarlık mesajını kanlarıyla, canlarıyla haykıran, içinden geçtiğimiz dönemde terörle mücadele esnasında kara toprağa düşen aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle, hürmetle yad ediyor, gazilerimize uzun ömürler diliyorum.

 

Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği üzere;

Gerilir zorlu bir yay,

Oku fırlatmak için;

Gece gökte doğar ay,

Yükselip batmak için.

 

İnsan büyür beşikte,

Mezarda yatmak için,

Ve kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için.

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin birinci beş yıllık dönemi başarılarla geçmiş, iç ve dış cepheye yığınak yapan menfur ve muhasım çevreler zehirlerini akıtacak açık kapı-pencere bulamamıştır. Geride kalan beş yıllık sürede, onca zorluğa, onca kumpasa rağmen milli ve manevi alanlarda farklı bir anlatımla ve adeta Türk Rönesans’ı yaşanmıştır. Tarih gözlerini açmış, coğrafya tuğu kaldırmıştır.

Uzun yıllar geçmişine küsen, bazen utanan, bazen de yok sayan sefil ve temelsiz bir anlayışın komplekslerine şahit olduk.

Cumhuriyet Türkiye’si ile Osmanlı İmparatorluğu’nu dengelenmesi imkansız iki ayrı kefeye, kavuşması hayal mahsulü olan iki ayrı kutba yerleştirenler Türkiye’ye çok büyük kötülük yaptılar. Sanki Türk tarihinde koskoca 624 yılı çekip çıkardılar, mankurtluğu çağdaşlık ve modernlik olarak tanımladılar.

Halbuki iyisiyle kötüsüyle, zaferiyle yenilgisiyle, yükselişiyle gerilemesiyle tarih bizim tarihimizdi. Osmanlı İmparatorluğu’nu utana sıkıla, kimi zaman da yok sayarak anlatanlar deyim yerindeyse tarihimize kefen biçip musalla taşına yatırmak istediler. En namussuz sözleri en namuslu yüzle söyleyenlerin elinde Türk tarihi; milli vakarın ve ibret alınması gereken vakaların hazinesi değil, menfaatperestlerin ve sömürülmüş merd-i Kıptilerin oyuncağı haline geldi.

Mete Han’dan Bilge Kağan’a, Selçuk Bey’den Osman Gazi’ye, Fatih’ten Kanuni’ye, 2.Abdülhamit’ten Mustafa Kemal’e kadar tarih yazanlar, tarihi yapanlar, tarihe nal sesi dinletenler, kılıçların parlaklığıyla cihanı aydınlatanların hepsi Türk’tü, hülasa bizdik, ta kendimizdik. Geçmişe sövmenin, töremizi, gelenek ve göreneklerimizi silip atmanın geçer akçe sayıldığı tahrik ve tahrip yüklü hazin dönemlere şahit olduk.

Yeri geldi zembereği sökülmüş saat gibi, yeri geldi dümeni kırık metruk tekne gibi, yeri geldi yatağına ve karışacağı ummana küsmüş ırmaklar gibi olduk. Bizi tarihimizden koparmak istediler, çünkü tekerrür etmesinden korkuyorlardı.

Bizi ecdadımıza hasım etmek istediler, çünkü Türk milletinin sinesinden yeni kahramanların çıkmasından ödleri patlıyordu. Hürriyet, uhuvvet ve müsavat çığlıklarıyla 2’nci Abdülhamit’i istibdatla özdeşleştirip tarih yapraklarımızdan 33 seneyi kopardılar. Sömürgeciler arkeoloji diplomasiyle İmparatorluğumuzun ruhunu çalarken, içimizdeki mandacı, teslimiyetçi ve yabancı hayranları tarihte husumet kazısıyla dünümüzü işbirlikçiliğin değirmeninde öğütmeye kalkıştılar.

“Tarihiyle barışık olmayan bir milletin gelecek hedefleri olamaz”

Yaşanan yaşandı, hepsi de ibret levhası gibi gözümüzün önüne tıpkı bir perde gibi gerildi. Tarihiyle barışık olmayan bir milletin gelecek hedefleri olamaz. Türkiye’nin bölgesel ve küresel güç olma süreci, köklü tarihi referanslara dayanmaktadır. Tarihsel etki alanlarımız jeopolitik hesaplaşmaların ağırlık merkezidir. Tarih boyunca su uyusa da düşmanın uyuduğu görülmemiştir.

Emperyalizmin kilit aktörleri, bin yıllık bir nefretle Türk’ü önce Avrupa’dan atmaya, sonra doğu ve güney vilayetlerinden koparmaya, hitamında da Anadolu’da küçük bir havzaya sıkıştırıp orada imha etmeye niyetlendiler. Bir zamanlar hâkimiyetimizde olan coğrafyaların sınırlarını masa başında cetvelle çizip ecdadımıza silah zoruyla ve tehdit yoluyla dayattılar.

Bugün ne yaşıyorsak, neyle mücadele edip sınanıyorsak, biliniz ki, Birinci Dünya Savaşı’yla ilişkilidir. Ve bu savaş henüz bitmemiştir. Bugünün ve geleceğin sorunları 1914-1918 arasındaki yılların dünyasında mahfuzdur. Kan revan içindeki Ortadoğu 100 yıllık kanlı ve kahredici bir yanlışın mahkumudur. 19 Ağustos 1914’de Sofya’da çıkan Hoydan Ermeni Gazetesindeki şu manşet her şeyin özetidir.

Bu manşet diyordu ki: “Dünya Türk denen musibetten kurtulmalıdır.” Her şeyin özü ve özeti bu cinnet ve cinayet halinde temerküz etmiştir. Biz de diyoruz ki, Dünya’dan Türk’ü çekip çıkarın geriye yalnızca boş bir küre, boşuna dönen bir gezegen kalacaktır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve paylaşılması için sömürgeci güçler 1913-1917 arasında 5 gizli anlaşma yapmışlardı. Hasta adamın başına yedi düvel üşüşmüştü.

Çok şükür hasta adam dediklerinin korku tanımayan ahvadı artık zulme ve zulmete kök söktürmekte, Dünya’ya Türk milletinin varlığını gururla tebliğ etmektedir. Unutmayalım ki, hem İmparatorluğumuza hem de Cumhuriyetimize keyfi dayatmaların son siperi, son kalesi, son direnci çok sağlam ve haklı bir belge olan Misak-ı Milli’dir.

Misak-ı Milli’yi kabul eden Meclisi Mebusan’dır. Türkiye Cumhuriyet’i Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi ve devamıdır.

Bir plan mucibince, Cumhuriyetle Osmanlı arasına mayın döşeyenler, Mustafa Kemal’le 2’nci Abdülhamit arasında nifak ve düşmanlık üretenler devşirilmiş haçlı tortuları ve torunlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti ne kadar bizimse Osmanlı İmparatorluğu da o kadar bizimdir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne kadar milli ve tarihi bir kahramanımızsa Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm padişahları da o kadar milli ve kahramandır. Gelecek ülkülerinde kenetlenmek, milli birlik ve dayanışma ruhunu canlı tutmak, bugünkü sorunları aşmak tarih ve coğrafyamızla barışmanın yegane ön şartıdır. Fesle kalpak ihtilafı yok hükmündedir.

Bizim dileğimiz tarihçilerimizin konunun üzerine dikkatle eğilmeleri, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ikinci döneminde amaçladığımız her alandaki uzlaşma arzusuyla birlikte tarihimizle de her yönüyle barışma, buluşma ve kucaklaşma ikliminin gecikmeksizin tezahür etmesidir.

28’nci Dönem TBMM’nin 1’nci Yasama Yılının son grup toplantısını kapatmadan evvel, hepinizin yaz ayları süresince seçim çevrelerinizde vatandaşlarımızla iç içe olmanızı, gönül ziyaretleri yapmanızı istiyorum. Bunu da yakından takip edeceğimi özellikle bilmenizde fayda addediyorum. Partimizin ve Cumhur İttifakı’nın siyasi mesaj ve hedeflerini sade, samimi ve selis bir dille anlatmanızı hassaten rica ediyorum. Hepinize şimdiden başarılar diliyorum.

Ayrıca yurdumuzun farklı bölgelerinde yaşanan ve birçok ilimizi tesir altına alan sel felaketi sebebiyle vefat eden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler, bölge insanlarımıza da geçmiş olsun niyazlarımı bildiriyorum. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.