SOL liberal dünya görüşüne sahip arkadaşım, önceki yazımda öne sürdüğüm tespitlerim için, “aceleci” tabirini kullandı. Salgınla birlikte toplumların birbirine daha çok yaklaştığını, görüşümün aksine uluslararası toplum kavramının yeniden canlandığını söyledi.

Arkadaşım olaylar karşısında objektif olmadığımı, çünkü milliyetçi saplantı ile verileri yanlış değerlendirdiğimi belirtmeyi de ihmal etmedi. Her şeyden önce milliyetçilik bir saplantı değil, tarihin akışına uygun rasyonel bir bakış açısıdır.

Her zaman keyifle, gönlüm rahat bir şekilde derim ki Türkiye Cumhuriyeti bir milliyetçi devlettir ve Türklük sadece bir duygu yoğunlaşması değil, milletler mücadelesi formülüyle şekillenen metodolojidir.

Önceki yazımda ileri sürdüğüm iddialar sadece günümüzde yaşadığımız olayları değil aynı zamanda tarih içinde sık sık tekrarlanan olayları da inceleyerek dile getirilmişti. Romalılardan günümüze kadar yaşanan salgın ve bölgesel-küresel felaketlerde insanlığın hangi refleksleri gösterdiği, hangi açılma ve içe kapanma hareketlerinde bulunduğu ortada iken güncele bakarak iddialarda bulunmak elbette yanıltıcı olacaktır.

Tarihi süreç içinde baktığımıza hiçbir sosyal yoğunlaşma lokal bir alanla sınırlı kalmamıştır. Savaşlar mesela… Buluşlar örneğin… Ve elbette salgınlar, hastalıklar… Bilinenin aksine salgınlar, toplumların değişimini etkileyen faktörler arasında fazlasıyla etkilidirler. Mesela Yunan toplumundaki sınıflı sistem Atinalılar ile Spartalılar arasındaki savaş esnasında çıkan salgın sonucu değişmiş ve Atinalı olmak için soyca bu siteye mensup olmak şartı kaldırılmıştır. Çünkü, savaşacak asker kalmamıştır.

Mesela Haiti’de çıkan “sarıhumma” hastalığı sayesinde adayı işgal eden iki emperyal devlet tasını tarağını toplayıp gitmişlerdir; bu devletlerden biri Napolyon’un Fransa’sıdır diğeri ise İngiltere. Avrupa’da feodal sistemin yıkılışında da en önemli sebeplerden biri ‘kara veba’dır; veba kilisenin kıtadaki otoritesini sarsmıştır. Hastalıklar, salgınlar aristokratik düzeni bile etkilemiş; ulusların Vatikan’ın otoritesinden kurtulmasını ciddi manada desteklemiştir.. İnsanlık, Ortaçağ’da olduğu gibi çaresiz değildir ama çaresinin sınırları da hâlâ tartışmalıdır. Gelelim önceki yazımdaki iddialarıma… Devletin ve vatanın ve dolayısıyla milliyetçiliğin salgın sonrasında daha da güçleneceği noktasındaki öngörüm, bir ideolojik tutkudan değil ilmin ışığında, verilerin gör dediği şekilde ele alınmıştır. Bu öngörü uluslararası bilim çevreleri tarafından da tartışılmaktadır.

Mesela Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Stephan Walt, yaşadığımız sürecin milliyetçiliği ve devlet otoritesini güçlendireceğini çünkü dünya politikasının çatışmacı karakterinin değişmeyeceğini vurgulamıştır. Profesör Walt, bu iddiasını şu şekilde referanslandıraktadır: Nasıl ki 1918-1919 yılında yaşanan salgın güç savaşını sonlandırmamışsa, günümüzdeki salgın da global bir dayanışma atmosferi oluşturmayacaktır. Profesör Walt, bu görüşünde yalnız değildir; mesela İngiliz siyaset bilimci Robin Niblett’e göre salgın, ekonomik globalizasyonu hallaç pamuğu gibi atacak. İngiliz Profesör, virüs salgınının ekonomik izolasyon konusunda hükümetleri zorlayacağını belirtirken piyasa sisteminin ağır bir sınavla karşı karşıya olacağını ifade ediyor.

Bu bilim adamları listesini daha da uzatabiliriz.
Özetle, milliyetçilik aynı zamanda bir sosyal bilimdir.
Laboratuvarı hayattır.
Kaynağı tarihtir.
Ülküsü devlettir.
Diğer sosyal disiplinlerden farkı, öznesi olan milleti aşkla ele almasıdır.