Doktriner

Doktriner milliyetçilik nedir: Prof. Dr. Aydın Taneri’nin milliyetçilik tasnifinde yer alan “Doktriner milliyetçilik”, milletlerin meşru hükümet şeklinin kendilerini yönetmek olduğu esasına dayanır.

Bu anlamda milliyetçilik, XIX. yüzyılın başlarında Avrupa’da ortaya çıkan bir doktrindir. Bu doktrin kendi hükümetini kurmaya yetecek nüfus birimini tespit, devlet kudretini meşru şekilde kullanma ve topluluğu gereği gibi düzenleme ölçülerini temin eden kıstaslar verdiği iddiasındadır. Bu doktrin, insanlığın doğal olarak milletlere bölündüğünü, milletlerin de belli nitelikleriyle tanındığını ve tek meşru hükümet şeklinin milletlerin de kendi kendilerini yönetmek olduğu ilkelerine dayanır.

Fransız İhtilali bu fikirlerin dayanağını teşkil eder. “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi” hükümranlığın millete ait olduğunu, hiç kimsenin millete dayanmayan bir otoriteye sahip bulunamayacağını açıkça ifade etti. Böylece mutlakiyetçi felsefenin dayandığı temelleri kökünden sarstı. Genç ihtilal, milletlerin kendi kendilerini yönetmeleri hususunda “hür olmalarını” esas aldı.

Doktriner milliyetçiliğin tarifini yapan Elie Kedourie, “milliyetçiliğin sağ ve sol politikası olup olmadığını sormanın yanlış bir anlayış olduğu” düşüncesindedir. Milliyetçilik bunların ikisi de değildir. Sağ ve sol Avrupa ülkelerinde XIX. ve XX. yüzyıllarda aristokrasi ile orta sınıf ve işçi sınıfı arasında cereyan eden mücadelelerden doğmuş fikirlerdir. Liberaller, politik ilerlemeyi, sosyal ve siyasi imtiyazların azalması ile ölçerler. Sosyalistler için ilerlemenin amacı, ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmaktır. Milliyetçiler ise bu amaçları ikinci derece kabul ederler. Onların hedefi milletin kendi kaderini tayin etmesidir. Hür bir milletin ferdi olarak yaşamak, insan için ebedi mutluluktur. Fransız İhtilali’nin hazırlanması sürecine de etki eden ve Taneri Hoca’mızın “doktriner milliyetçilik” kavramı ile tasnif ettiği milliyetçilik anlayışı bir boyutu ile milletlerin kendi kaderlerini tayini noktasından imparatorlukların tasfiyesi, ulus devletlerin doğuşu ile sonuçlanacaktır. Diğer boyut ise, “mutlak monarşilerin yıkılması” ve “milli hâkimiyet” ilkesinden hareketle, milletlerin hür iradesi ile kendilerini yönetecek olanları seçimle iş başına getirmeleri olan “cumhuriyet” yönetimlerinin kurulmasıdır. Bu da haklar ve hürriyetler bakımından olabildiğince “demokratik cumhuriyet”e evrilecektir.

Artık dünyada mutlak monarşiler, millet egemenliğine dayanan cumhuriyetlere; imparatorluklar da milli devletlere yerlerini bırakacaktır. Bunun adı da dokrtiner milliyetçiliktir.

MUTLAK MONARŞİDEN CUMHURİYETE

Bilindiği üzere Atatürk, daha 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışından itibaren “ya istiklal, ya ölüm” diyerek başlattığı Milli Mücadele’nin meşruiyetini iki temel kavram üzerine oturtmuştur:

“Kuva-yı Milliye ve İrade-i Milliye (Hâkimiyet-i Milliye).” Kuva-yı Milliye, topyekûn milletçe yürütülecek mücadelenin, hareketin askeri boyutunu; İrade-i Milliye veya Hâkimiyet-i Milliye ise siyasi ve diplomatik boyunu oluşturacaktır. Esasında Kuva-yı Milliye milletin işgallere karşı örgütlenmesi, direnç göstermesi olduğu için onun da dayanağı İrade-i Milliye kavramı olacaktır.

Atatürk hayatı boyunca yaptığı bütün işlerde meşruiyetini millete dayandırmış bir liderdir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, bu yüzden kendi başarılarının tamamını mütevazı bir şekilde millete mal etmiştir.

Amasya Tamimi, Erzurum Kongre Kararları, Sivas Kongre Kararları gibi Milli Mücadele’nin bütün ön hazırlık belgeleri bunu açıkça gösterir.

Kaldı ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar bizatihi seçilmiş delegelerden oluşan kongreler yoluyla mücadeleyi yönetmesi bile onun millet iradesine ne kadar önem verdiğini gösterir. Sivas’ta çıkardığı gazetenin adı, “İrade-i Milliye”dir. Gazete Ankara’da “Hâkimiyet-i Milliye” adıyla yayın hayatına devam edecektir. Kongre kararlarının yürütülmesi de yine kongreler tarafından seçilen Heyet-i Temsiliye ile gerçekleştirilmiştir.

Özellikle Sivas Kongresi’nde ilave edilenlerle birlikte yeni oluşan Heyet-i Temsiliye’yi, onun “reisi” sıfatıyla adeta bir yürütme organı olarak yönetmiştir. TBMM açılıp, milletin iradesi Ankara’da, Mecliste tecelli ettikten sonra da bütün askeri, siyasi, ekonomik ve diplomatik mücadeleyi meclis yürütecektir. Başından beri millete, milletin iradesine dayanarak yürütülen Milli Mücadele hareketinin başarıya ulaşması, aşama aşama yeni Türk devletinin kurulması 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilanı ile hukuken tamamlanacaktır. Yeni rejimin adı, yeni devletin şekli “cumhuriyet” olacaktır.

MİLLİ VE ÇAĞDAŞ BİR DEVLET

Doktriner milliyetçilik açısından bakıldığında Mustafa Kemal Atatürk, laik demokrasiyi hedefleyen, tam bağımsız, merkezi (üniter) bir milli devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran liderdir.

Öğrencilik yıllarından itibaren düşünce dünyasında geliştirdiği “cumhuriyet” olgusunu hayata geçirmiştir.

Son modernleşme döneminde mutlak monarşiden meşruti monarşiye (parlamentolu ve anayasalı monarşi) evrilmiş bulunan Osmanlı Devleti tarihe karışırken, Türk inkılabı ile “milli ve çağdaş bir devlet” kurulmuştur. Kurduğu bu cumhuriyeti de Türk gençliğine emanet etmiştir. Atatürk, Nutuk’un sonunda bu durumu şu şekilde özetlemiştir.

“Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.”

Özet olarak ifade edersek, doktriner milliyetçilik anlayışı, “milli egemenlik, cumhuriyet yönetimi ve demokrasi” kavramlarını kapsamaktadır.

Bu kavramları fikri ve fiili olarak hayata geçirmek ve bunların gelişmesi ve yüceltilmesi için çalışmak dokriner milliyetçiliğin hayata geçirilmesi demektir.

Bir Türk milliyetçisi olarak Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Aydın Taneri Hoca’mızın milliyetçilik tasnifinin bütününü kapsadığı gibi, milletin iradesinin yönetime taşınması anlamını ifade eden cumhuriyet yönetimini, onun hukuki siyasi kaynağını oluşturan milli egemenlik kavramını ve demokrasiyi güçlü bir şekilde sahiplenmektedir.

ÜNITER DEVLET ANLAYIŞI

Elbette “milliyetçi” bir siyasi parti, her zaman meşruiyetinin kaynağında “millet”i görecek ve “millet egemenliği”, “cumhuriyet” ve “demokrasi” için mücadele edecektir.

Doğal olarak, “ulus/milli devlet” anlayışı da milliyetçi partinin siyasetinin ana omurgasını oluşturacaktır.

Milliyetçiliğin gereği budur. Türkiye ve benzeri ülkeler bakımından, “merkezi/üniter devlet” anlayışı da milli birlik ve bütünlük açısından bakıldığında “milliyetçiliğin” bir gereğidir.

Hem kültürel, hem de doktriner milliyetçiliğin ayrılmaz esasıdır.Bir Türk milliyetçisi olarak Atatürk, doktriner milliyetçiliğin kapsadığı “milli egemenlik, bunun temsil mekânı TBMM, cumhuriyet ve demokrasi konularını bir düşünce adamı olarak nasıl değerlendirmiştir?

Bu kavramları tarihi tecrübeleri ile bir kurucu devlet adamı olarak nasıl ele almıştır?

YARIN: ATATÜRK’ÜN MİLLİ EGEMENLİK ANLAYIŞI