Son günlerde Venezüella’da yaşanan darbe girişimi gibi dünya politikasını etkileyecek önemli olaylara şahit olduk. Ayrıca, ABD yönetiminden gelen üst düzey yetkililer Ankara’da kritik temaslar gerçekleştirildi. Bu gibi sıcak konular yazmak için beni cezbediyor olsa da bir önceki yazımda Çin’in “İpek Yolu” projesi hakkında yazmaya devam edeceğimi belirttiğim için bu konuyu irdeleyen bir yazı daha yazarak sözümü tutmuş olmak istiyorum.

Çin, 1990 sonrasında yakaladığı kesintisiz hızlı ekonomik büyüme trendiyle dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmayı başardı. Çin millî hâsılasındaki büyüme öyle yüksek oranlardaydı ki, 2018’de gelen %6,6’lık büyüme rakamı 1990 sonrasında gerçekleşen en küçük büyüme oldu. IMF verilerine göre Çin’in gayrisafi milli hâsılası 2018 sonu itibarıyla 14 trilyon doları aştı. 1990’ların başında yüzde 20’ler seviyesinde olan enflasyon ise yon yıllarda yüzde 2 seviyelerinde seyrediyor. Aynı dönemde kişi başına düşen millî gelir 330 dolardan 9000 dolar seviyesine yükselirken, sosyo-ekonomik kalkınmanın göstergelerinden olan ortalama yaşam beklentisi 1990’da 69 iken şimdi 76 yıla çıkmış durumda. Diğer birçok ekonomik göstergenin teyit ettiği bu sosyo-ekonomik dönüşümün en önemli faktörlerinden biri ise hiç kuşku yok ki ticaret. 1990’da 62 milyar dolarlık ihracat yapan Çin, artık 2,3 trilyon dolara yakın bir ihracat rakamına erişiyor ki bu ihracatın 30 kattan fazla büyüdüğü anlamına geliyor.     

Çin, bu büyüme trendini devam ettirmek için yeni pazarlara açılmak istiyor. Bununla beraber, küreselleşen ticaret kanallarından daha etkin ve daha ucuz şartlarda istifade edebilmek için çeşitli altyapı ve üstyapı yatırımlarını destekliyor. Örneğin, Çin’den yola çıkan bir kargo gemisinin Çin Denizi ve Hint okyanusundan geçmesi yerine Pakistan’ın kuzey-güney hattında bir uçtan diğerine inşa edilen kara ve demir yollarının kullanılması halinde zamandan ve enerjiden büyük tasarruf yapılacak. Benzer şekilde, Ortadoğu’dan ithal edilen petrol ve doğal gaz gibi Çin ekonomisi için hayatî önem arz eden enerji ürünlerinin tankerlerle Malakka Boğazından geçerek Çin’in doğu kıyılarına ulaşması, Myanmar’ın batı kıyısından Çin sınırına kadar ulaşan boru hatlarına ulaştırılmasına nazaran çok daha riskli, zahmetli ve maliyetli oluyordu.

Bu gibi projeler, Çin açısından bakıldığında ekonomik büyümenin devamı için büyük katkı sağlamaya müsait. Aynı zamanda Çin, ülkeler arasında entegrasyon ve işbirliği mekanizmaları kurarak siyasî ve ekonomik gücünün proje kapsamında ortaklık ettiği ülkelere yayılmasını sağlıyor. Çin, özellikle yakın bölgesinde yer alan gelişmekte olan ülkelere uzun vadeli ve düşük faizli kredilerle büyük yatırım projelerine finansman sağlıyor. Çin, bu mali yardımları muhatap ülkeleri kalkındırmak için verilen ve rızaya dayalı yardımlar olduğunu belirtirken, ABD ve avenesi Çin’in ekonomik gücünü kullanarak bu ülkeleri tuzağa düşürdüğünü savunuyor.

Kısacası, Çin’in ekonomik büyümesini destekleyen ve siyasî/ekonomik etki alanını artıran bu proje ABD ve Çin arasındaki küresel rekabeti ve jeopolitik tartışmaları da tetikliyor. Dolayısıyla, ABD’nin Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşını ve ABD’nin Çin’i “en ciddi tehdit” olarak nitelendirmesini bir de “Modern İpek Yolu” projesinin olası yansımaları çerçevesinde değerlendirmek ufuk açıcı olacaktır. Bu kapsamda, Çin’in İpek Yolu projesinin ABD’nin Avrupa’yı kalkındırma gerekçesiyle başlattığı Truman yardımlarını andırdığı da dikkatten kaçmamalıdır.