İnternet çağındayız, her şey çok rahat artık ve erişimi kolay, istediklerimize bu çağın değimiyle "bir tık uzaktayız"..  Peki hayat bu kadar kolaylaşırken insanlık ne alemde?…  "Daha kolay, daha güzel, daha rahat bir yaşam için" sloganıyla, yaşam belirtilerimizi bir fişe bağlı kılıyorlar, yani hayatın samimiyetine perde çekip, yapay bir sistemin ortasında bizi yaşadığımıza inandırıyorlar. Diyebiliriz ki insanlık insani vasıflarından arındırılmış cafcaflı bir alemde insan olmanın tadını çıkarıyor, bir çeşit bilinç buhranı…

Bizi teknoloji adı altında tembelliğe itiyorlar, ruhen ve bedenen… Öyle ki  bu tembelliğin sınırı yok, insan ilişkilerimiz dahi kontrol altında, samimiyet öldürülüyor…

Gelişen teknoloji, bu bilinç buhranı arasından bilinçli kullanım sloganlarını da doğuruyor; bu sloganlar, kullanımın bizi robotlaştırdığı vurgusunu esas alırken bizi yönettiği esasını da kafalarda soru olarak doğuruyor,  yer yer komplo yer yer şizofreni sayılan bir acaba mı sorusu var: Bizi mi izliyorlar? Sohbet esnasında konuştuğumuz bir konunun, sosyal medyada karşımıza bir reklamla veya başka türlü çıkıvermesi, bu nasıl bir tesadüftür sorusunu aklımıza getirmiyor değil hani..  E tabi ki tesadüf değil, yapılan bilim kurgu filmlerin gerçek hayatta sahneye çıktığı dönemlere adım attık. Dünya parmaklarımızın ucunda ve biz de dünyanın parmakları arasındayız…

Merak ettiğimiz bir şey mi var, direk arama motoru.. Bir yere mi gideceğiz, direk soruyor, araştırıyoruz, yahut alışveriş mi yapacağız önce internette saha yoklaması yapıyoruz. Yani hayatımızı idame ettirirken merkezimize gelip hayatımızı kolaylaştıran ama bir yandan da bizi yönlendiren, bize sundukları yanında bizi de sunan bir sistemin içerisindeyiz. Bizim karakter tahlilimizi yapıp, yeni düzende nasıl bir tüketici olduğumuzu tarif eden ve bize özel reklamcılık hizmetleri yapan bir sistem: Modern kapitalizmin mihenk taşı…

Araştırdığımız konular, paylaşımlarımız, alışverişlerimiz ve sohbetlerimiz bu sistemin hafızasında karakter analizi olarak kodlanıyor. Bu analiz, anlaşmalı şirketlerle ve bankalarla paylaşılıyor, dolayısıyla biz de ekranlarımızda bize özel reklamlarla karşılaşıyoruz. Konuştuğumuz bir konunun internette gezerken karşımıza reklamlaşarak çıkması tesadüf değil anlayacağınız. İnsanların robotlaştığı, robotların da insanlaştığı bir dönemde, buna pek de şaşmamalı…

Elimizdeki telefonda bir arama yapmaya dahi üşenip bunu telefon asistanımızdan isteyebiliyoruz, akıllı evlerimizde de bu alıştığımız ile pintiliği destekliyoruz, e bu tembellik çağında reklamlar da bize uygun bir şekilde ayağımıza geliyor. Bizi ne giyeceğimize, ne yiyeceğimize, nerede oturacağımıza ve hatta özel hayatımıza, sosyal yaşamımıza, inandıklarımıza, savunduklarımıza kadar  birçok şeye yönlendiriyorlar.

Biz ise, aslında bize hizmet ettiklerini düşünüyoruz ve bu son teknoloji insanlığı ihya ediyor, ama hakikatte şu ki, bu hizmet kapitalizme … Biz dünya parmaklarımızın ucunda, her şey bir tık uzağımızda sloganlarıyla rahatlığın tadını paslanarak çıkarırken, yönettiğimiz şey tarafından da yönetiliyoruz.

İlk önce insani özelliklerimizi bizi tam aksine inandırarak ele geçiriyorlar, bu ağır bir tabir olarak gelebilir veya “dünyayı yönetenler var ve biz de yönetiliyoruz” tarzı komplo teorileri içinde hikayeleşen, filmvari bir cümle olarak algılanabilir. Birçok bilimkurgu yapıtı da bu konuyu ele almış, bu konunun ekmeğini yemiştir. Yalnız ötelenen bir gerçeklik var: Samimiyetimiz yok olmakta, ilişkilerimiz sanal, zihnimizi ekarte etmeye çalışan bir yapay zeka vurgunu var, beden tembelliğimizi destekleyen bir teknoloji koşarak ilerliyor… Tüm bunlara hayat demeyi bize öğrettiler ve bu öğrendiklerimiz bizi kendi elimizle gökdelenlere hapsetti. Zihnimiz doğal halinden o kadar arındırılmış ki biz; bizi biz olmaktan çıkarıp, başka bir tavır yükleyen sistemin yüklediği tavırla bireyin öznelliğini tartışıyoruz. Twitter gündeminin belirlediği düşüncelerimiz ile, bugün neyi savunup neyi protesto edeceğimizin rotasını çizen sosyal sandığımız ortamımızda, ne aldığımızı, ne yediğimizi, ne giyeceğimizi yönlendiren sistem içerisinde kendi varlığımızı kanıtlama gayesindeyiz.

Her köşe başında kapitalist sisteme sövüyoruz ama hal-i ahvalimiz budur…