Tarım sektörü, son yıllardaki küresel piyasa istikrarsızlıkları, ekonomik kriz, iklim değişimleri ve kuraklıktan ciddi boyutta olumsuz etkilenmektedir. Dolayısıyla “Tarımda yaşanan en temel sorun nedir?” diye sorulsa, muhtemelen üreticilerimizin çok büyük bir bölümü “girdi fiyatlarının çok yüksek, desteklerin yetersiz olduğunu söyleyecektir.” Mazot, gübre, tohum, ilaç gibi tarımsal girdilerin büyük bölümünde dışa bağımlı olunması, dolar kuru etkisi vb. nedenlerden dolayı ülkemiz tarımı, girdi fiyatlarını kontrol edememektedir maalesef. Bu durum hem üretimi tehdit etmekte hem de tarımda dünya ülkeleri ile rekabet gücümüzü zayıflatmaktadır.

Tarımsal üretim bağlamında “yerli” ve “milli” kavramları bizim için her zaman önemli kavramlardır. Millet olarak hem önemser hem de benimseriz. Özellikle son dönemde, tarımsal üretimde “yerli” ve “milli” kavramlarından eskisi gibi çok sık söz edilemiyor. Oysaki tarımda “yerli” ve “milli” kavramları, özellikle yerel kaynaklara dayalı bir tarım politikası uygulandığı izlenimini verir. Fakat bu izlenimin gerçekliği tartışmalıdır ve bu nedenle verilere dayalı olarak irdelenmesi gerekiyor. Tarımsal üretimde özellikle girdi tedariki ve girdi kullanımına ilişkin veriler bu açıdan oldukça belirleyicidir. Çünkü “girdi ne kadar yerli ise tarımsal üretim de o kadar yerlidir…”

Hiç merak ettiniz mi? Ülkemizin tohum, gübre, ilaç, mazot, yem gibi başlıca tarımsal girdiler bakımından durumu nedir diye?

Tarımsal girdilerde dışa bağımlılık oranı oldukça yüksektir maalesef. 2020 yılı verilerine göre bu oranlara baktığımızda; tohumda yüzde 13 dolayında, karma yemde yüzde 45, pestisitte yüzde 85, gübrede yüzde 87 ve motorinde yüzde 100’dür. Tarımda iş gücümüz genel olarak doğu ve güneydoğudan gelen tarım işçileri gibi düşünülse de gerçekte tarımda iş gücü giderek göçmenlere teslim edilmiş durumdadır. Hayvancılıkta Azeri ve Afgan göçmenler, çay ve fındık toplama işinde Gürcü göçmenler yoğun olarak çalışmaktadır. Suriyeliler ise ülkemize gelmeye başladıkları 2011 yılından itibaren birçok ürünün tarımsal üretiminde yerli işçilerin yerini alan asıl işçiler hâline gelmeye başlamışlardır.

Dolayısıyla girdiler üzerinden başlayan dışa bağımlılığa baktığımızda yıldan yıla artmıştır maalesef. Ne yazık ki gidişat böyle devam ederse “montaj sanayi” gibi bir “montaj tarım” yapılanması da söz konusu olacaktır. Yeterli çalışmalar ve gerekli önlemler alınmazsa “montaj tarım” ileride mutlaka konuşulacak konular arasında olacaktır. “Bu nedenle girdi bağımlılığı azaltılmadan ülkemizde yerli tarımdan ve gıda egemenliğinden söz edilse bile bu gerçeği yansıtmayacaktır…”

Tarım sektörünün ekonomik gelişmedeki katkılarının artırılması, sektördeki verimlilik artışıyla mümkündür. Hemen her ülkede olduğu gibi ülkemizde de uygulanan tarım politikalarının genel amacı, tarımı verimli hâle getirmektir. Buna paralel olarak bizim anladığımız dilde verimlilik artışı, girdilerin (mazot, gübre, ilaç ve tohum) birbirleriyle uyumlu olarak kullanılmasıyla mümkündür. Ülkemizin ekonomisi açısından önemli olan tarım sektöründe kaynak kullanımında etkinlik ve verimlilik düzeyindeki gelişmeler, tarım sektörüne yönelik politikalara yön vermede son derece önemlidir, önemlidir ve yine önemlidir!

Ülkemizde sadece tarımsal üretimde girdi fiyatları artmıyor! Yeme, içme, giyinme, barınma, ısınma vb. ister zorunlu tüketim olsun ister olmasın “her sektörde ciddi anlamda fiyat artışı vardır.” Yalnız tarım sektörünün bahtsızlığı mı desem, yoksa herkesin kolayca konuşup yorum yapacağı bir sektör olmasından mı dolayı desem her platformda konuşulan gübre ve mazot fiyatı olmuştur. İşsizler arasında her sektörden (birkaçı hariç) işsiz gençler vardır. Öyle bir algı yapılır ki dışarıdan bakıldığında sanılır ki o işsiz gençlerin hepsi ziraat mühendisi… Aslında burada da tarımsal girdi fiyatları artarken, tarımsal ürün fiyatları da artmıştır. Fakat girdi fiyatları ile ürün satış fiyatları arasındaki makas da açılmaya devam etmiştir. Ürünlerin satış fiyatlarındaki artışın, küçük ve orta ölçekli çiftçilere faydası olmamıştır. Çünkü borçlu, küçük ve orta ölçekli çiftçiler ise hasattan sonra ürünlerini hemen sattıklarından dolayı artan ürün fiyatlarından faydalanamamışlardır. Borcu olmayan, işin matematiğini bilen büyük ölçekli çiftçiler para kazanmışlardır ve mutludurlar. Özetle; “borçlu küçük ve orta ölçekli çiftçiler küresel salgından dahi bu kadar etkilenmemişlerdir.”

Diğer taraftan çiftçiler sadece girdi alımlarında değil ürün satışlarında da kesinlik derecesinde başkalarına bağımlıdır. Sonuçta çiftçilerin para kazanamama sorunu, onları üretimden uzaklaştırmaktadır. Üretimde arz ve talep kaynaklı sorunların bedelini kısa, orta ve uzun vadede hep birlikte ödemekteyiz.

ÇİFTÇİ ARTIK KİMSEYİ TAKMIYOR!

Aşırı ishalden şikâyetçi biri Cerrahpaşa’ya gider hemen…

Ama bürokrasiden dolayı belgeleri karışır ve kahramanımızı yanlışlıkla psikiyatri servisine havale ederler...

15 gün süren tedaviden sonra taburcu olacağı gün, bir arkadaşı karşılamaya gelir.

- “Ne oldu, geçti mi ishal?”

- “Hayır geçmedi ama artık takmıyorum”

Bu fıkrada olduğu gibi çiftçilerimizin girdi alımları ve ürün satışlarındaki hastalığı geçmedi ama bir taraftan da takmamayı öğrendiler.

Son söz: Ülkemizin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i rahmetle anarak, bana da ülkemiz tarımının durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz “iyidir” derim. İki kelimeyle anlatın derseniz “iyi değildir” derim.

Kalın sağlıcakla…