İnsanoğlu için bu dünyada nefes aldığı ilk günden son güne kadar attığı her adım, her şey bir mücadeledir. Yani yaşamın adı başlı başına bir mücadeledir. Hayata tutunma mücadelesi, toplum içinde yaşama mücadelesi, yaratıcının sınavları karşısında imanını koruma mücadelesi ve içeriğini doldurabileceğimiz birçok mücadele sahası vardır. Mücadele eden insan hep kazanmaya yakındır. Kaybetse de kutsal bir dava uğrunda mücadele eden insan hep itibarla anılır.

          Kuran-ı Kerim’in “Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda mücadele edersiniz” çağrısı, yüce Peygamberimizin “Allah’ım! Sana teslim oldum, ben sana inandım, sana dayandım. Yüzümü gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücadele ettim” şeklindeki duası ve din âlimlerinin, aydınların, yazarların, devlet adamlarının, birçok kanaat önderinin “mücadele” konusunda birbirinden önemli tespiti ve güzel tavsiyesi mücadelenin nefes alıp vermek kadar insana yakın olduğunu ifade etmektedir.

ÜLKÜLERİ İÇİN YAŞAYANLAR

          Bahsettiğimiz elbette dünyalık maddi menfaatler, basit çıkar ilişkileri için değil, kutsal değerler adına yapılan mücadeledir. Kutsal değerleri, inançları koruma ve yaşatma adına verilen mücadele bize lazım olandır. Türk-İslam değerleri konusunda her türlü fedakârlığa, fedailiğe hazır olan, tarihte de bunu defalarca ispatlamış olan Ülkücülerde işte bu mücadelenin tarifindeki öznedir.

Hüseyin Nihal Atsız dizelerinde ne güzel ifade ediyor:

“Dilek yolunda ölmek Türklere olmaz tasa, Türk’e boyun eğdirir yalnız türeyle yasa…”

          Değerleri, inançları, ülküleri için mücadele ruhu olmayanlar benim nazarımda yaşayan birer ölüdür.

          Kötünün karşısında iyinin, yanlışın karşısında doğrunun, şerefsizin karşısında şerefin, Bâtılın karşısında Hakk’ın mücadelesi verilmiyorsa bu dünyada yaşamın anlamı nedir?

Ülkücüyü Ülkücü yapan işte verdiği bu mücadeledir.

          Davası olan adam, onun uğrunda ölümü göze alandır. Ülkücü şehitlerin ve gazilerin mücadele hayatına bakarsanız bunu tüm manevi ihtişamıyla görürsünüz.

          O yüzden mücadelesi olmayan adamdan Ülkücü olmaz. Ondan olsa olsa bu sıfatı korsan taşıyan çakma bir Ülkücü olur.

          Davan uğruna, partin uğruna, liderin uğruna mücadele ederek bir tane düşman edindin mi?

Yok…

“Şu da bana bu mücadelem için düşman oldu” diyeceğin kimse var mı?

Ona da yok…

Ama nasıl oluyorsa Ülkücü sıfatını taşıyor, hiçbir itibar ve menfaat alanından da uzak durmuyorsun…

Daha önceleri bu türleri yine şöyle işaretlemiştim.

“Kavgada yoklar...

Mücadelede yoklar...

Paylaşımda yoklar...

Çilede yoklar...

Sıkıntıda yoklar...

Dertte yoklar…

Ama MHP’de bir sıfat taşımak oldu mu hep varlar... Kutsanmış baylar, bayanlar adeta...

Kimseyle kötü değiller, o yüzden düşmanları da yok...”

Bu sözlerim sosyal medyada bir hayli paylaşım almıştı.

Demek ki bu türler herkesin dikkatini çekiyor. Kimi de bilindiği halde bu sözleri üzerine hiç almıyor.

SALDIRILARDA SUSAN KESİM

          Düşmanı olmayan adam gerçekten karakteri tartışmalı adamdır. Düşmanı olmayan kişi asla Ülkücü olmaz. Bu davanın doğasına ve mücadele ruhuna aykırı bir durumdur.

          Davana saldırıyorlar susuyorsun, partine saldırıyorlar susuyorsun, liderine saldırıyorlar susuyorsun. Yeri geliyor saldıranlarla aynı atmosferi paylaştığın günler oluyor. Ama bu hareket içinde bir sıfat taşınacak olduğunda da herkesi eziyor, bir yolunu bulup öne geçiyorsun.

          Bu hareket, 1 Kasım 2015 seçimleri sonrası bir FETÖ operasyonuna şahit oldu. Bu operasyonlar karşısında kimin vefasız, kimin nankör, kimin korkak, kimin hesapçı, kimi pusucu olduğunu tüm dünya gördü. O yüzden kimse kimseye hikâye, masal anlatmasın. Bakın o operasyonu yapmaya çalışanlar ayrıldı gitti. CHP’nin, HD(P)KK’nın, FETÖ’nün elinde proje oyuncağı oldu.

          İçimizde kalıp da mücadelesiz olanlar, “ben herkese eşit mesafedeyim” diyerek düşmanı da kapsayanlar, bu hareketi sadece sıfat taşıma ve nimet kapma alanı olarak görenler de en az bu gidenler kadar tehlikelidir. Çünkü yarınlarda tökezlediğimizde yine hançeri saplayacak potansiyel bu türlerden çıkacaktır.

AMAN HUZURUM BOZULMASIN DAVRANIŞI

          Bu davada inancın, imanın, sadakatin, vefan varsa zaten mücadelen doğal akışında olur. Aksi takdirde hormonlu mücadele hesapçıdır. Hareket içindeki her gelişmeyi borsacı mantığıyla değerlendirir ve tüm olaylara “Bir yatırırsam kaç alırım?” şeklinde aritmetik bir bakış açısı geliştirir.

          Bu yaklaşım tarzı, bir dava adamı olan Ülkücü’ye yakışmaz. Bu tarzı kendine yakıştıranlar da zaten Ülkücü olamaz.

          Bu hareket içinde sıfat taşıyıp mücadelesiz olanlar, sıfat taşıyıp dava uğruna düşman edinemeyenler, sıfat taşıyıp düşmanlara bile gülücük saçanlar benim nazarımda sıfatsızlardır.

          “Aman huzurum bozulmasın, aman ağrısız başıma iş almayayım, aman kimse bana düşman olmasın, aman tepki gösterip psikolojimi bozacak sözler duymayayım” düşünceleriyle haklı davasına sahip çıkamayan, korkak, renksiz, tatsız duruşlar aksiyon hareketimizde hep eğreti görünmeye mahkûmdur. Sosyal medya hesabından davasını, partisini, liderini savunmak ve korumak adına bir cümle yazmaktan imtina eden adama Ülkücü sıfatı gerçekten haddinden fazla lüks kaçmaktadır.

          Bunların hepsini ortadan kaldıracak güçlü bir sadakat ve ölümü dahi göze alacak mücadele ruhudur.

Bir yabancı yazarın muhteşem bir sadakat tanımı vardı:

          “Sadakat planlanamaz. Montaj hattında üretilemez. Aslında hiç üretilemez, çünkü kökeni insan kalbidir. Öz saygı ve insanlık onurunun merkezidir. Sadece şartlar tam olarak onun için uygun olduğunda ortaya çıkan ve ihanete karşı çok hassas bir kuvvettir.

Allah, Ülkücüyü mücadelesiz, sadakatsiz ve düşmansız bırakmasın…

          Sadakati sağlam olanlar bu yazdıklarımı üzerine alınmasın, zaten onlar her ihanet karşısında duruşlarıyla dosta güven, düşmana korku verdiler.

Bizim derdimiz kendini bilmeyenleri uyandırmak, numara yapanları işaretlemektir.