Muhalefet partileri sihirli bir formülasyona sahip olduklarının vehminde. Tüm planları parlamenter sisteme dönüşü ve “bozuk” dedikleri adalet sistemini yeniden yapılandırışı esas alarak yatırımcı için güven iklimini oluşturmaya dayanıyor. Sonra gelsin paralar… Yabancı yatırımcı güven içerisinde ülkeye gelip istihdam yaratacakmış, ülkeye döviz girdisi sağlanacak, enflasyon dengelenecekmiş. Muhalefet liderleri, Kılıçdaroğlu, Akşener, Babacan ve Davutoğlu bu neoliberal anlatının toz pembe hayallerini bol bol üfürüyorlar.

Akşener partisinin son grup toplantısında, “Batı ülkelerini gözü topraklarımızda olan ülkeler olarak değil; bizi zenginleştirecek, güçlendirecek fırsat kapıları olarak göreceğiz.” ifadelerini kullandı. Batı ülkeleri kendilerinden başka kimi zenginleştirmiş bu zamana kadar?

“Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin”, demiyor muydu Mustafa Kemal Atatürk?

Bu neoliberal üslubu en çok benimseyenlerden birisi olan Ali Babacan devamlı surette kendi bakanlık döneminde ekonominin bulutlarda nasıl dolaştığını anlatıyor. “Hukuk yoksa o ülkeye yatırım gelmez. Yeni yatırım yapacak olan insan mutlaka hukuki güvence ister. Bu işin tedavisi bu.” cümleleri de ona ait.

Ekonominin iyi olması bu şartlara bağlıysa, Babacan’ın bakanlık yaptığı yıllardaki başarının da o dönemin hükümetine yazması gerekmez mi? Bir ekonominin başarı yakalayabilmesi için hukuk, adalet, güven iklimi olmazsa olmaz kıymetteyse, Babacan’ın anlata anlata bitiremediği bakanlık yıllarının pozitif gelişmeleri de zatı şahanenin süper ekonomi bilgisi ve özgül ağırlığından kaynaklanmış olamaz.

Yine de bu önerme Ali Babacan’ın çelişkisini ortaya koymaktan öteye geçemiyor. Türkiye’nin son dönemdeki ekonomik problemleri, piyasa rejiminden, adaletten, hukuktan kopuşla değil, ulusal güvenlik ve egemenlik politikalarının küresel oyun kurucuların planlarına uymamasıyla alakalı.

Trump’ın, “PKK/PYD’ye operasyon düzenlerseniz ekonominizi mahvederim” sözlerini, S-400 alımı dolayısıyla başlayan yaptırımlara ve ABD’de devam eden Halkbank davasına bağladığımızda ortaya çıkan fotoğraf gayet net değil mi?

ABD Başkanı Biden’ın “soykırım” ifadesini resmen kullanan ilk ABD Başkanı olması, Türkiye’nin Ermeni işgalinin son bulmasında Azerbaycan’a verdiği destekten bağımsız mıydı?

Ya da Doğu Akdeniz’deki Rum-Yunan saldırganlığını azdıran AB’nin Türkiye’yi yaptırımlarla tehdit etmesini, Afrin Harekâtı gerekçesiyle Almanya’nın Leopard tanklarının Türkiye’ye satışını durdurmasını gözetmeyen bir ekonomi analizi doğru sonuç verebilir mi?

Dünyaya Batı ve ABD ideolojisini, serbest ticaret rejimini ve piyasa kurallarına kusursuz bağlılığı pompalayan neoliberal analizlerin nasıl bir yanlış bilinç sunduğu günümüzde tartışma konusudur. Kalkınma ekonomisi uzmanlarından Chang, küresel neoliberalizmin uluslararası yatırımcılara ve şirketlere, ülkelerin ulusal politikalarını veto etme yetkisi tanıdığını ve bu sebeple demokrasiler üzerinde tehdit oluşturduklarını belirtiyor. Şöyle diyor Chang: “Bugün büyük yatırımcılar ve firmalar, karşı oldukları hükümet ve yurttaş girişimlerinin önünü kesmek için yalnızca ülkeyi terk etme tehdidini savurmakla da yetinebilir.”

Şu meşhur, “Dış güçler” söyleminin içini de dolduruyor bu sözler. Öyleyse muhalefetin sihirli formülasyonu, PKK’nın Suriye’nin kuzeyini yutmasına göz yummaktan, yeni bir Kürt açılımı başlatmaktan, Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları aramaya son verip, Libya’dan askerlerimizi çekip, Kıbrıs’ta Rum’un taleplerine boyun büküp, dizimizi kırıp ülkemizde oturmaktan geçiyor. Bunları harfiyen yerine getirdiklerinde Avrupalı sermayedar dostlarının ucuz işgücü olarak gördükleri Türk milletine asgari ücretle iş vermesini zenginleşme olarak sunmalarının önünde hiçbir engel kalmıyor. “Geliyor gelmekte olan” dedikleri bu herhalde…