Mustafa Kemal’in odasına girdiğim zaman o, ayağa kalkarak dostane bir şekilde beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi: Unutmayın ki, Napoleon da esir olmuştu. Siz görevinizi tam olarak ve sonuna kadar yaptınız, biz de sizi takdir ve size hürmet ediyoruz. Siz burada esir değil, misafirsiniz. Sonra bana sordu: Küçük Asya Orduları Komutanlığı’na tayin edildiğinizi biliyor musunuz?

YUNAN ORDULARI BAŞKOMUTANI TRİKUPİS’İN HİKÂYESİ (7)

O zamana kadar toplarımızı az çok kullanarak geri çekiliyorduk. Fakat sırtımız o yamaca dayatıldıktan sonra kıpırdamaklığımıza imkân kalmamıştı. O sırada işleyemez bir darlığa geldik. Ancak ellerimizdeki tüfekleri kullanabiliyorduk. Sonunda bir an geldi ki tüfeklerin bile işleyemediği bir darlığa düşürüldük. Süngüler parlamaya başladı. Arkamız, önümüz, her yanımız süngü! Böylece artık iş bitmişti. Atımı bile bulamıyordum. Yaya olarak ormanlar içine düştük.

Sonra sordu:

- Siz bu harbi nereden idare ediyordunuz?

- İşte tam o süngülerin parladığını söylediğiniz yerde askerlerin arasında idim.

- Harp böyle kazanılır. Yoksa beş yüz elli kilometre uzakta durum gözle görülüp hüküm verilmeksizin, bir harita üzerinde pergelle ölçülerek yattan idare edilmez, dedi.”

TRİKUPİS TESLİM SONRASINI ANLATIYOR

“Uşak dışında esir olup, o zamanki Türk Ordusu Komutanı İsmet Paşa’nın (sonradan Türkiye Cumhurbaşkanı olmuştur) dairesine (Karargâhına) götürüldüm; o da beni Mustafa Kemal’e götürdü.

Mustafa Kemal’in odasına girdiğim zaman o, ayağa kalkarak dostane bir şekilde beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi:

-Unutmayın ki, Napoleon da esir olmuştu.

-Siz görevinizi tam olarak ve sonuna kadar yaptınız, biz de sizi takdir ve size hürmet ediyoruz.

-Siz burada esir değil, misafirsiniz.

Sonra bana sordu:

-Küçük Asya Orduları Komutanlığı’na tayin edildiğinizi biliyor musunuz?

Ben cevap verdim:

-Hayır! Malum olduğu üzere Türk ordusunda telsiz vardı ve taarruz sırasında dışarıdan haber alıyordu.

Ne olursa olsun, 5 Eylül 1922 tarihli Atina gazeteleri şu haberi veriyordu:

‘Tuğgeneral Trikupis Küçük Asya Orduları Komutanlığı’na tayin edilmiştir. Kendisi savaş sahasındaki cesaretinden dolayı Tümgeneralliğe terfi ettirilmiştir.’

4 Eylül 1922’de Resmi Gazete’de benim Küçük Asya Orduları Başkomutanlığı’na tayin emrim yayımlanmıştı ve bunda şöyle deniyordu:

‘İçinde bulunduğumuz yılın 4 Eylül günü Kraliyet iradesi ve Milli Savunma Bakanı’nın tasvibiyle, bakanlık emrine alınan Tümgeneral Hacıanesti G’nin yerine Tuğgeneral Nikolaos Trikupis Küçük Asya Orduları Komutanlığı’na getirilmiştir.’

Savaş alanlarında gösterdiğim cesaret hakkındaki sözler ise bu emirde yoktu; zira herhalde felaket ve Küçük Asya’daki ordumuzun dağıldığı öğrenilmişti.

Fakat sonraları, 1927 yılında bu rütbeyi aldım. 9 Haziran 1927’de imzalanan tümgeneralliğe terfiim emri aynı yıl ve ayın 11 tarihli Resmi Gazetesi’nde yayımlanmıştı.

Uşak’tan Ankara’ya ve oradan da Ankara’nın kuzeydoğusunda ve Küçük Asya’nın ortasında bulunan Kırşehir’e götürüldüm. Buraya diğer generaller (Diyenis, Dimaras ve Kladas) ile birçok subay da getirilmişti.

Orada, aslen Teselya’nın Larisa (Yenişehir) şehrinden olan ve Yunanca bilen bir Türk albayının sıkı nezareti altındaydık.

Günün birinde ikimiz konuşurken bana:

-Birkaç güne kadar, dedi, bizden ayrılacaksınız! Ben sordum:

-Ne oldu? -Türk hükümeti, Yunan hükümetinden Trakya’da esir olan General Cafer Tayyar’ın (Eğilmez) iadesini istedi. Yunan Hükümeti de mukabilinde sizi istemiş.

Birkaç gün sonra aynı Türk albayı bana şöyle dedi:

-Türk hükümeti, General Cafer Tayyar’a karşılık, Trikupis hariç, herhangi bir Yunanlı generali vermeye razı olduğunu bildirdi.

Bu suretle, sonuçta General Kladas esaretten kurtuldu.

Esaret bir yıl devam etti.

General Diyenis, Dimaras ve Kladas Konsey Başkanlığı’nın kararı üzerine Atina’ya vardıkları zaman terhis edildiler, ben ise Milli Savunma Bakanlığı emrine verildim.

Her Milli Savunma Bakanı değiştiğinde huzuruna çıkıp, savaş esiri olarak divanı harbe verilmemi istedim.

Fakat her müracaat ettiğim bakan, beni övdükten sonra şunları söylüyordu:

‘Talebiniz genel hükümlere girer ve şimdiki halde Bakanlık Konseyi’ne dahil olduğunuz için bu isteğiniz reddedilecektir.’

Bu amaçla yaptığım bütün müracaatlar bu şekilde sonuçsuz kaldı.

O bakanın yanında General Kondilis de vardı ve o da benim isteğimi reddetti.

Ben o zaman, şikâyet yollu bütün müracaatlarımın reddedildiğini ve fakat bunun beni tatmin etmediğini söyledim. General bana şu cevabı verdi:

‘Yalnız bizim değil, size karşı Türklerin bile büyük bir saygısı var. Sekiz gün önce Türk sefirini gördüm, bana Mustafa Kemal’in kendisiyle Yunanistan hakkında yaptığı bir konuşmada şunları söylediğini bildirdi: ‘Bütün Yunan generalleri arasında en çok korktuğum Trikupis’tir.’ Yani görüyorsunuz ki, yalnız bizim değil, Türklerin bile size karşı saygıları var.

Bu konudaki sabırsızlığım o dereceye vardı ki, bir gün Milli Savunma Bakanlığı’nın adli kısmına giderek, oradaki subaylara benim savaştaki harekâtım hakkında dava açmak üzere celpname hazırlayıp hazırlamadıklarını sordum; bu suretle Divan- ı Harp’te isteğimin kabul edileceğini sanıyordum.

Bana orada da boşuna zahmet edeceğim, zira bazı deliller göstersem de bunların asılsız olduğunun ispat edileceği cevabı verildi.

Nihayet sabrım tükenerek 18 Haziran 1924’te Milli Savunma Bakanlığı’nın Zat İşleri Müdürlüğü’ne bir müracaat yaptım. Bu müracaatım gazetelerde yayımlandı.

YARIN: TÜRK BASININA GÖRE TRİKUPİS’İN SERÜVENİ