Devletlerin hangi sebeplerle ittifak arayışına girdikleri konusunda farklı fikirler olmasına rağmen Uluslararası İlişkiler disiplini bağlamında ittifak kavramının devletlerin özellikle güvenlik alanında iş birliğini hedefledikleri bir irade uyuşmasının sonucu olduğu fikri genel olarak kabul gören bir yaklaşımdır. Bu çerçevede bir ittifakı oluşturan devletler arasında ortak çıkar ve ortak tehdit algılaması ittifak kavramının temel unsurları olarak öne çıkmaktadırlar.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI

İttifak teorileri ile ilgili literatürün gelişiminde İttifakların Kökenleri adlı kitabı ile önemli bir katkı sağlayan Stephen M. Walt, ittifakın oluşmasına yol açan asıl sebebi devletlerin güçlerini artırmaktan ziyade tehdidin dengelenmesi hususundaki niyetleri olarak değerlendirmektedir. Çünkü Walt’a göre, güç dağılımındaki değişimler büyük önem taşımakla birlikte coğrafi yakınlık, saldırı kabiliyeti ve karşı tarafın öngörülen niyetleri de bir devletin tehdit algılamasının oluşmasında belirleyici olmaktadır. Soğuk Savaş döneminde Walt’ın analizi paralelinde ittifak kavramının en somut örneği Atlantik Okyanusu’nun iki yakasındaki devletlerarasında oluşan Avrupa-Atlantik İttifakı’dır. Anılan ittifakın en önemli kurumsal ürünü ise NATO’dur. Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO üyeleri arasında güvenlik, uluslararası hukuk, çevre, terörizm, insan hakları ve bölge politikaları gibi birçok konuda var olan görüş ayrılıklarının daha görünür hale gelmesi ve somut sonuçlar doğurması, NATO bağlamında Walt’un tanımladığı ittifak anlayışından uzaklaşıldığının işaretleridirler. Ortak tehdit ve çıkar algılamalarındaki farklılıkların artması ile birlikte, literatürde NATO içerisinde bir dayanışma problemi olduğu sıklıkla gündeme getirilmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un 7 Kasım 2019’da verdiği bir röportajda ABD ile NATO müttefikleri arasında stratejik karar alma süreçlerinde koordinasyon olmadığı ve bu açıdan NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği yönündeki eleştirileri, söz konusu problemin en somut göstergelerindendir.

Bu çerçevede değerlendirildiğinde mevcut aşamaya kadar Ukrayna Savaşı’nda NATO’nun tutumu nasıl yorumlanabilir? Öncelikle 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması karşısında NATO’nun bir ittifak olarak, 2008 Gürcistan Savaşı’na, Suriye Krizi başta olmak üzere Arap Baharı akabinde Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere, Kırım’ın ilhakı ve işgali gibi bölgesel sorunlara oranla daha uyumlu hareket etmeye ve ortak bir tutum belirlemeye çalıştığı ifade edilebilir.

ÖZEL BİR FON

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarının başlamasından bir gün sonra 25 Şubat 2022 tarihinde sanal olarak (uzaktan) gerçekleştirilen NATO Hükümet ve Devlet Başkanları toplantısında Rus saldırısı “tam ölçekli bir işgal girişimi” ve “onlarca yıldır Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik en derin tehdit” olarak tanımlanmış ve Rusya ile bu işgal girişimine katkı sağlayan Beyaz Rusya en ağır ifadelerle kınanmıştır. Bu ortak deklarasyonun dışında tek tek tüm NATO üyeleri Rusya’nın bu tutumunun kabul edilemez olduğunu farklı platformlarda dile getirmişlerdir. Bu bağlamda Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un 26 Şubat’ta Almanya’nın savunma harcamaları için 100 milyar Euro’luk özel bir fon kuracağını ifade etmesi, NATO içerisinde İttifak’ın kuruluşundan itibaren çeşitli dönemlerde gündemdeki yerini koruyan ve Trump Yönetimi’nde daha yoğun bir şekilde gündemde tutulan yük paylaşımı sorunu açısından da büyük önem arz etmektedir. Yük paylaşımı, NATO’nun faaliyetleri kapsamında ortaya çıkan maliyetlerin karşılanması hususunda üye ülkelerin adil bir oranda katkı sağlamasını ifade etmektedir. Bu bağlamda ABD yönetimleri tarafından Avrupalı müttefikler sıklıkla bedavacı olmakla suçlanmışlardır. Yük paylaşımı tartışmalarının üzerinden yapıldığı en dikkate değer kriterler ise üye devletlerin savunma harcamalarının GSYH’nin yüzde 2’sinden az olmaması ve üye devletlerin savunma bütçelerinin yüzde 20’sinden fazlasını araştırma- geliştirmeyi de içerecek önemli teçhizat harcamasında kullanacaklarını içeren kriterlerdir. NATO verilerine göre GSYH’nin yüzde 2’lik kısmının savunma harcamalarına ayrılmasına yönelik taahhüde 2021 Mart itibariyle 30 NATO üyesinden 11’i (ABD, Estonya, Fransa, İngiltere, Polonya, Romanya, Letonya, Litvanya, Norveç, Slovakya ve Yunanistan) uymaktadır. Söz konusu vaadiyle Almanya da bu taahhüdü yerine getirecek devletlerden biri olabilir.

OLAĞANÜSTÜ ZİRVE

NATO Hükümet ve Devlet Başkanları Zirveleri, NATO’nun faaliyetleri ile ilgili farklı konulardaki önemli kararları kamuoyuna açıklamak için belirli aralıklarla (genelde iki yılda bir) yapılır. 24 Mart 2022 tarihinde gerçekleştirilen İttifak’ın 30. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi önceden planlanmadığı için “olağanüstü (extraordinary)” bir zirve olarak tanımlanmıştır. Bu son zirvenin tek konusu da Ukrayna Savaşı olmuştur. Zirve Bildirgesi’nde Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, küresel güvenliği tehdit eden bir eylem olarak kabul edilmiş, Rus askerlerinin Ukrayna’dan bir an önce çıkması ve Rusya’nın BM Uluslararası Adalet Divanı’nın 16 Mart 2022 tarihinde aldığı askeri operasyonun durdurulması ile ilgili kararına uyması talep edilmiştir. Bildirge’de Ukrayna’nın BM Antlaşması’nın 51. maddesi çerçevesinde meşru müdafaa hakkının olduğu da teyit edilmiş ve uluslararası hukuk ihlallerinden sorumlu olanlara karşı uluslararası toplumun geri kalanıyla birlikte çalışılacağı ifade edilmiştir. Bildirge’de ayrıca NATO’nun “önleyici, orantılı ve gerilimi artırmayan önlemler” aldığına işaret edilerek, Rusya’nın eylemleri karşısında NATO’nun savunma planlarının aktif hale getirildiği, önemli hava ve deniz mevcudiyetiyle, doğu kanadına 40 bin askerin yerleştirildiği ve Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’da takviye çok uluslu muharip grupların oluşturulacağı belirtilmiştir.

24 Şubat’tan itibaren NATO liderlerinin Rusya’nın saldırılarına yönelik söylemleri ve 24 Mart’ta gerçekleştirilen Zirve’de alınan -yukarıda ayrıntıları verilen- kararlar NATO içerisindeki bütünleşmenin göstergesi olarak değerlendirilmektedir. NATO’nun söz konusu tutumu tabii ki NATO içerisindeki dayanışmayı göstermesi açısından anlamlıdır. Ancak bu bahsedilenler NATO içerisindeki bütün sorunların çözüldüğü anlamına kesinlikle gelmemektedir. Nitekim açıklamalar geleceğe yönelik bir güvence vermemiştir.

MUKABELE KUVVETİ

2014’teki Ukrayna krizi ve akabinde Rusya’nın Kırım’ı işgali de İttifak’ın resmi söylemi ve pratik uygulamaları üzerinde somut sonuçlar doğurmuştu. NATO zirvelerinde, NATO’nun Doğu Avrupalı üyelerinin savunmalarının sağlanması açısından ilave tedbirler alınmış, NATO Mukabele Kuvveti’nin parçası olarak Çok Yüksek Hazırlık Seviyesinde Kuvvet oluşturulmuş, Polonya’daki Yüksek Hazırlıklı Kolordu’nun yetenekleri artırılmıştı. Bu çerçevede, söz konusu gelişmeler İttifak’ın varlık sebebi olan kolektif savunma görevinin ve caydırıcılığın İttifak içerisinde daha çok dile getirildiği bir süreci de başlatmıştı. Ancak yine de NATO üyeleri arasında birçok konuda dayanışmanın tam anlamıyla sağlanmadığı da unutulmamalıdır. ABD ile NATO müttefikleri arasında stratejik karar alma süreçlerinde koordinasyon olmadığı birçok örnek verilebilir. Bu bağlamda Ukrayna Savaşı’nın NATO içerisindeki ve özellikle müttefikler arasındaki jeopolitik önceliklerin farklılaşmasından kaynaklı sorunların çözümüne ne ölçüde katkı sağlayacağını söylemek için çok erken olduğu da vurgulanmalıdır. Ayrıca üye ülkelerin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kolektif savunmayı sağlama yükümlülüğü çerçevesinde oluşturulan NATO içerisinde bazı ülkelerin başka bazı ülkelere yönelik gizli ya da açık ambargolar ve yaptırımlar uyguladığı bir ortamın varlığı, arzu edilen bir NATO dayanışmasının çok uzağında olduğumuzu da göstermektedir.