Geçtiğimiz günlerde Ukrayna- Rusya arasındaki gerginlik dikkate değer bir şekilde yükseldi. Ukrayna’nın doğusunda yer alan Donbas bölgesinde 26 Mart’ta Rus keskin nişancılarının saldırılarıyla Ukrayna askerlerinin öldürülmesiyle başlayan tırmanma, Rusya’nın Ukrayna sınırına askerî sevkiyatını arttırması ve bu süreçte Rus makamlarından yapılan tehdit içeren açıklamalarla devam etti. İki ülke arasındaki savaşın alevleneceği hatta bu gelişmelerin Doğu-Batı arasında yeniden bir tür “Soğuk Savaş” başlatacağını söyleyenler oldu.

Son hafta yaşanan gelişmelerin öncesinde de Ukrayna ordusunun Rusya’ya saldıracağı şeklinde söylentiler yayılıyordu. Bunun arkasında aslında Rus istihbaratının olduğu, Ukrayna’ya saldırı için hazırlanan Rusların meşruiyet sağlamak için bu söylentileri bizzat ortaya attığı da iddia ediliyor, her iki taraf da birbirini provokasyon yapmakla suçluyordu.

Rusya’nın Ukrayna sınırına ilave asker konuşlandırmasıyla, yaklaşık yedi yıldır Ukrayna topraklarında süren işgalin yeni çatışmalar sonucunda genişleyebileceği konuşulmaya başlandı. Rusya’nın tatbikat gerekçesiyle sınırına asker sevkiyatı yaptığı ve bunun da yeni bir saldırı için hazırlık olduğu iddia edildi. Rusya ise, NATO’nun bu bölgedeki askerî varlığını arttırdığını gerekçe göstererek attığı adımların “meşru müdafaa” amaçlı olduğunu belirtti. Esasen Kremlin Sözcüsü Peskov, “Rusya sınırları boyunca NATO’nun, diğer birliklerin ve bazı ülkelerin silahlı kuvvetlerinin faaliyetlerini arttırdığını biliyorsunuz. Bütün bunlar bizi tetikte olmaya mecbur ediyor” derken, Rusya’nın NATO’ya karşı bir misilleme yaptığını ikrar etmiş oldu.

Askerî hareketlilik Kiev yönetimi tarafından eleştirildiğinde, Moskova tehdit söylemini daha da belirgin hâle getirdi. 2 Nisan’da bir açıklama daha yapan Sözcü Peskov, ABD ve NATO’nun Ukrayna’yı askerî olarak desteklemesi durumunda “Rusya’nın kendi güvenliğini sağlamak için ilave tedbirler alacağını” ifade etti. Rusya’nın açıklamalarında ABD ve NATO’ya vurgu yapılması, Moskova açısından meselenin bir sınır anlaşmazlığı olmaktan çok öte bir stratejik mesele olarak ele aldığını da göstermiş oldu.

Rusya’nın Kırım’ı uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ilhak etmesi ve Ukrayna’nın doğusundaki Rus kökenlileri bahane ederek bu bölgeyi fiilen işgal altında tutmasının asıl sebebinin Rusya-NATO rekabeti olduğunu unutmamak gerek. Zira Rusya için Ukrayna, Batı’ya karşı verilen mücadelede mutlaka elde tutulması gereken bir cephe olarak büyük kıymet atfedilen bir stratejik coğrafya. Dolayısıyla, Ukrayna’nın Avrupa-Atlantik kurumlarına dâhil olması ve Batı dünyası ile bütünleşmesi Moskova açısından stratejik bir kayıp olarak değerlendiriliyor.

NATO üyeliği kovalayan Gürcistan’da 2008’de Güney Osetya ve Abhazya’da yaşananlar hatırlanırsa, Ukrayna’nın doğusunda yaşananlar hiç görülmedik, duyulmadık gelişmeler değil. Gürcistan’ın NATO üyeliği için Batı’ya yaklaşmasını eski SSCB topraklarında güç ve itibar kaybı olarak algılayan Moskova, Tiflis’i durdurduğu gibi şimdi de Ukrayna’yı Batı’ya yönelimden uzak tutmaya çalışıyor. Zaten Kasım 2013’te başlayan Maidan protestolarının arkasında da Ukrayna’nın Doğu (Moskova) ile Batı (AB/ABD/NATO) arasındaki tercihini Batı’dan yana yapması yer alıyordu. O tarihlerde de Ukrayna, “yeniden Soğuk Savaş” söylemlerinin odak noktası olmuştu.

Yedi yıl sonra bakıldığında pek bir değişiklik olmadığını söylemek mümkün. Rusya, hâlâ Kiev’in Batı’yla yakınlaşmasını ve NATO’ya topraklarını açarak Batı’nın nüfuzunu sınırlarına kadar genişletmesini engellemek istiyor. Ukrayna ise Batı’nın desteğini alarak Rusya’nın ilhak ve işgalinden kurtulmaya, toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmeye çalışıyor. Ukrayna, ABD ve NATO’dan daha fazla destek gördükçe de Rusya’nın Kiev’e karşı tutumu daha da sertleşiyor. Kısacası Ukrayna, ABD/NATO ile Rusya arasında bilek güreşinin yapıldığı yer olma sıfatını bir süre daha taşımaya devam edecek gibi görünüyor.