Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceği söylentilerinin sıklaştığı son günlerde önemli ikili görüşmeler gerçekleştirildi. Rusya lideri Putin, 6 Aralık’ta Çin ve ABD karşısında iş birliğini artırmak istediği Hindistan’ı ziyaret etti. Bir gün sonra ise Putin’in görüştüğü kişi ABD Başkanı Biden oldu. Biden, Rus lider ile görüşmesinden önce Avrupalı müttefikleri ile görüşmüştü. Putin görüşmesinin ardından Biden’ın Almanya, Fransa ve İtalya gibi AB üyesi ülkelerin liderleri ile tekrar görüşeceği duyuruldu. Son günlerde bu tür görüşmelerin artıyor olması NATO-Rusya gerginliğinin kolay kolay yatışmayacağı beklentisini kuvvetlendirir nitelikte.

Ukrayna’nın ABD ve AB ülkelerini yanına çekerek Rusya karşısında caydırıcı bir güç oluşturma istemesi doğal. ABD ve AB ise Rusya’yı sakinleştirmek ve Rusya’nın Doğu Avrupa ülkelerine yönelttiği tehdidi hafifletmek istiyor. Ancak Moskova, Batı’nın bir olup Rus politikalarını eleştirmesini çok da ciddiye alır gibi görünmüyor. Kendinden emin tavrıyla bilinen Putin, Batı’nın baskısı karşısında alttan alacak gibi durmuyor.

Biden-Putin görüşmesinin ardından yapılan açıklamalar, iki tarafın da bilinenleri tekrar etmenin pek de ötesine geçemediğine işaret ediyor. 2 saat süren görüşme öncesinde Kremlin tarafından yapılan açıklama zaten ilişkilerin sıkıntılı olduğunu açıkça beyan ederken, Moskova’nın çok da iyimser olmadığını ima ediyordu. “Elbette, kötü durumda kalmaya devam eden ikili ilişkiler ele alınacak. İki lider, gündemde ses getiren konuları görüşecek. Bunların arasında öncelikle Ukrayna’daki gerginlik, NATO’nun sınırlarımıza doğru ilerlemesi yer alıyor” şeklindeki Kremlin açıklaması, Moskova’nın NATO’yu kendinden uzak tutma hedefinde bir değişiklik olmadığını gösteriyordu. NATO’nun Rusya sınırından uzak tutulmasının Ukrayna’nın NATO üyeliğine her şekilde engelleneceği anlamına geldiği açık. Hatta Rusya’nın askerî yöntemler kullanmak dâhil sert bir politikayla Ukrayna’yı Batı’dan kopartmakta kararlı olduğu anlaşılıyor.

Diğer taraftan ABD ise, Rusya kadar net ve sert bir tutum sergilemiyor. Beyaz Saray “Rusya’nın ileri gitmesi durumunda bunun ekonomik bedelleri olacağı” konusunda uyarıda bulunmakla yetiniyor. ABD’nin yaptırım tehdidinde bulunması, yıllardır yaptırımlara maruz bırakılan Moskova yönetimi için yeni bir durum değil. Yeni olmadığı gibi, geçmiş tecrübeler, yaptırım tehdidi ile Rusya’nın yolundan döndürülemeyeceğini de aslında ortaya koyuyor. Dolayısıyla, AB üyesi müttefiklerinin sözcülüğüne soyunup Putin’in karşısına çıkan Biden, Moskova’yı Ukrayna konusunda geri adıma zorlayacak bir hamlede bulunmuşa benzemiyor. Biden’ın “diplomasiye dönülsün, gerginlik azaltılsın” yönündeki çağrısının Kremlin’e tesir edebilmesi pek de mümkün değil. Kremlin’in NATO’nun genişlemesi durdurulsun talebinin ise ABD ve AB ülkeleri nezdinde daha tesirli olacağını söylemek mümkün. Netice itibarıyla, büyük merakla beklenen görüşmeden Moskova’nın güçlenerek çıktığını savunmak abes olmaz.

Ukrayna üzerinden yaşanan NATO- Rusya gerginliğinin NATO üyesi olmakla birlikte Rusya’ya sınırı olan ve Moskova ile iyi ilişkiler geliştiren ama bir yandan da Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunan Türkiye için de kaçınılmaz yansımaları olacaktır.

NATO-Rusya gerginliği, Moskova için de Brüksel için de Ankara’nın önemini artıracaktır. Biden’ın Putin karşısında stratejik üstünlük sağlayabilmesi için Rusya’dan çekinen AB ülkeleri değil, Rusya ile iş birliği yapabilen Türkiye ile hareket edebilmesi gerekiyor. Rusya ise NATO içerisinde şart olan uzlaşıyı bozabileceği için Ankara ile arasını iyi tutmak amacında. Kısacası, NATO ile Rusya arasındaki sürtüşmeler, iki tarafın da tahakkümüne girmeden çok taraflı, dengeli ve bağımsız politikalar yürüten Türkiye’nin önemini pekiştiriyor. Bu yönüyle Türkiye, “illaki bir tarafı tutma” mecburiyetinde olmamasını, jeostratejik önemini ve hareket alanını artıracak bir avantaja dönüştürüyor.