Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan savaşın bölgesel ve hatta küresel seviyede birçok yansımasının olması kaçınılmazdı. Zira Rusya’nın Avrupa üzerindeki enerji kaynakları üzerinden elinde tuttuğu silahları Ukrayna’yı destekleyen ülkelere karşı kullanacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Ukrayna’yı destekleyen ülkelerin de özellikle siyasi ve ekonomik yaptırımlar ile Rusya’yı baskı altına almaması beklenemezdi. Ancak savaşın bir diğer yansımasının İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği başvurusu yapma kararı alması birçok kişi açısından sürpriz oldu.

Savaşın ilk günlerinde Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Ukrayna’da savaşın sona erdirilmesinin bir yolunun Ukrayna’nın “Finlandiyalılaştırılması” olduğunu ileri sürmüştü. Bu düşünceye göre, Ukrayna Batı ile iyi ilişkilerini özellikle siyasi ve ekonomik alanda geliştirse de güvenlik ve askerî alanda tarafsız kalmalı idi. Böylelikle, Rusya’nın güvenlik garantileri talepleri karşılanmış, NATO’nun Ukrayna’yı üye kabul etmesi ihtimali sonlandırılmış ve dolaylı olarak Rusya’ya savaşı sonlandırmak için yeterli taviz verilmiş olacaktı. Macron bu önerisiyle Finlandiyalıları kızdırmış, tepki çekmişti. Bu tartışma, Finlandiya’nın uzun vadede NATO’nun dışında kalmak gibi bir niyetinin olmadığını ihsas ettirmişti.

Ukrayna’nın NATO ve AB desteği ile Rusya’ya karşı direnebilmesi, adı geçen ülkeleri NATO üyeliği konusunda cesaretlendirdi. NATO ve ABD desteği olmasa, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı sahada bu denli başarılı olamayacağı algısının ortaya çıkması, hem siyasilerde hem de bu ülkelerdeki kamuoyunda NATO üyeliğine bakışı daha olumlu hâle getirdi. NATO’nun Avrupa kıtası ve hatta ötesinde aktif bir güvenlik örgütü olduğu ve yeni üyelikler konusunda “açık kapı” politikası izlediği dikkate alındığında, NATO’nun iki yeni üyeye sıcak bakması ise şaşırtıcı değil.

NATO, Rusya’nın saldırganlığının sonuçları olacağını en başından beri dile getiriyordu. Rusya, Ukrayna’ya saldırının NATO üyeliği taleplerinin önünü keseceğini düşünmüş ve Ukrayna’nın bir ders olacağını varsaymıştı. Ancak, Rusya’nın planladığı gibi sahada başarılı olamaması tam tersi etki yaptı ve NATO üyeliği İsveç ve Finlandiya için daha cazip bir hâl aldı.

70 yıldır NATO üyesi olan Türkiye, esasen açık kapı politikasını hep destekledi. 1990 sonrası gerçekleşen genişleme sürecine Türkiye herhangi bir şekilde engel olmadı. Ancak bu sefer Türkiye, İsveç ve Finlandiya konusunda meşru endişelerini en üst düzeyden dile getiriyor. Türkiye, PKK ve FETÖ üyelerini misafir eden, her fırsatta ayrılıkçı görüşleri destekleyerek Türkiye’de sorun çıkarmaya çalışan bir ülkeyi hiçbir şey yokmuş gibi NATO üyeliğine buyur edecek değil.

Bu iki ülkeye verilen “geçmişini temizle de gel” mesajı çok isabetli oldu. Ankara, haklı olarak güvenlik alanında müttefik olacak bir ülkenin, Türkiye’nin güvenliğine kasteden terör örgütleriyle arasındaki bağı koparmasını istiyor. Bu meşru talep karşılanmadıkça bu ülkelerin NATO’ya girişi veto edilmeli. Bazı jestlerle tatmin olup bu ülkelerin üyeliğine yeşil ışık yakılmamalı. İyi niyet göstergesi olarak, bu ülkelerdeki ve mevcut NATO üyelerindeki FETÖ ve PKK iltisaklı kişilerin Türkiye’ye iadesi derhâl sağlanmalı. Türkiye aleyhine çalışan terör bağlantılı sözüm ona STK ve diğer yapıların kapısına kilit vurulmalı.

Tüm bu şartlar yerine getirilse dahi, Türkiye’nin 60 yıldır AB kapısında “özel statü” tehditleri ile bekletildiği unutulmadan, bu iki ülkenin NATO’ya üyeliğinin de bir “özel statü” ile gerçekleştirilmesi ihtimali gündemde tutulmalı. Türkiye’nin NATO’nun başat unsuru olduğu, NATO müttefiki olup da Türkiye’ye hak ettiği dayanışmayı göstermeyenlere bu vesileyle mutlak surette gösterilmeli. NATO operasyonlarında onca şehit veren Türkiye’nin absürt siyasi saiklerle F-35 projesinden dışlandığı, yaptırıma maruz bırakıldığı bir dönemde, İttifaka faydadan çok yük getirecek bu ülkeler elini kolunu sallayarak NATO kapısından geçirilmemeli.