Oyun başlar başlamaz, izleyenler hayal kırıklığı yaşadı. Ne Beşiktaş, ne de Fenerbahçe bildiğimiz gibi değildi. O hırçın, saldırgan Beşiktaş gitmiş, yerine hakeme her pozisyonda itiraz eden, ilk yarıda acemiler gibi sık sık ofsayta yakalanan ve rakip ceza alanında sadece 2 kez topla buluşan bir takım vardı. Fenerbahçe de eski görüntüsüne dönmüştü. Yan toplar artmış, sadece duran topla gol arayan ve presi unutan bir takım hüviyetindeydi.

Böyle olunca ortaya tatsız, tuzsuz, pozisyonsuz, bol faullü bir 45 dakika çıktı. Beşiktaş, Ghezzal’ın yaratıcı futbolunu ve N’Koudou’nun takımı ateşlemesinin eksikliğini hissederken, Fenerbahçe’de, Jesus’un, Joao Pedro ve Lincoln tercihi tartışma yarattı. İkinci yarıda da değişen bir şey yoktu. Fenerbahçe topla biraz daha fazla oynarken, Beşiktaş dengeyi sağlamaya çalıştı.

Hocalar da oyunu çözmek için hamlelerini yaptı. Jesus, Osayi Samuel’i hatırladı, Ismael de taraftarların istediği, sakatlıktan yeni çıkan Ghezzal’ı sahaya sürdü. Ama ne Weghorst, ne Batshuayi, ne Valencia, ne de Redmond bir türlü beklenen gol, ya da golleri atamadı. Valerien Ismael, 40 bin taraftar önünde yenilmemek, koltuğunu kaybetmemek için son anlar hariç, kontrollü bir futbolu tercih etti.

Jesus ise deplasmanda ezeli rakibine kaybetmemeyi, o bildiğimiz görüntüsünden uzak, topla daha çok oynamayı düşünen bir futbolu denedi. Özellikle son bölümlerde rakibin baskısına boyun eğdi.

Kısacası, kaliteli futbolun ve pozisyonun çok olmadığı derbide “Ne şiş yandı, ne de kebap...”