Irkçılık, ABD’nin nefesini bir daha kesti. “Nefes alamıyorum” diyerek polis gaddarlığına direnen bir ABD vatandaşı, ırkçı bir polisin ensesine dayadığı dizinin altında nefessiz kalarak can verdi. Sanki ABD ırkçılıktan muzdarip olmamış, sanki ABD’de siyahî vatandaşlar onlarca yıl eşit haklar için mücadele etmemiş, sanki ABD beyazların siyahları ezdiği bir otoriter ülkeymiş gibi bir görüntü, insanın kanını dondurmaya yetti. Irkçılığın hâlâ ABD için büyük bir sorun olduğunu tekrar ifşa eden bu gelişme, bekleneceği üzere ABD’de ırkçılık karşıtı seslerin yükselmesine sebep oldu. Hatta bu dramatik olay öylesine etkiliydi ki, ırkçılık karşıtlarının kitlesel eylemleri ABD sınırını aşıp diğer ülkelere de yayıldı. Irkçılığın kurbanı olan George Floyd’un son sözleri olan “Nefes alamıyorum” tüm dünyada ezilen insanların kullandığı bir slogan hâline geldi, protesto gösterilerinde yüksek sesle söylenmeye başladı.

George Floyd, ABD’nin ırkçılığa kurban ettiği ilk siyahî olmadığı gibi muhtemelen son kişi de olmayacak. Şüphesiz ki bu son olay, daha öncesinde şahit olunan nice benzeri olay gibi ABD’deki sistematik ırkçılığı gösteren polis şiddetinin şimdilik son örneği olarak görülmeli. Bu tür bir vahşetin, kabulü asla mümkün olmayan ve insana yakışmayan bir tutum olduğu ise tartışmasız.

Her ne kadar ABD, demokrasi denildiğinde ilk akla gelen ülkelerden biri olsa da siyahîlerle beyazların kamusal alanlarda eşit ve aynı konumda olabilmesinin mümkün hale geldiği yıl ancak 1968’dir. Aradan 50 küsur yıl geçtikten sonra bile bir beyaz ABD polisinin, bir siyahî vatandaşı böyle herkesin gözü önünde hayattan koparması, kâğıt üstünde eşitliğin sağlanmasına rağmen Amerikan halkının ırkçılığı zihinlerinden çıkaramamış olduğunu gösteriyor.

Dünyanın dört bir köşesinden gelip yerleşen milyonlarca yabancının yaşadığı ABD’nin hâlâ ırkçılık ve ayrımcılık konusunda makul bir anlayış ve tutum sergileyememesi, ABD’nin gelecekte de benzer sorunlarla karşılaşabileceğine işaret ediyor. Nitekim, siyahîlerin yanı sıra, Hispanik ve Asya kökenlilere uygulamada çıkarılan zorluklar ve ayrımcılığın dikkat çekici boyutta olması, ABD’nin sosyal sorunlar yüzünden her an kaynayabileceği ihtimalini kuvvetlendiriyor.

Kovid-19 sürecinde sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin yetersizliği, sağlık sigortası olmayanları tedavi edilmemesi, vatandaşlar arasında ayrımcılık yapıldığı iddiaları bu süreçte gösterilen tepkileri tetikleyen yahut kapsamını ve şiddetini arttıran bir unsur oldu. Salgın tehlikesine rağmen binlerce insanın sokaklarda omuz omuza yürümesi ise ABD vatandaşları açısından ırkçılığın Kovid-19 salgınından daha büyük bir tehlike olarak görüldüğüne işaret ediyor.

Irkçılığa muhatap olanlar başta olmak üzere ABD vatandaşlarının ayrımcılığa gösterdiği tepki, elbette anlamlı, haklı ve yerindedir. Bununla beraber, meselenin belli bir ülke ya da ırkla sınırlı olmayıp, küresel bir sorun olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Zira meseleye konjonktürel değil ilkesel, ahlaki ve evrensel normlar çerçevesinde bütüncül bakılması gerekiyor. Irkçılık şüphesiz ki sadece ABD’deki siyahîlerin maruz kaldığı bir durum değil. Yemen’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de ve daha birçok yerde yaşanan dramlar ve zulümlerin arka planında belli bir kesime karşı ırkçılık olmadığını söylemek mümkün mü? Almanya’da Neo-Nazi grupların Türklerin evlerini kundaklaması, Yeni Zelanda’da camide katliam yapılması gibi sayısız ırkçılık şiddetini görmedik mi?

George Floyd olayı, tüm insanlara ırkçılığın ne büyük bir bela olduğunu ve insanlığa karşı bir suç olduğunu hatırlatmış oldu. Bu gelişmenin ardından ırkçılık karşıtı söylemlerin daha görünür olması olumlu bir gelişme ise de, asıl mesele dünyanın huzuru ve insanoğlunun güvenlik ve refahı için “nefes alamıyorum” çığlığının küresel çapta bir uyanışa vesile olup olmayacağıdır.