Demokrasinin ve insan haklarının zirve noktası! olan İsveç’te ırkçı bir saikle işlenen nefret suçu, soruşturulmayı gerektiren bir suç değilmiş. İsveç’te herkesin gözü önünde bir siyasi lidere ve onun destekçilerine hoşgörüsüzlüğün en şiddetli şekilde sahnelenmesi cezai kovuşturma gerektirmiyormuş. Türkiye’de olsa cezasız kalmasının düşünülemeyecek bir eylem, sözüm ona demokrat bu ülkede suç teşkil edecek unsurlar taşımıyormuş. Belli ki nefret suçu, ırkçılık ve terörizmle mücadelenin demokratik, huzurlu ve eşitlikçi bir toplumun temin edilmesi için şart olduğunu İsveç henüz idrak edememiş.

Elbette durum böyle değil. İşin aslı suçu işleyenin kim olduğu ve kime karşı işlendiği ile alakalı. İsveç’te PKK’lılar değil de DAEŞ militanları bir gösteri yapmış olsalar sizce İsveç makamlarının cevabı şimdiki ile bir olur mu? El-Kaide militanları toplansa da Biden’ı Macron’u ya da Merkel’i hedef alan bir eylem yapsalar İsveç hükümeti nasıl tepki verirdi? Acaba o zaman da kovuşturmaya yer olmadığını mı söylerdi başsavcılık?

Sözkonusu Türkiye ve Türk hükümeti olduğunda demokrasi havarisi kesilenlerin hakkı, hukuku, adaleti ve eşitliği unutuverdiklerini defaatle gördük. Avrupa’nın kendi hukukunu, kendisi için başka bizler için başka şekilde işlettiğini sayısız kez müşahede ettik. Şimdiki durum da öncekilerden hiç farklı değil. 

Nefretle işlenen her suçun nefret suçu olmadığı açık. Nefret duyulan bir kişinin öldürülmesi, nefret suçu değil de cinayet olarak nitelendirilebilir. Ancak önyargı ve nefret, işlenen eylemin temel saiki ise o zaman nefret suçundan bahsetmek mümkündür. Örneğin, bir zamanlar sıkça yaşanan Almanya’daki Türk evlerinin kundaklanması olayı hatırlanırsa, fiile yönelten temel saikinin Türklere karşı duyulan önyargı ve nefret olması sebebiyle, suçun sadece bir kundaklama suçu değil nefret suçu olduğuna hüküm getirmek icap eder.

Avrupa ülkelerinin genelinde, nefret suçu ayrı bir suç olarak tanımlanmamışsa da suç bir önyargı saiki ile işlendiğinde, söz konusu suç için verilen cezanın artırılmasına karar verilir. Mesela Belçika’da tecavüz, kasten adam öldürme ve kasten yaralama, tehlikedeki bir kişiye yardım etmeme, kişisel özgürlüğün ihlali gibi suçların ırk, ten rengi, dil, inanç gibi bir sebepten ötürü nefret, aşağılama veya düşmanlık sergilenmesi neticesinde işlendiği tespit edilirse, nefret saiki cezanın ağırlaştırılarak iki katına çıkarılması mümkün olabilmektedir. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, nefret ve önyargının fiilin ortaya çıkmasında önemli bir saik olması durumunda, işlenen suçun hem niteliği hem de o suç için hükmedilecek cezanın miktarı değişmektedir.

Diğer taraftan, nefret suçu teşkil eden bir eylemin, “ifade özgürlüğü” kisvesi altında geçiştirilemeyeceği de açıktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 10. maddesinde, herkesin ifade özgürlüğü hakkına sahip olduğunu belirttikten hemen sonra, bu hakkın görev ve sorumluluklar da yüklediğinin altını çizer.  Aynı maddede, bu özgürlüklerin kullanılmasının demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi gibi gerekçelerle sınırlandırılabileceğini belirtir.

Nitekim, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM’de açılan davalarda birçok kez Mahkeme, ifade özgürlüğü ihlali iddiasını kabul edilemez bulmuştur. Bir örnek vermek gerekirse, AİHM, 11 Eylül saldırılarının ardından evinin penceresine “İslam, Britanya’dan dışarı - Britanya Halkını koruyun” yazılı bir poster açtığı için mahkûm edilip bunun üzerine ifade özgürlüğünün kısıtlandığı iddiasıyla başvuran kişiyi haksız bulmuştur. Yani, nefret ve ırkçılıkla belli bir kesimi hedef göstermenin AİHM tarafından mazur görülmesi, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmamıştır.

Şimdi bakalım İsveç ve AİHM, nefret suçunun mağduru bizler olduğumuzda aynı tavrı gösterme olgunluğu ile mi davranacak, yoksa hep olduğu gibi Türkiye aleyhine kim varsa onun siyasi çıkarını meşrulaştıracak yeni bir hukuk garabetine mi imza atacak.