Siyasi münakaşaların renklendirdiği ortamlarda üstünde durulan kavramlardan birisi de neoliberalizmdir. İdeolojilerle az çok ilgilenenlerin aşina olduğu bu sözcük genellikle karşıdakinin yakasına iliştirilen bir eleştiri yaftası olarak kullanılır. Nedir bu neoliberalizm? Herkesin her kavramı kendi muhitinin sokak aralarına sıkıştırarak çözümlediği günümüzün düşünce anarşisinde bir anlatı bolluğu var.  En yalınkat biçimiyle neoliberalizm, 1929 ekonomik buhranıyla rafa kaldırılan liberal ekonomik paradigmanın 1970’ler sonrasındaki “yaslı gittim şen geldim” öyküsüdür.  

1929 buhranında temelleri çatırdayan dünya ekonomik düzeninin aradığı kurtarıcı İngiliz iktisat bilimci John Maynard Keynes’tir. Onun fikirlerinin öncülüğünde klasik liberalist anlayış terk edilerek refah devleti politikalarına geçildi. Refah devleti çağında üretim ve bölüşüm aşamalarına müdahil olarak ekonomik işleyişe yön veren güç devletti. Avrupa’nın benimsediği refah devleti ya da diğer adıyla sosyal devlet modelini Sovyetler Birliği’nin ekonomi politikalarına benzetenler çoğunluktadır. Nitekim popüler iktisatçılarımızdan Mahfi Eğilmez de Küresel Finans Krizi adlı kitabında Keynesyen ekonomiyi klasik ekonomiyle Marksist ekonomiyi bağdaştırma çabası olarak tanımlıyor. Neredeyse bütün iktisat tarihçilerinin hemfikir olduğu konulardan birisi de Atatürk dönemi ekonomi politikasında devletçi rengin ağırlık kazanmasının bu zorunlu iklime ayak uydurma çabası olduğudur.

Türkiye’de ithal ikameci sanayileşme olarak bilinen ve iç tüketimi karşılama amacındaki üretim modeli, keza KİT’lerin rolü ve birçok alanda sağlanan devlet sübvansiyonları bununla ilişkilidir. 1970’lerde petrol krizinin de katkısıyla dünya ekonomisinin yeni bir bunalıma sürüklenmesi, uygulanagelen refah devleti politikalarının sanık sandalyesine oturtularak değişimin kaçınılmazlığının altını çizmiştir. Değişimin adı neoliberalizmdir. Neoliberalizm düşünsel olarak Avusturyalı İktisatçı Friedrich August von Hayek’e, siyaseten de İngiliz Başbakan Thatcher ile ABD Başkanı Reagan’a aittir. Thatcher henüz milli eğitim bakanı olduğu dönemde 7-11 yaş arasındaki çocuklara devlet tarafından ücretsiz olarak verilen süt desteğini kesmesiyle meşhurdur ve adı “süt hırsızı”na çıkmıştır.

Neoliberalizm, hantal olarak gördüğü devletin piyasan çekilerek özelleştirmeler yoluyla müteşebbislerin önünün açılması gerektiğini söyler. İthal ikameci modelin terk edilerek ihracata yönelik bir modelin benimsenmesini, kapalı ekonomilerin dışarıya açılarak yabancı yatırımcıların önündeki tüm engellerin kaldırılmasını ve uluslararası para akışının tamamen özgürleştirilmesini ister. Neoliberalizmden en çok faydalananlar, meta üretimini en ucuz işgücü olanaklarıyla gerçekleştirecek olan çok uluslu şirketler ve gelişmiş ülkelerin değerli parasını elinde bulunduran yabancı yatırımcılardır.

Türkiye’de bu politikaların uygulanabileceği koşulların yaratılması 12 Eylül askeri harekâtıyla sağlanmıştır. Ülkenin milli serveti yabancı yatırımcının önüne serilirken apolitik, sorgulamayan, araştırmayan, düşünmeyen “beyinlere” ihtiyaç vardı. O yüzden de 12 Eylül hareketi sağ ve sol ayırt etmeksizin “düşünen” Türk gençliğinin üzerinden bir dozer gibi geçmiştir. 12 Eylül’ün en kazançlı gruplarından birisi olan FETÖ yapılanmasının uyuşuk, ruhsuz, beyni kapatılmış “altın nesli” memleketin altını kazıyan neoliberal projenin en parlak görünümlerinden birisidir.

Neoliberalizm, ayrışmamış, dağılmamış, adeta bir yumruk gibi sıkı duran toplumlarda başarılı olamaz. Çünkü o, toplumu olanca gücüyle atomize ederek farklılıklar arasından çatışma, ayrışma, bölünme çıkarma amacındadır. Dolayısıyla Türkiye’de “Neoliberalizme karşıyım” diyen herkes, onu siyasi, ideolojik ve ekonomik bir silah olarak ateşleyen ABD emperyalizmine karşı dik durmak zorundadır.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da “Neoliberalizme karşıyım” diyor. Ama diğer taraftan Neoliberalizmin ülkemizdeki en büyük projelerinden birisi olan Kürtçülüğe sırtını dayayıp “anadilde eğitim hakkını” savunuyor.  Neoliberalizmin  altın nesli FETÖ’ye karşı “genel af” intibaını uyandırıyor. Yabancı sermayenin en sevdiği cümleyi, “yabancı yatırımcı gelmeden Türkiye’nin ekonomisi düzelmez”i  sık sık hatırlatıyor. Türkiye’nin Akdeniz’deki stratejik hamlelerini gözden düşürmeye çalışıyor, savunma sanayinin çalışmalarını küçümsüyor, PKK/PYD’ye karşı yürütülen operasyonların karşısına dikiliyor. Siz ne kadar “karşıyım” deseniz de bunların hepsi neoliberalizme hizmet etmektir Sayın Kılıçdaroğlu. Neoliberalizme gerçekten karşıysanız, Atatürk’ün partisini neoliberal ideolojinin tüm unsurlarından temizlemeniz lazım. En başta da CHP’yi bu çarpık ideolojiye sürükleyen nevi şahsınızın istifa etmesi samimiyet testinden geçebilmeniz adına olmazsa olmazdır.