Eline silah alan, beline bomba takan PKK’lı teröristlerin siyasi partisinin isminde “Demokrasi” ibaresi bulunması hakiki bir demokrasi düzeni açısından utançtır.

Sokakları savaş alanına çevirmek, masum insanlara terör saldırıları düzenlemek, kamu mallarını yağmalamak ve bunları demokratik olarak adlandırmak, muhtemelen sadece Türkiye'ye özgü bir durumdur.

DEM’liler, Van Büyükşehir Belediyesi Başkan adayı olan, "PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar" sözünün sahibi Abdullah Zeydan’a “hukuki gerekçelerle” mazbata verilmemesini her zamanki gibi sokaklarda terör estirerek, yol keserek, yakıp yıkarak protesto ettiler.

“Hukuki gerekçeler” sözüne de bir parantez açmak lazım. Türkiye’deki dejenere olmuş hukuk sisteminin hukukla ve demokrasiyle ilişkisi sorunlu bir durumdadır.

Aldığı cezalardan dolayı siyasi yasağı henüz tamamlanmamış olan Abdullah Zeydan'a seçilme hakkı verilmesi, ardından mazbatasının iptal edilip tekrar verilmesi gibi garabet durumlar, Türkiye'deki dejenere olmuş hukuk sisteminin acı bir örneğidir. Bu kadar kötü yönetilen bir süreç görülmemiştir.

DEM tarafı önce verilmeyen mazbatanın sonra verilmesini "Kürt halkının, dostlarımızın ve demokratik kamuoyunun direnişi sonucunda” şeklinde okuyarak şiddet ve vandallık yöntemlerini her zamanki gibi yağlamıştır.

Tabi burada, DEM/PKK’lı teröristlere yakıp yıkma metotlarıyla taleplerini kabul ettirebilecekleri mesajını veren hukuk sisteminin payı büyüktür.

Seçimlerin ardından bir haber de Diyarbakır’dan gelmiştir. DEM Parti'nin Diyarbakır Büyükşehir Belediye eş başkanları kentteki Kürtçe tabelalara vergi indirimi uygulayacaklarmış…

Sevr Anlaşmasını süngüyle delerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni “demokratik bir Sevr’e” mahkûm edecek taleplerin “sandık” vasıtasıyla meşrulaştırılmasına daha ne kadar müsaade edilecek sorusu cevaplanmaya muhtaçtır.

Sevr’in 62-64 maddeleri arasında kurulması planlanan Kürdistan devleti “sandığın” arkasına sığınarak kurulacaksa Kurtuluş Savaşı neden yapılmıştır?

PKK/DEM’in demokrasi oyununa daha ne kadar katlanılacaktır?

ABD Özel Kuvvetler Komutanı Raymond A. Thomas PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG’nin isim değiştirerek SDG oluşunu şöyle açıklıyordu: “Kendilerine YPG ismini takmışlardı ama Türkler YPG’nin PKK olduğunu söyleyip ‘Düşmanlarımızla muhatap olmanız müttefikliğe sığar mı!’ diyerek bize çıkışıyordu. Biz de YPG’ye isimlerini değiştirmeleri gerektiğini söyledik. ‘Kendinize hangi ismi vermek istersiniz’ dedik. Ertesi gün isimlerini Suriye Demokratik Güçleri olarak ilan ettiler. Oraya ‘demokratik’ ifadesini koymaları çok zekiceydi.” 

Bölücülerin demokrasiyle olan ilişkisi demokrasiyi terör eylemlerine siper edinmekten ibarettir. Şu halde demokrasi ve dem’okrasi birbirinden ayrı iki mefhumdur.

Bir yönetim sisteminin demokratik olabilmesi, demokrasi kaidelerinin anayasa denilen hukuki metinlerin içerisine sokulmasına bağlıysa, anayasal düzen de evvela kendisini hayata geçirecek bir devlete gereksinim duyuyorsa, bunun ikisine birden savaş açarak Türkiye’den 4 parçalı Kürdistan’a toprak koparmaya çalışanlara “demokrasi”nin icapları uygulanabilir mi, uygulanamaz mı?

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin “Türkiye Cumhuriyet’i sandıkta kurulmamıştır” beyanını bu minvaldeki sorular etrafından düşünmek, tartışmak, vuzuha erdirmek lazımdır.

Mevlana “Ağaca su vermek adalet, dikene su vermek zulümdür” demişti. Teröre yaşam hakkı vererek demokrasiyi büyütmenin ihtimali var mıdır? Dem’okrasi havarisi CHP açıklasın da aydınlanalım…