30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı yok edilmiş veya esir alınmıştı. Hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, kaçabilen düşmanın takip edilmesini ve üç koldan ilerlenmesini uygun buldu. ‘Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri’ diyerek, tarihi emrini 1 Eylül 1922’de verdi. Yunanlılar, İzmir’e doğru kaçmaktaydı.

26 Ağustos sabahı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa(Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile birlikte muharebeyi idare etmek üzere Kocatepe’deki yerini aldı. Büyük Taarruz buradan başlatıldı. Topçuların sabah saat 04. 30’da taciz ateşi ile başlayan harekât, saat 05. 00’de önemli noktalara yoğun topçu ateşi ile devam etti. Piyadelerimiz, Sabah 06. 00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak, tel örgüleri aşıp, Yunan askerini süngü hücumu ile temizledikten sonra, Tınaztepe’yi ele geçirdiler. Bundan sonra, saat 09. 00’da Belentepe, daha sonra Kalecik Sivrisi düşmandan temizlendi. Taarruzun birinci günü, sıklet merkezindeki 1. Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar 15 kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5. Süvari Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu. 2. Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü.

26 Ağustos günü Türk Ordusu’nun Büyük Taarruzu, Genelkurmay Başkanlığı’nca TBMM’ne bildirildi. Bu haber Meclis’i coşturdu ve heyecanlı gösterilere vesile oldu.

27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken, Türk Ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçti. Bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insanüstü çabalarla gerçekleştirildi. 27 Ağustos saat 18. 00’de, Afyon 8. Tümen tarafından kurtarıldı. Afyon kurtuluşun şanlı ve şerefli müjdesi olmuştu. Başkomutanlık karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı karargâhı Afyon’a taşındı.

28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri, başarılı geçen taarruz harekâtı, düşmanın 5. Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlandı. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli buldular. Düşmanın çekilme yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak, tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar aldılar. Karar süratli ve düzenli bir şekilde gerçekleştirildi. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekâtı Türk Ordusu’nun kesin zaferi ile sonuçlandı. Büyük Taarruz’un son safhası askeri tarihimize Başkomutan Meydan Muharebesi olarak geçmiştir.

‘PAŞAM ATEŞ HATTINA İNİYORSUNUZ!’

30 Ağustos 1922 Çarşamba… Başkomutan otomobiline biniyor. Şimdi Zafertepe diye anılan yere doğru inme emrini veriyor. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa, “Paşam ateş hattına iniyorsunuz” diyor. Başkomutan Paşa cevap veriyor: “Siz burada kalınız!” Yoluna devam ediyor. Düşmanın top ateşi altında bulunan bir yere geliyor; oradan dürbünle düşmanın asıl kuvvetlerinin bulunduğu yerlere doğru ilerlemekte olan piyade birliklerimizin hareketini takip ediyor. Birdenbire, “Allah, Allah!..” sesleri yükseliyor. Askerlerimizin süngüleri batmak üzere bulunan güneşin kızıl ışıkları altında alev alev yanmaktadır. Ölümü hiçe sayan kahramanlarımız, düşmanın üzerine ateşten bir çığ gibi iniyor. O anda Büyük Komutan, elindeki sigarayı atıyor; ayağa kalkıyor. Siper içinde dimdik duruyor. Bu duruş, çok sevdiği, üzerlerine titrediği askerlerine karşı bir saygı duruşudur. Gözleri nemlenmiştir. Eliyle muharebe alanını göstererek bağırıyor: “Hacı Anesti, mağrur kumandan! Neredesin, gel de ordularını kurtar!”

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde muharebe alanını dolaşıyor. Manzara çok hazindir; binlerce düşman cesedi… Birbirinin üzerine yıkılmış yüzlerce topçu hayvanı… Terk edilmiş toplar; cephaneler…

Asil ruhlu büyük İnsan, üzüntü duyuyor: “Bu manzara insanlığı utandırabilir, fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler” diyor.

Biraz ileride topların arasında yerde bir Yunan bayrağı görüyor; eliyle işaret ederek emrediyor: “Bayrak, bir milletin istiklâl sembolüdür. Düşmanın da olsa ona hürmet etmek lazımdır. Bayrağı yerden kaldırıp topun üzerine koyunuz.”

30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar’da Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta tamamen yok edilmiş veya esir edilmişti. Böylece tasarlanan kesin sonuç beş gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştı. 30 Ağustos 1922’nin gurur verici zaferi ile Mustafa Kemal, kaçabilen düşmanın takip edilmesini ve üç koldan Akdeniz’e (Ege Denizi) doğru ilerlemesini uygun buldu. “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” diyerek, tarihi emrini 1 Eylül 1922’de verdi. Yunanlılar, İzmir’e doğru kaçmaktaydı. Başta Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis olmak üzere çok sayıda esir ele geçirilmişti.

Ordumuz bu muharebede, on beş günde 400 kilometre kat ederek, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Sabuncu Bel’den geçen 2. Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken, bunun solunda 1. Tümen de Kadife Kale’ye doğru yürüyordu. Bu Tümenin 2. Alayı Tuzluoğlu Fabrikası’ndan geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Yüzbaşı Şerafettin Bey Hükümet Konağı’na, 5. Süvari Tümenimizin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık Dairesi’ne, 4. Alay Komutanı Reşat Bey de Kadife Kale’ye bayrağımızı çektiler.

İzmir’de askerlerimiz coşku içinde karşılandılar ve çiçek yağmuruna tutuldular. Süvarilerimizin Kordon boyundan geçişi çok görkemli idi. Kurtuluş zaferinin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in kurtuluşunu Belkahve’den seyretti. Türk Ordusunun, 400 kilometrelik bir mesafeyi savaşarak kat edip 15 günde İzmir’e ulaşması içerde ve dışarıda hayret ve takdir uyandırdı.

MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI

Gazeteci Falih Rıfkı (Atay) anlatıyor: Mustafa Kemal Paşa, “Ankara’dan cepheye hareket edeceği günün akşamını Keçiören’de yakın adamları ile geçirmişti. Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu. Yanındakilere:

- Taarruz haberini alınca hesap ediniz. On beşinci günü İzmir’deyiz, demişti. Acaba içkinin tesiri mi idi? Arkasından hafifçe gülüştüler bile… İzmir’den dönüşünde karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarından bir ikisini görünce:

- Bir gün yanılmışım, dedi, ama kusur ben de değil, düşmanda! İzmir’e taarruzun on dördüncü günü girmişti.”

Büyük Türk zaferi karşısında endişeye düşen ve o anda da İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını işgal altında bulunduran İtilaf Devletleri, savaşı durdurmayı ve Türklerin haklı isteklerini yerine getirmeyi kendi çıkarlarına uygun buldular. Lord Kinross’a göre, İngiltere, ciddi bir krizle karşı karşıya bulunduğunu anlamaya başlıyor, halk, Türklerle yeni bir savaştan korkuyordu. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’yla, silahlı çatışma durdurulduğu gibi, Edirne dahil Trakya’nın da Türkiye’ye bırakılacağı ve bir ay içerisinde Yunanlılar tarafından boşaltılacağı kabul edildi. Anadolu’da Yunan politikasını yürüten İngiltere Başbakanı Lloyd George, bu gelişmeler üzerine istifa etmek zorunda kaldı.

YUNANLILAR ÇEKİLİRKEN HER YERİ YAKTILAR

Türk Orduları önünden kaçarak geriye çekilen Yunanlılar kasabaları ve köyleri ateşe verip yakmışlar, yenilgilerinin hıncını korumasız Türk halkından çıkarmaya çalışmışlardır. Yunan ordusunda bu iş için Rum ve Ermenilerden oluşturulmuş “Tahrip Taburları”nın varlığı belgelerle sabittir. Uşak, Eskişehir, Aydın, Alaşehir, Turgutlu, Ahmetli, Salihli, Manisa ve en son olarak da İzmir ateşe verildi. Uşak yangını 1 gün, Eskişehir yangını ise 2 gün sürmüştür. Alaşehir’deki 4.500 evden 4.300’ü yanmış, kasabadaki 11.500 kişiden 8.500’ü kurtulabilmişti. Bu yangın ve yıkımların izleri aylarca, daha doğrusu yıllarca sürmüştür.

1923 başlarında İzmir’den Ankara’ya gitmekte olan İngiliz Gazeteci Grace Ellison, gördüğü yıkımları şu şekilde anlatmaktadır:

“İzmir: Acınacak bir görünüm. Şimşekler kara üzerinden oynaşmaya başlayınca, içleri boşalmış kabuk gibi evler, olduğu gibi gözlerimizin önünde belirmeye başladı. Benzerine rastlamanın mümkün olamayacağını düşündüren bir dehşet tablosu! Daha da yaklaştıkça artık bu yıkıntılara bakmamıza gerek kalmıyor. Körler bile aslında pek de kötü kokmayacak keskin bir yanık kokusu alırlardı. Hemen birkaç dakika sonra da yağmurların bile tütün fabrikalarından yükselen duman bulutlarını bastıramadığını görüyoruz… Bir zamanlar 90.000 kişinin yaşadığı gelişmiş bir kent, Manisa’da 14.000 evden sadece 1.000’i ayakta kalmıştı… Yunanlıların balta ile sırtlarını, bacaklarını, yüzlerini yaraladıkları Türk kadınları, Bursa’da tedavi ediliyorlar.”

YARIN: YUNAN ORDULARI BAŞKOMUTAN VEKİLİ TRİKUPİS ESİR OLUYOR