Günümüz Türkiye’sinde hemen her mesleğin bir veya birden fazla sivil toplum örgütü vardır. Bu STK’ların varlık sebeplerinde nicelikleri kadar nitelikleri de son derece önemli olmalıdır. Sivil toplum “kültürel, siyasal, ekonomik ve sosyal faaliyetleri yürüten gönüllü kuruluşlar” olarak tarif edilmekte ise de ülkemizde STK anlayışı merkezi yönetimleri (otorite) tercih etme eğiliminde midir?  Ülkemizde STK’lar toplumda itici güç olarak önemli bir role sahip midir? Günümüzde sivil toplum örgütleri (tarımla ilgili STK’lar) üreticileri-çiftçileri yönlendiren, çalıştıran esas faktör olarak etkili midir? Sorularının akıllara geldiği bir dönemde sizlere tarımla organik bağ kuran bir STK’dan bahsetmek istiyorum.

Doğa Koruma Merkezi, kısaca “DKM” diyebiliriz.

DKM, 2004 yılından beri doğa koruma alanında faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşudur. Bu STK’nın amacı; bilimsel yaklaşımları temel alarak, biyolojik çeşitliliğin etkin şekilde korunmasını ve doğal kaynakların sürdürülebilir şekilde yönetilmesini sağlamak. Doğanın ve çeşitliliğinin korunmasının ancak insanlar ve kurumların iş birliği ve ortak çabası ile gerçekleştirilebileceği fikriyle yola çıkan DKM, 2004 yılından beri ulusal ve uluslararası “ortaklar”ının desteği ile ülkemizin dört bir yanında çalışmalarına devam etmektedir.
 
Geçtiğimiz aralık ayında Doğa Koruma Merkezi, Toprak ve Su Programı Koordinatörü Dr. Melike Kuş Hanımefendi tarafından, “İklime Dirençli Tarım Buluşması Çalıştayı”na davet edildim.  Dolayısıyla çalıştaya katılma fırsatım da oldu. İyi ki katılmışım… 

Doğa Koruma Merkezini daha önceden “Ankara Büyükşehir Sınırları İçerisinde Kentsel Tarım ve Kırsal Yaşamın Güçlendirilmesi Projesi”nin kapanış toplantısında kısaca bir tanıma fırsatı bulmuştum. İklime dirençli tarım buluşması çalıştayında; karşımda insanlara ve fikirlerine öncelik veren, var olan kaynakların en verimli şekilde kullanılması için tüm fikirleri değerlendiren ve deneyimlerini paylaşan STK temsilcilerini gördüm. Ayrıca bu çalıştaya ülkenin dört bir yanından kamu, kurum, özel sektör, STK ve tüm anlayış ve fikirden insanların davet edildiğini görmek beni çok mutlu etti. Projelerin insanlar ve kurumların iş birliği ve ortak çabası ile gerçekleştirilebileceği anlayışına inanan bir STK’yı görmek beni ayrıca mutlu etti.

Doğa Koruma Merkezi, ülkemizin seçkin üniversitelerinden mezun beyinleri bir araya getirmeyi başarmış. Bu beyinler bir projeyi yazarken-yaparken eylem planlarının yanında uygulama projelerinin hayata geçirilmesini son derece önemsiyor. Bir projenin akşam aklıma geldi sabah yazayım moduyla olmadığını gösteren STK çalışanlarını gördüm.

Özellikle ülkemiz, tarım alanında proje çöplüğü olma yolunda hızla ilerlerken “var olan kaynakların en verimli şekilde kullanılması, tüm fikirlerin değerlendirilip uygulama projeleriyle taçlandırılması” bu alanda içimi rahatlattı diyebilirim.
Doğa Koruma Merkezi; biyolojik çeşitlilik, toprak ve su, iklim değişikliği, sistematik koruma planlaması ve doğa eğitimi gruplarında çalışma faaliyetlerini yürütmektedir. Ayrıca “dkm.org.tr” sayfasını bir ziraat mühendisi gözüyle incelediğimde gerçekten müthiş işler çıkarıldığına şahit oldum.

Başta DKM Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Uğur Zeydanlı ve yönetimini, çalışma grupları koordinatörlerini ve tüm çalışanlarını tebrik eder, ülkemiz tarımı için kalıcı, olumlu etki sağlayan her bireye minnet ve saygılarımı sunarım. 

3 MEKTUP…

Siyasi liderler fıkra anlatmasını severler… Vermek istedikleri ince mesajlarını daha ziyade fıkralarla anlatmaya gayret ederler. En azından eskiden böyleydi.
 
Siyasette usta merhum Süleyman Demirel, fıkra anlatmakta da ustadır. Rahmetli Demirel’in sevdiği hikâyelerden birisi de “Sadrazam ve 3 Mektup” hikâyesidir.

Bu hikâyeyi ilk defa 1987 yılında anlattığı söylenir. Son olarak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da bu hikâyeyi 2017’de Mecliste grup konuşmasında anlatmıştır.
 
İşte hikâye:
Eski sadrazam, yeni sadrazama görevi devrederken kapalı 3 zarf bırakır…
Yeni göreve başlayan sadrazam masasının üzerinde not yazılı bir pusula ve üç kapalı zarf görür.
Not kâğıdının üzerinde “Başın sıkışırsa birinci zarfı, biraz daha sıkışırsa ikinci zarfı, çok sıkışırsa da üçüncü zarfı açarsın!” yazılıdır.
 
Yeni sadrazamın ilk yıllarında işler gayet iyi gider. Lakin bir müddet sonra halkın feryadı yükselmeye başlar... Neredeyse her şey kötüye gitmeye başladığı, işlerin kontrolden çıktığı bir anda; aklına eski sadrazamın kendisine bıraktığı zarflar gelir.
 
Birinci zarfı açar… Zarfta bir pusula, “Yapamayacak olsan bile sürekli vaatte bulun ve senden öncekileri kötüle!” diye yazılıdır.
 
Sadrazam başlamış eskileri, geçmiş siyasetçileri kötülemeye ve vaatleri peşi peşine sıralamaya… Biraz rahatlar. Lakin işlerde bir düzelme yok. Sadece halk bu kötülemeler ve vaatlerle biraz avunur. Bir müddet sonra şikâyetler ve homurtular tekrar yükselmeye başlayınca ikinci zarfı açar
Zarfın içinde “Etrafını kötüle!” diye yazmaktadır.
 
Sadrazam bu defa başlamış kendi çevresindekileri kötülemeye. Yaşanan bütün olumsuzlukların sebebinin etrafındakilerin beceriksizliği yüzünden olduğunu her vesileyle söylemeye başlamış.
 
Halk, bir müddet bu etrafındakileri kötülemelerle biraz avutulmuş olsa da, işler eskiye göre daha da kötüye gitmeye başlar. Şikâyet sesleri ve homurtular dinmeyince üçüncü zarfa müracaat eder.
 
Üçüncü zarfın içinden çıkan pusulada “kendinden sonra gelecek kişi için sen de üç zarf hazırla!” diye yazmaktadır.

Bir tek zarf bile hazırlamaya gereksinim duymadan tarımda söz sahibi olabilmek için, ilkeli durmak zorunlu bir gerekliliktir. Bizim adamımız, bizim tarafımız, bizden olan yaptı gibi suistimal alanı asla oluşturmamak lazım. Kim yaparsa yapsın, yanlışa yanlış diyebilme kabiliyetini göstermemiz gerekir. Yapılan yanlışa yanlış diyebilelim ki, yanlış düzeltilebilsin...

Aksi durumda bakan veya bürokrat (sıfatı ve makamı ne olursa olsun), geçmiş dönemleri ve geçmiş yöneticileri kötülemeye başlamışsa; bu, işlerin iyi gitmediğinin alametidir. Üstüne üstlük, yöneticiler bir de işlerin iyi gitmeme mazereti olarak etrafındakilerin beceriksizliklerini göstermeye, hatta özellikle kendi atadıkları etrafındakileri kötüleme başlamışlarsa; bu, işlerin daha da kötüye gittiğinin, göstergesidir.

Son söz: Ekonomik ve sosyal organizasyonlarımızı iktisadi aklın gereğince düzenlemeli, özellikle gençlerimize milli kimlik ve ruhla akıl ve bilim bayrağına sarılmaları için fırsat vermeli, onları yüreklendirmeliyiz!

Başkalarını kötüleyerek kendimizin iyi olduğunu ispatlayamayız. Boş vaatler ve başkalarını kötüleme; geçici avutma taktiğidir.

Sağlıcakla kalın…