Orta Doğu’daki problemlerin temeli olarak görülen Filistin meselesinde 7 Ekim tarihinden itibaren başlayan İsrail terörü ile şartlar yeniden kızışmış ve Gazze’de hayatını kaybeden masumların sayısı 20 bini geçmiştir. İsrail, akıl, vicdan ve insanlık dışı terör eylemlerinin şiddetini her geçen gün artırmaya devam etmekte, bununla beraber de savaşı daha geniş coğrafyalara yaymaya yönelik askeri ve istihbarat faaliyetlerini sürdürmeye çalışmaktadır.

İranlı General Razi Musavi’nin Şam’da İsrail tarafından öldürülmesinin akabinde peş peşe Lübnan ve İran’da İsrail kaynaklı saldırılar gerçekleşmiştir. İsrail’in saldırgan, devlet aklından uzak, terör örgütü gibi davranarak takındığı tavır Orta Doğu’daki şartları ağırlaştırmaya devam ederken bölgesel savaş riskini de giderek artırmaktadır. Diğer yandan ABD öncülüğünde yürütülen gündem Kızıldeniz ve çevresine savaşın yayılması yönünde yeni şartları oluşturmakla beraber bölgedeki koşulları da giderek kızıştırmaktadır.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının başlamasının akabinde ABD İsrail’e açık destek vermiş bu kapsamda yüklü askeri yardımlarını sürdürmüş, diplomatik anlamda da ikircikli ve samimiyetten uzak bir tavra bürünmüştür. Çağımızın bir gerçeği olan ticari koridor girişimlerinin dışında kalan ABD, Hindistan’da gerçekleştirilen G20 zirvesinde IMEC’i (Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru) duyurmuştur. IMEC projesinin duyurulmasının akabinde Gazze’de katliamların başlaması ise dikkatlerden kaçmamıştır. Reaksiyonel bir yaklaşımla altı boş şekilde ortaya atılan projenin hayat geçirilebilmesi adına diğer girişimlerin güvenlik gerekçesiyle önemini yitirmesi diğer yandan da Orta Doğu’nun istikrarsız ve müdahaleye açık hale getirilmesi yaklaşımı ABD-İsrail ortaklığının asıl hedefinin hangi çerçevede gerçekleştiğini açıkça göstermektedir.

Bu şartlar altında önümüzdeki süreç içerisinde Lübnan ve İran’ın ardından Mısır, Irak ve Yemen’in çeşitli gerekçelerle istikrarsızlaştırılmak adına hedef ülke olma ihtimallerinin arttığı da şimdiden gözlemlenebilmektedir.

Bölge dışı aktörlerin Orta Doğu’da yürüttükleri faaliyetler ile askeri varlıkları –ki ABD yaklaşık 55 bin askeri unsuruyla en dikkat çekici olanıdır- bölgesel istikrar, huzur ve barış ortamına katkı sağlamaktan ziyade vasat bulan gerginliklerin tetikleyicisi haline gelmiştir.

Orta Doğu’nun beklenen ve arzu edilen barış iklimine kavuşabilmesi adına özellikle de Filistin meselesinin hakkaniyetli şekilde bağımsız, egemen, siyasi ve toprak bütünlüğü tescillenmiş, 1967 sınırları dahilinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin tanınması zemininde çözüme kavuşturulması elzemdir. Şeytani düşüncelerle Orta Doğu’yu kan gölüne çevirme arzusu taşıyan karanlık çevrelerin oynamaya çalıştıkları oyunların en büyük zararı kendilerine vereceği unutulmamalıdır.

Türkiye, gerek stratejik konumu gerekse de Ankara merkezli bakış açısı ile geliştirdiği politikaları ile küresel bir aktör olduğu gibi Orta Doğu’daki şartları dengeleyici, denge kurucu imkân, kabiliyet ve iradesine sahiptir.