Kan, gözyaşı ve kaos, büyük medeniyetlere ev sahipliği yapan kadim Ortadoğu topraklarını hiç terk etmedi. Din veya etnisite temelli çatışmaların ardı arkası kesilmedi. Petrol zenginliği halkın refahına, dindaşlık ülkeler arası iyi ilişkiler, barış ve huzura yetmedi. Zalimler ve zulüm bölgede hiç eksik olmadı. İslâm dünyasının göz bebeği Kudüs’ün yüzü, İngiliz işgaline uğradığı 1917’den bu yana hiç gülmedi. Ortadoğu’nun bu kaderi değişiyor sanıldığında bile ya bir zalim diktatör ya da bir yabancı ülke Ortadoğu’nun gün yüzü görmesine mâni oldu.

Ortadoğu’nun içinden çıkıp geldiği onlarca kırılma noktası, sayısız kriz ve tartışma halen bugünün şartlarını şekillendirmeye devam ediyor. Uluslararası hukuka ve insanî değerlere hiç aldırış edilmeden bölgenin işgal edilip sömürülmeye çalışılması, bölgede kalıcı tahribata ve onulmaz dertlere yol açmış durumda. Neredeyse yirmi yıl önce demokrasi ve refah getirme vaatleriyle ABD tarafından işgal edilen Irak, halen ayağa kalkabilmiş değil.

2011’den beri devam eden Suriye iç savaşı, devasa boyutta zarar ve yıkıma sebep verdi ve vermeye devam ediyor. Arap ülkeleri kendi içinde bile uzlaşıp yekpare bir yapı sergileyemiyor. Dünyanın en büyük doğal kaynakları, ya bir avuç yönetici elitin servetine akıtılıyor ya da Batı’nın silahlarına yatırılıyor. Şahsî menfaatleri için şer odaklarıyla işbirliğine soyunan liderler kardeş kanı akıtmaktan, kendi vatandaşlarının üstüne kurşun yağdırmaktan imtina etmiyor.

Ortadoğu zaten içler acısı bir görünümdeyken, ABD gibi bölge dışı aktörlerin müdahaleleri, işleri daha da beter hâle getiriyor. Bölgenin küresel güç mücadelesinde Rusya’nın egemenliğine kalmasını engellemek isteyen ABD, askerî, siyasî ve ekonomik araçlarını kullanmak suretiyle kendine nüfuz alanı açmaya çalışıyor. Bölgede öne çıkan bir ülke olduğunda ve o ülke ABD menfaatlerine karşı bir tehdit oluşturduğunda ABD’nin hukuk tanımaz tek-taraflı eylemleri devreye sokuluyor.

Son üç yıldır ABD tarafından hedef tahtası haline getirilen İran’ın yaptırımlar, tehditler ve son olarak rejim tarafından kültleştirilen bir generaline suikast ile ağır baskı altına alınması, bölge için yeni bir kırılma noktasını teşkil ediyor. İran son yıllarda hiç bu kadar büyük bir yara almamıştı. ABD, tehdit söylemlerinin boş laftan ibaret olmadığını bu kadar net ortaya koymamıştı. İran’ın prestijini kurtarmak için misilleme yapması beklense de Trump gibi pervasız bir siyasetçinin yönlendirdiği ABD’nin bundan dolayı İran’ı pişman etmek için misliyle mukabelede bulunacağı anlaşılıyor.

İran askerî karşılık vereceğini belirttiğinde, Trump’ın 1979 Tahran büyükelçilik baskınında rehin alınan 52 ABD vatandaşına atıfla 52 noktayı hedef listesine aldığını bildirmesi, ABD’nin 40 yıl önce yaşanan Devrim ile hesaplaşmak niyetinde olduğunu da gösteriyor. ABD’nin tek derdinin nükleer anlaşma olmadığı, “terörizm sponsoru” olarak gördüğü İran rejimini yıkmayı amaçladığı, dolayısıyla gerginliği tırmandırmaktan da kaçınmayacağı görülüyor.

Süleymani suikastı ile tırmanan gerginlik, ABD’nin İran’ı dize getirmekte çok kararlı olduğunu ve bu uğurda hak, hukuk tanımayacağını gösterdi. Ne yazık ki Ortadoğu’nun bitmeyen çilesine yeni sayfalar eklenecek, istikrarsızlık ve belirsizlik devam edecek gibi görünüyor.