“Sen tarihin boyunca, derin bir imanla, tek bir Tanrı’ya, sonra da İslâmın Allah’ına inandın. Hak,

adâlet, millet ve insanlık idealleri uğrunda cihâd yaptın ve oluk gibi kan döktün. Bu suretle üç

kıt’ayı ve hususiyle Anadolu’yu ecdâd şehitleri ve ziyâret-gâhları ile doldurdun. Büyük ve cihangir

padişahlarına, yüksek devlet, ilim, fikir adamları ve münevverlerine inanarak azametli tarihi inşaa

ettin, mes’ud devirler ve bunların gururunu yaşadın.”

Bu satırları yazan, ömrünü Türk tarihine adayan büyük tarihçi Osman Ferit Turan, 1914 yılında

Trabzon’da Çaykara’nın Soğanlı köyünde doğdu. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde şehit düşen

bir babanın evladı olarak annesi ve dayısı tarafından büyütüldü. 1935 yılında Ankara Üniversitesi Dil

ve Tarih Coğrafya Fakültesi(DTCF)’ye giren ve son nefesine kadar fikrini benimsediği okulundaki

Turancı-Türkçü grubun mensubu olan Turan, 1944 yılında, Turancılık-Türkçülük davasına maruz

kaldı ve Hüseyin Nihal Atsız’ı odasında ziyaret etmesi üzerine Fakülteden uzaklaştırıldı. Türklüğün

bir suç olarak gösterildiği bir devirde, TÜRK’ÜN TARİHİNİ BAŞTAN YAZDI!

Tabib Tuğgeneral Fikri Altan’ın 3 Mayıs 1944 günü yargılanan Hüseyin Nihal Atsız’a dediği gibi; “

Oğlum! Türkçülük, Turancılık diye bir dava olamaz. Onun için sakın üzülme... Yarın bu dava size şan

ve şeref kazandırmış olacaktır. Biz hepimiz Türkçü, hepimiz Turancıyız. Bu bir siyasi oyundur.

Aldırmayınız.” Sözleri Osman Turan’ın davasının ana kaynağı ve felsefesi oldu. Bundan hareketle;

Türklüğün idraki her mahlukatın erişebileceği bir mertebe olmadığı gibi, Ebulfez Elçibey’in dediği

üzere: “Türk değilim diyene karşı sakın ısrar etmeyin. Allah’ın bahşettiği şerefi istemeyen şerefsize

biz zorla şeref verecek değiliz." Diyerek kimseye nasibi olmadığı bir şeyi bahşedecek değiliz!

“Ey Türk Milleti! İşte seni savaş cephelerinde yıkamayanlar yaşayan bu tarihî hayatiyetinin

kaynaklarını hedef tuttular. Çok mâhirâne usuller ve şeytanî metodlarla millî şuurunu bizzat kendi

evlâdlarının eliyle tahrip yolunu buldular. Gaflet ve cehalete kurban giden bir aydın zümresini

kendilerine müttefik ilericilik – gericilik safsatalarını sahte bir ideal yaparak yeni nesli birbirine

düşürdüler ve halk ile münevverler arasında da uçurumlar meydana getirdi.” Diyerek bir milletin

gaflet uykusundan uyanışını, köklerine geri dönüşünü amaç edinen; her giriştiği eserde ilim

dergahına bu konuları ekleyerek ilerleyen Turan, Türk Milleti’nin ilacının Anadolu’da, ecdatta,

maneviyatta; eskiden bağlı olduğu tüm mefkureleri canlandırmakta bulmuştur!

Türklerin dünyaya hakim olması gerektiği tezini gerekçelendirdiği, Türk Tarihi’ni incelediği başyapıt

olan “TÜRK CİHAN HAKİMİYETİ MEFKURESİ”NDE; “Türk milletinin millî, İslamî ve insani

mefkûrelerini, cemiyet ve dünya nizamı davalarını ve bunlarla ilgili meseleleri tetkik eder, bunların

millî tarihin azameti ve yükselişinde birinci derecede amil olduğunu izah ederken bu suretle,

şüphesiz, büyük bir tarihi anlamak ve ilmî bir ihtiyacı karşılamak istiyoruz.” girişiyle, Kun

Hükümdarı notu ile “Şimdi ölürsek dünya durdukça kahramanlık şanımız yaşayacak: oğullarımız ve

torunlarımız başka milletlerin başbuğları olacaktır.” Lafzı ve Oğuz Kağan'ın "Ben artık bütün

dünyanın Kağan’ıyım." İfadesi; tüm hayatı boyunca uğraştığı, cezaevine düştüğü, fakülteden

uzaklaştırıldığı TÜRK ÜLKÜSÜ VE MEFKURESİ felsefesini biz TÜRK MİLLETİ’NE aktarmıştır!

Kanuni Sultan Süleyman’ın seferlerde askerleri ziyaret ettiğini; "Kışlaları ziyaret eder; askerlerin

şerbetini içer ve onlara bardağı altın doldurup hediye yapardı. Ayrılırken askerlere 'Kızılelma’da

buluşuruz.' Cümlesiyle de onları okşar ve ideallerini canlandırırdı.” Diyerek KIZILELMA ÜLKÜSÜNE

YER VERMİŞTİR!

 

FUAT KÖPRÜLÜ’NÜN İLK DOKTORA ÖĞRENCİLERİNDEN OLMAKLA BERABER Prof. Dr. Halil İnalcık ile

aynı tarihlerde başladığı doktora tezini 1941 yılında bitirerek TÜRKİYE’NİN İLK TARİH DOKTORU

UNVANINI ALDI. Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca dillerine hakim olan Turan’ın doktora tezi 12

Hayvanlı Türk Takvimi üzerinedir. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak hayatına devam

ederek, 1944 yılında ORTA ZAMAN TÜRK DEVLETLERİNDE TÜRKÇE UNVANLAR çalışmasıyla Doçent,

1951 yılında Profesör unvanını aldı. 1954’te hocası Fuat Köprülü gibi siyasete atıldı. 17 Mayıs 1959

tarihinde yapılan Kurultayda TÜRK OCAKLARI GENEL BAŞKANI oldu. Bu kapsamda; “Ey Türk Milleti!

Sen hâlâ tarihî manevî mirâsını ve pek çok yüksek hasletlerini muhafaza ediyor; tarihte son sözünü

söylememiş ve son vazifeni yapmamış bulunuyorsun. Esasen seni sarsmak ve kargaşalık içinde

bırakmak gayretleri de bu hayatiyet ve kudret cevherini senden daha iyi bilmeleri sebebiyledir.”

Sözleriyle TÜRK GENÇLERİNE uyarıda bulunmuştur.

27 Mayıs Darbesi ile 1 seneye yakın bir süre cezaevinde kalan ve beraat edilmesinin ardından Türk

Ocakları Başkanlığına tekrar getirilen Turan, 10. Yasama döneminde DP’den Trabzon Milletvekili

olarak meclise girdi. Aynı zamanda bir Hanedan damadı olan Turan, Yassıada’daki tutukluluğunun

ardından siyasete geri döndü. 1978 yılında vefat etti.

“Ey Türk milleti, münevverleri! Üstte gök çökmediği (büyük istilâ orduları saldırmadığı), altta yer

delinmediği (iç isyanlarla boğuşmadığın) halde senin nizamını ve an’anelerini (millî şuur, mefkûre

ve birliğini, içtimaî ve ahlâkî temellerini) kim bozdu?

Ey Türk Milleti Titre, Kendine Dön!..”