İnsanlık tarihi boyunca var olan göç olgusunun izleri birçok tarihî kaynakta mevcuttur. Arkeolojik verilerin yanı sıra semavi dinlere ait kutsal kitaplarda da bu duruma ait metinler göze çarpmaktadır. Göç, tarihi kayıtlar göz önüne alındığında Hititler, Asurlular, Persler, Yunanlılar ve Romalılar tarafından genellikle bir cezalandırma veya iskân yöntemi olarak kullanılmıştır. Batı Roma’nın sonunu getiren Kavimler Göçü’yle kıta Avrupa’sı yeniden şekillenmiştir. Erken dönemde boylar hâlinde yaşayan Türkler ise kuraklık, iklim şartları ve mevcut siyasi gelişmeler neticesinde Orta Asya’dan başlayan bir göçle, Anadolu’yu bir Türk yurdu hâline getirmişlerdir. 1071’de Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasıyla birlikte, Anadolu içlerine hâkim olmaya başlamışlar ve daha XI. yüzyıldan itibaren Anadolu, Avrupalılar tarafından “Turquie” olarak isimlendirilmeye başlanmıştır.

Osmanlı Devleti, kuruluş, yükselme, duraklama ve gerileme devirlerinde değişen şartlara bağlı olarak farklı göç ve iskân metotları uygulamıştır. Bu bağlamda bakıldığında Osmanlı Devleti’nde temel olarak iki aşamalı bir göç ve iskân faaliyeti mevcuttur. Bunlardan ilki dışa dönük iskân olarak adlandırılan ve Anadolu topraklarından, Balkanlar başta olmak üzere farklı coğrafyalarda yapılan fetihlerle ele geçirilen bölgelere yapılan sürgünlerle oluşturulan göç ve iskân faaliyetidir. Devlet, idaresinde bulunan tebaadan bir kısmını, önceden belirlenen ve duyurulan şartlar ve kurallar içerisinde yerleşik bulundukları coğrafyadan kaldırıp, belirlediği diğer bölge veya bölgelere yerleştirmektedir. XVII. yüzyıldan itibaren gittikçe artan toprak kayıpları neticesinde Osmanlı, Anadolu coğrafyasına doğru siyasal sınırlarını kaybederken, kaybettiği topraklardaki Müslüman-Türk unsuru da Osmanlı Devleti’nin elindeki Anadolu’ya doğru bir göç hareketine başlayacaktır. İşte bu hareket ise içe doğru göç olarak adlandırılmaktadır.

Osmanlı Devleti’ndeki göç ve iskân faaliyetleri ilk dönemlerinden itibaren oldukça sistematik ve düzenli uygulamalardır. Amaç sadece bir yerlere nüfus aktarmaktan ziyade nüfusun yerleştirilmesinden sonra beklenen sosyoekonomik ve sosyopolitik faydanın meydana gelmesini sağlamaktır. Bu nedenle zorunlu göçün bizatihi kendisinin yanı sıra siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda ilgili kurumsal yapılar göç süreci ve sonrasıyla ilgili birçok görev ve sorumluluklar yerine getirmek zorundadır. Genişleme devrinde Osmanlı’da yürütülen göç uygulamalarının büyük çoğunluğu sosyoekonomik ve sosyopolitik nedenler içeren iskân amaçlı zorunlu göçlerdir. Osmanlı Devleti’nde sürgüne dayalı iskân politikasının dayandığı birçok zorunluluk mevcuttu. Balkanlar’ın oldukça kısa sürelerde ele geçirilmesi, bu zorunluklardan birisidir. Ele geçirilen bölgelerin elde tutulması sadece asker konuşlandırmakla olamayacağı için buralara belirli ölçüde Türk-İslam nüfusunun iskân edilmesi gerekliydi. Bu yerleştirilecek nüfusla bölge, Türk ve İslam kültürünün de etki ve yaşam sahası içerisine alınmaktaydı. Burada değinilmesi gereken diğer bir unsur kolonizatör Türk dervişleridir. Ele geçirilen bölgelere bazen fetihten önce de olmak üzere gelip yerleşen dervişlerin kurdukları zaviyelerin etrafları ahali tarafından da meskûn yer olarak görülüyor böylece bir alandaki tek bir zaviye, zamanla mezra ve köy gibi yerleşim yerlerine evrilebiliyordu. Devlet, bu iskân metodunu vakıflar ile de desteklemekte idi. Ayrıca seferlere katılan gazi ve akıncıların bir kısmı da yine bu uç bölgelerde yerleşerek kendinden sonra gelenler ve getirilenler için her alanda rehberlik etmekteydiler.

Osmanlı Devleti’nin genişleme dönemi 1683’te İkinci Viyana Kuşatması’nın başarısızlığı ile son bulmuş, ardından içe yönelik göç hareketleri de kendisini göstermeye başlamıştı. Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklarda meskûn olan Müslüman ve Türk ahali dönemin siyasal şartlarına bağlı olarak kalabalık gruplar hâlinde Anadolu’ya akmaktaydılar. XVII. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti’nin Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venedik ile yaptığı uzun savaşlar yenilgiyle sonuçlanmış, 1699 Karlofça Antlaşması’yla da Türkler ilk toprak kaybına uğramıştır. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin genişleme dönemi sona erip duraklama dönemi başlamıştır. 1683-1699 yılları arasında devam eden Osmanlı-Avusturya savaşları Balkanlar dâhil birçok yerleşim merkezinin de zarar görmesine sebep olmuş ve buralarda yaşayan halk, göçmen durumuna düşmüştür. Müslüman ve Türk ahali iç kesimlere doğru göçmek zorunda kalmıştır. Osmanlı’nın Avrupa’dan geri çekilmesiyle doğru orantılı olarak göç hareketi de hızlanmıştır. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra belirgin bir biçimde ortaya çıkan dışarıdan içeriye göç hareketi, imparatorluğun yıkılışına kadar devam etmiştir. Rusya’nın Kafkasya’da ele geçirdiği topraklardaki ticaret ve ulaştırma merkezlerini Ruslaştırma politikası, daha sonraları tüm Kafkasya’da Müslüman halkı kültürel bir asimilasyonla göçe zorlayarak yerlerine Hristiyan ve Slav unsurların yerleştirilmeye çalışıldığı bir politikaya evirilmişti. Kırım’ın 1783 yılında Ruslar tarafından işgali ile başlayan olaylar zinciri sonucunda Kırımlı Türklerin ve Tatarların gerçekleştirdiği düzensiz göçleri, 1828 Osmanlı Rus Savaşı ve 1853 Kırım Savaşı neticesinde Türklerle birlikte Çerkes, Abaza ve diğer Müslüman unsurların Osmanlı topraklarına yaptıkları göçler izlemiştir. Özellikle Kafkaslarda Şeyh Şamil hareketinin son bulduğu 1860 yılı sonrasında ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın yenilgi ile sonuçlanması neticesinde özellikle Balkan ve Kafkas coğrafyasından birçok insan Osmanlı topraklarına göç etmişti. 93 Harbi olarak da bilinen 1877-78 Savaşı’ndan sonra ağır bir kitlesel göç dalgası da 1890 ve 1908 yıllarında yoğunluk kazandı. 1783 ile 1922 yılları arasında Kırım ve Kafkasya bölgesinden Osmanlı topraklarına 4 milyona yakın Türk ve Müslüman unsurun göç ettiği tahmin edilmektedir. Osmanlı idaresinde Rus yerleşimi olmayan Kafkasya’da 1914’de dört milyona yakın Rus ve daha az sayılarda olmakla birlikte Ermeni, Rum ve Bulgar bulunmaktaydı.

XIX. yüzyılda Avrupa ve Rus politikasının temel amaçlarından birisi de Balkan topraklarını Osmanlı Devleti’nden koparmaktı. Bunun için yapılacak en uygun proje ise bölgedeki Hristiyan unsurların etnik köken temelli bir yaklaşım içerisinde örgütlendirilmesiydi. Bu politikalar özellikle 1828-29 ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşlarında gerçekleştirilmeye çalışıldı. Edirne ve Berlin Antlaşmaları ile Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ kuruldu. Balkanlar’daki Hristiyan etnik unsurların müstakil devlet kurmaları için çaba gösterenler, bu toprakların üzerindeki Türk ve Müslümanlara ait sosyokültürel yapıyı ve iradeyi hiçe saymışlardı. Bir müddet sonra Müslüman-Türk unsurlar etkisizleştirilmek ve tasfiye edilmek için birçok alanda baskılarla yüz yüze kaldılar. 1877- 78 Savaşı’ndan sonra bu bölgede uygulanan katliamlardan kendini kurtarabilen yaklaşık bir buçuk milyon Türk ve Müslüman, elde kalan Osmanlı topraklarına doğru yönelmişlerdi. Akabinde 1908 yılından yeni bir göç dalgası başladı. Ancak 1912-13 yılında cereyan eden Balkan Savaşları yılları bir trajediye dönüştü. Osmanlı İmparatorluğu tarihindeki kısa sürede en fazla toprak kaybının yaşandığı bir savaş olan Balkan Savaşı’nın sonucunda Makedonya ve Trakya elden çıktı. Kaybedilen topraklarda katliamlardan kendini kurtarmaya çalışan yarım milyondan fazla insanın Anadolu topraklarına göç etmesine neden oldu. Bunların yanı sıra I. Dünya Savaşı sırasında işgal edilen Erzurum, Van, Erzincan ve Trabzon şehirlerinde yaşayan birçok insan da gerek Rusya’da yaşanan siyasi olaylar ve gerekse Atatürk ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği Milli Mücadele neticesinde bu topraklar geri alınıncaya kadar Anadolu’da bir iç göç hareketini gerçekleştirmişlerdir. Elbette ki savaş dönemleri haricinde de Karadeniz’in kuzeyinden, Kafkaslardan, Balkanlar’dan, Kuzey Afrika’dan birçok göç hareketi gerçekleşmiştir. Anadolu coğrafyasına gelen bu insanlar büyük ölçüde İstanbul’a ve başta liman şehirleri olmak üzere büyükşehirlere yerleşmeye çalışmışlardı.

XIX. yüzyılın başlarından itibaren oldukça yoğun bir şekilde göçmen kabul etmeye başlayan Osmanlı Devleti, Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar bu konu ile ilgili özel bir teşkilat oluşturmamıştı. Tanzimat’ın ilanından sonra yerel idare bünyesinde birtakım geçici yapılarla göç meselesinden doğan sorunları gidermeye çalışmıştır. Ancak özellikle Kırım Savaşı’ndan sonra süreklilik kazanan ve gittikçe artan sayıda devam eden göç olgusu karşısında nakil, sağlık, iaşe ve iskân gibi konularda ortaya çıkan ihtiyaçları gidermek için müstakil organizasyonlar oluşturuldu.

Ocak 1860’da kurulan Muhacirin Komisyonu, kitlesel göçlerin son bulduğu 1875 yılında dağıtıldı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ortaya çıkan kitlesel göç hareketi karşısında ise farklı şubelerden müteşekkil bir komisyon kuruldu. Akabinde II Abdülhamid’in başkanlığında Umum Muhacirin Komisyonu kuruldu ve taşradaki göç organizasyonları için de komisyonlar meydana getirildi. 1890 yılında iskân çalışmaları neticesinde durum belli noktaya getirilince bu komisyon dağıtıldı ancak Dâhiliye Nezareti bünyesinde Muhacirin İdaresi adıyla müstakil ancak taşrada uzantıları olmayan bir büro tesis edildi. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı yeni bir göç dalgasına neden olunca 1908 yılına kadar çalışacak olan yeni bir geçici komisyon kuruldu. Ancak Balkan Savaşlarında yaşanan büyük göçün neticesinde daha kapsamlı bir düzenlemeye ihtiyaç duyuldu ve Mayıs 1913’te İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi kabul edildi 1914 yılında ise Dâhiliye Nezareti bünyesinde İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyetinin kurulmasıyla göç meselesi üzerine daimi bir teşkilat oluşturulmuş oldu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bahsedilen müdürlük Dâhiliye Nezaretine bağlı İskân Muhacirin Umum Müdürlüğü olarak devam ettirildi.

1774 den sonra meydana gelen bu kitlesel göçler, Osmanlı Devleti’ni demografik iktisadî ve sosyal olarak etki altına almıştır. Elbette ki en büyük etki demografik alanda olandır. Osmanlı Devleti gerileme sürecinde cereyan eden savaşlar, toprak kayıpları ve hastalık gibi nedenlerden ötürü hızlı bir nüfus kaybına uğramıştı. Dönemin şartları içerisinde askerlik ve mali alanlarda önemli bir nokta olan insan kaynağı dışarıdan içeriye yönelen bu göçlerle giderilmeye çalışılmıştı. Osmanlı Devleti nüfusun artmasını hem ordu için bir savunma unsuru hem de ekonomik gelişmenin bir dinamiği olarak görmekteydi. Rumeli’den kaybedilen topraklardan gelenler Osmanlı’nın buradaki sınır bölgelerinde, Kafkas bölgelerinde kaybedilen topraklardan gelenler de yine Kafkas sınırında iskân edilmek isteniyordu. Ayrıca göçmenlerin dağınık bir biçimde yerleştirilmesi tercih edilmekteydi. Osmanlı hükümetinin buradaki temel amacı planlı bir iskân ile göçmenlerin yerleşip üretici bir hâle geçmeleriydi. Belirli yerlere yerleştirilen göçmenlerin keyfi yer değişiklikleri de yasaklanmıştı. Dışarıdan içeriye doğru gerçekleşen bu göçler de göçmenlerin çok büyük ölçüde Türk ve Müslümanlardan oluşmaktaydı. Balkanlar’dan ve Kafkaslardan yaşanan bu göçler, Anadolu’daki demografik yapısını ileride kurulacak Türk ulus devleti açısından olumlu bir şekilde etkilemekteydi.

Göçmenlerin hangi bölgelerde iskân edileceği sahip oldukları özelliklere göre belirlenmekteydi. Göç dalgası Anadolu’da kır-iskân birimlerinin hâkim yerleşim unsuru olmasını da pekiştirdi. Balkanlar’dan gelen Türk göçmenler kamu ve özel alanda istihdam edilirken sermayeleri getirebilenler ticari faaliyetler gösterdiler. Kırımlı göçmenler Orta Anadolu’da yoğun bir zirai üretimle meşgul olurken, Kafkas göçmenleri ise ağırlıklı olarak hayvancılık ile ekonomik hayata katıldılar. Kasaba ve şehirlere göçenler ise zanaatkârlık ile meşgul oldular. Ancak dikkat edilmesi gereken bir hususu ta var ki göçmen ailelerin içinden çıkan birçok entelektüel kişilik, Osmanlı Devleti’ne siyaset, fikir ve askerlik başta olmak üzere birçok alanda çok önemli katkılarda bulundular.

Bu kitlesel göçlerin Osmanlı açısından oldukça zorlayıcı tarafları da olmuştur. Her ne kadar göçmenlerle yerli toplum arasında sosyokültürel açıdan bir fark olmasa dahi toplumsal kaynaşma belirli bir zaman içerisinde gerçekleşebilmiştir. Özellikle iskân politikasındaki birtakım hatalar, yerli halkı göçmenlerle karşı karşıya getirebilmekteydi. Tarım topraklarının göçmenler tarafından işletilmesi esnasında da ziraat alanlarının yanı sıra mera ve su kullanımı gibi hususlarda da problemler ortaya çıkmaktaydı. Daimi iskân faaliyetlerinin gecikmesi göçmenlerin üretim organizasyonuna katılmalarını engellemekte bu durum iktisadi alandaki problemlerin sosyal alanlara kaymasına da neden oluyordu. Süreklilik arz eden bir göçün varlığı devletin kendi tebaası ile ilgili iskân politikasını da güçleştirmekteydi. Öte taraftan göçmen akınları Osmanlı Devleti’ni yeni bir göçmen ve yurttaşlık tanımı ve politikası uygulamaya zorlamaktaydı. I. Dünya Savaşı’nda cereyan eden olaylar yaşanan göç meselesinin faturasını özellikle ekonomik olarak ağırlaştırdı.

Göç meselesinin diğer bir dikkat çeken olgusu ise göçlerin, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Dönemi ile başlayan modernleşme ve merkezileşme reformlarının yaşandığı döneme denk gelmesidir. Batıdan Osmanlı topraklarına empoze edilen etnik kökenli devlet kurma faaliyetleri, Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte klasik devlet-tebaa anlayışından devlet birey anlayışıyla geçişin getirdiği ve bununla beklenen merkezi otoritenin sınırlandırılma girişimleri, 1858 Arazi Kanunnamesi ile Osmanlı Devleti’nde yabancılar da dâhil olmak üzere özel mülkiyet ediniminin önünün açılması, Batı kapitalizminin Osmanlı topraklarındaki hareket alanını kolaylaştırıcı bir durum oluştururken öte taraftan, cereyan eden bu göçlerle ortaya çıkan problemleri daha karmaşık bir hâle dönüştürebiliyordu. Bu bağlamda düzensiz göç olgusunun, gelişen süreç içerisinde bazı bakımlardan sağladığı katkılar yanında Osmanlı Devleti’ni sosyoekonomik ve siyasi alanda birçok çözülmesi gereken problemle de baş başa bırakmıştır.

Yararlanılan Kaynaklar;

Barut, I; Osmanlı Döneminde Gerçekleşen Göçlerin Kurumsallaşma ve Göç Politikaları Üzerindeki etkileri. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, Yıl: 18 Sayı: 40/2 . (2018)

N. İpek ve M. Taştemir (Ed.), Osmanlı’da İskân ve Göç, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.(2013)

Karpat, K. H. ; Muslim Migration. K. H. Karpat (Ed.), Studies on Ottoman Social and Political History: Selected Articles and Essays içinde (ss. 311- 323). Leiden: Brill. (2002)

Saydam, A. ; Kırım ve Kafkas Göçleri, 1856-1876. Ankara: TTK Yayınları. (1997)