Bugün ninelerimizin beddualarına özne olan Ermenileri ve o bir avuç Ermeni’nin sığındığı elleri konuşalım. Survivor hipnozu gölgesinde kalsa da, bu hafta Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısı ve beraberinde gelişen olaylarla geçti. Türk F-16’ları, Ermenistan sınırları üzerinde “Turan nedir?” diyenler için ders niteliğinde bir gövde gösterisi gerçekleştirdi ve Turan’ın gövdesi semaya aksedildi.

Ermenistan, vahşet dolu tarihine yakışır bir biçimde politika izliyor, kan davasına dönüşen bu durumun nasıl sonuçlanacağı herkesin merak konusu. Peki nasıl başladığı..? Ermenistan’ın hayal gücünü haritalarına yansıtacak cüreti nereden aldığı? Bir avuç Ermenistan’ın kimin avuçlarında olduğu? Ermenilerin, Türk yurdu olan Azerbaycan topraklarının yüzde yirmiden fazlasını nasıl işgal ettiği? Türkiye’nin doğusunu neye dayanarak Ermeni bölgesi olarak gösterdiği?... Ermeni sorunu, çıkara göre şekillenen uluslararası sistemin umuduna bırakılarak çözüm bulacak bir dava değil ki… Üstelik, Türk adı geçince tüyleri diken diken olan milletler sisteminden bahsediyoruz. Çözümü sonuçta aramak ve sonucu da düşmandan beklemek, haksızlığa razı oluşun ifadesidir. Yani biz “dünya sessiz, o sessiz, bu sessiz, sesimizi duyun, burada bir haksızlık var tepki koyun...” diye kürsülerden hiç susmadan haykırsak da, hakkımız olan bir çözüm bulamayız. Ki zaten çözümü aramamız gereken yer de sonuç değil. Ermenistan’ın hayal gücünü besleyen kaynağı kesmeliyiz… Bu kaynak da bizim yıllardır gördüğümüz, savunduğumuz hatta çok gariptir ki övündüğümüz tarihimiz. Daha doğrusu budanmış ve tarih kitaplarımızda yerini almış tarihimiz. Bizi öz yurdumuzda işgalci göstermek için yazılmış ve sabah-öğle-akşam tok karnına bize yutturulmuş tarihimiz. Hani tarihi yapıtları restorasyon adı altında gerçek halini bile unutturacak saçma sapan şekillere sokuyorlar ya; işte Türk tarihi de, güya tarih yazıcılığı adı altında gerçek dışı bir formata sokulmuş ve gerçekliği de maalesef ki unutturulmuş… Geçmişimizi “Batı merkezli tarih inşası” ile Doğu-Batı bloğuna sıkıştırmışlar. Tarihimizi gelecekteki emellerini yeşertmek için budamışlar. Misal, dillerde pelesenk olan bir yalan “Türkler, Anadolu’ya Orta Asya’dan gelmiştir…“ ; hayır! Türklerin asıl yurdu Anadolu, Kafkasya ve Türkistan coğrafyasının tamamıdır. Birçok milli tarihçi tarafından da bu kanıtlanmıştır ama bu temel olarak atılan yanlış bilgiyi yıkmaya maalesef yetmemiş. Ders kitapları dışında kitap okumayan, duyduğunu araştırmayan, sorgulamayan bir nesil türediği için kulağa üflenen yanlışlar, doğrular tarafından alt edilememiş. Milliyetçi geçinen birçok kişi veya kesim dâhi “Orta Asya” ya sıkıştırılan bir tarih üzerinden övünç türküleri tutturuyor; atını set çekilmiş “Orta Asya”da koşturuyor ve bunu özün özgürlüğü olarak ifade ediyor… Halbuki Orta Asya, bir bölgenin coğrafi konumu kadar masum bir anlam taşımıyor. Bu adlandırma bir “işaretleme”, bu adlandırma tarihimizi, düşmanlarımızı ve geleceğimizi içinde barındıran bir söylemdir. Türkistan’ı ortalık malı olarak gören ve Türk’ü ortaya alıp bir top gibi paslaşan, bir pasta gibi bölüşenlerin kullandığı yer işaretlemesidir “Orta Asya”… Bu işaretlemeyi yapanlar, milattan önce var olan ve varlığı bulgularla kanıtlanan Türk’ü; milattan sonra Hunlar ile doğurmuş, Orta Asya’dan çıkarıp işgal ile Kafkaslardan Anadolu’ya ulaştırmış, Altay dil ailesinin bir koluna sığdırmış, bir masal gibi yazmışlar. Türk milletinin varlığını, coğrafyasını ve hafızasını budamışlar resmen. Türklerin ana vatanının Orta Asya olduğu iddiası, Türkleri bugün yaşadıkları topraklarda işgalci olarak göstermek için atılmış bir zehir tohumudur. İşte sorun da, çözüm de tam burada. “Türkler, Orta Asya’dan göçerek Kafkasya ve Anadolu’ya yerleşmiştir.” cümlesi, “Türkler, Ermenilerin, Kürtlerin ve daha nicelerinin yurtlarını istila etmiştir.” cümlesinin ana fikridir. Ermenilerin hayal gücünü besleyen masal kitapları; Batı merkezli tarih anlayışı ile kaleme alınan, milli eğitim adı altında Türklere okutulan bizim(!) tarih kitaplarımızdır. Bugün PKK terör örgütüne ve yandaşlarına dayanak olan da bizim tarih kitaplarımızdır. Ki zaten bu terör yapılanmalarını bir maşa gibi memleketimizde besleyen gücün amacı da tam olarak budur. Değersiz bir kâğıt parçası gibi satılan tarihimiz, birilerinin uzun vadeli planlarının birinci aşaması olarak yeniden yazılmış ve milletin zihnine bir zehir gibi yayılmış. Şimdi biz milli zihnimize sızan bu zehrin ceremesi ile meşgulüz. Ana vatanımızda hak iddiası güdenler de bu zehrin meyvesini yemeyi arzulayan vampirler… Milattan önce dâhi Anadolu ve özellikle Kafkasya’da varlığı bulgularla kanıtlanan Türk milletinin ana yurdu, o dönemler henüz portakalda vitamin bile olmayanlara peşkeş çekiliyor. Bunu biz kendi elimizle yapıyoruz, sloganlarımızla, türkülerimizle, başkasının mürekkebi ile yazdığımız tarihimizle yapıyoruz ama mürekkep milli değilse, kalem hür değildir.

Ana vatanın can parçası olan Karabağ’ın kurtuluş fermanı, ancak milli bir mürekkep ile tutulan kalemlerle yazılır. İşte o mürekkepten zihinlere akan türküler, gövdesini göklere aksettiğimiz Turan’ın hükmünü, öz yurdunda hür kılar…