Kıbrıs’ta yaşanan zulmün Türk ordusunun başlattığı Barış Harekâtı marifetiyle sonlandırılışının 46’ncı yıl dönümünü dün idrak ettik. 20 Temmuz 1974’te başlayan harekât ile Kıbrıs adasının tamamına barış, istikrar ve huzur götürmek tabiîdir ki Türk ordusuna nasip oldu. Rumların 1960’ta uluslararası antlaşmalarla belirlenen hukukî, siyasî ve idarî statüyü kabul etmeyip Türklerin varlığına ve çıkarlarına tecavüz etmesiyle kaçınılmaz hâle gelen askerî müdahale, her şeyden evvel Kıbrıs Türklüğünün Türkiye’nin garantörlüğü altında hür ve bağımsız yaşayabileceğini gösterdi. Barış Harekâtı ile Rum ırkçılarının Türk kanını akıtamayacağı dünyaya ilan edildi.

Yüzyıllar boyunca Türk hâkimiyetinde kalan Kıbrıs’ın aslî ve kurucu unsuru olan Türkler, 1963’ten sonra Rum ırkçılığına ve şiddetine maruz kalıyordu. Enosis hayali kuran Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan’ın desteğini alarak adada Türk varlığını yok etmek, asırlardır Türk izlerini taşıyan Kıbrıs’ı gasbetmek istemişlerdi. Türkiye’nin böylesi bir girişime seyirci kalması, Kıbrıs Türklerini kaderine terk etmesi düşünülemezdi. Nitekim, Türklerin hak ve çıkarları yok sayıldığında ve Türkiye’nin çıkarları tehdit edildiğinde Türkiye, uluslararası meşruiyet ilkesi çerçevesinde adaya asker göndererek barışı ve huzuru tesis etmekten çekinmedi.

Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye’nin her hal ve şartta Kıbrıs Türklüğünün bekasını korumaya hazır ve kararlı olduğunu gösterdi. Aradan geçen neredeyse yarım asırda, bu kararlılıktan ve Kıbrıs Türklüğünün Türkiye için taşıdığı anlam ve önemden hiçbir azalma olmadığı ortada. Son yıllarda “enerji kaynakları” üzerinden başlatılan polemikle Rumların Yunanistan ve AB’nin arkasına sığınarak KKTC ve Türkiye aleyhine yoğun faaliyetler yürüttüğü de herkesin malumu.

Dolayısıyla Kıbrıs’ta değişmeyen iki şey olduğunu söyleyebiliriz:

1) Kıbrıs Türklüğünün Türkiye’nin kırmızı çizgisi olması.

2) Rum ırkçılığının Türk ve Türkiye düşmanlığı.

Geçmişte yaşanan fakat artık tekrarı mümkün görünmeyen şey ise Rumların Türklere karşı kanlı saldırılar düzenleme cüreti. Türkleri katletmek yoluyla Enosis hayalinin gerçekleşemeyeceğini idrak eden Rumlar, şimdilerde Doğu Akdeniz’de suni gündemler oluşturup KKTC ve Türkiye’nin bölgedeki siyasi ve ekonomik etkisini örselemek derdinde. Ancak, Türkiye’nin bölgede yürüttüğü aktif ve caydırıcı politika sayesinde bunun da gerçekleşmeyeceğini şimdiden söylemek mümkün.

Yine de Kıbrıs Rumlarının peşine takılanlarla Türkiye karşıtı bir gruplaşmanın şekillendiğini; Mısır, İsrail ve hatta BAE’nin bile bu cepheye dâhil olarak KKTC ve Türkiye’ye zarar vermek için çabaladığını görmemek körlük olur. Bu cepheleşmenin bölgenin barış ve istikrarına hizmet etmediği, aksine gerilimi arttırarak eski günleri hatırlara getirdiği bir gerçek. Bu bariz gerçeğe rağmen KKTC’nin bekası ve Türkiye’nin çıkarları aleyhine sarf edilen tüm çabanın beyhude olduğu da aşikâr.

Kıbrıs, milli bir dava ve Türkiye’nin bu davadan dönmesi, Kıbrıs Türklüğünü yalnız bırakması asla söz konusu değil. Bu konuda kararlı, tutarlı ve dirayetli bir politika yürütmek de elbette Türkiye’nin boynunun borcu. Ne mutlu ki devletimiz dimdik ayakta ve Rumların ayak oyunlarıyla alt edilemeyecek, Kıbrıs’ın teminatı olmaktan çıkarılamayacak kadar kudretli ve adada Türk kesiminin hakkı ve menfaatini savunmak konusunda son derece kararlı. Hal bu olduktan sonra, Rum’un zulmünden çekinmek şöyle dursun, Türk’ün Kıbrıs’taki mührünün silinmeyeceğinden emin olmak gerekli