24 Şubat 2022 tarihinde başlayan ve hâlen devam etmekte olan Rusya-Ukrayna savaşında bir yıl geride kalırken, geçen süre zarfında iki ülke arasında yaşanan savaşın etkileri vasat bulduğu coğrafyada sınırlı kalmayarak başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünyada doğrudan ya da dolaylı olarak etkisini göstermiştir.

Savaş henüz başlamadan Avrupa ülkeleri Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya başlamış, nitekim savaşın başlamasıyla beraber yaptırım sayısı da giderek artmıştır. 22 Şubat 2022 tarihinden bugüne Rusya’nın maruz kaldığı yaptırım sayısı 14 bini aşmış durumdadır ve Rusya’ya en çok yaptırım uygulayan ülke ise ABD olmuştur. Bununla beraber bugüne kadar Avrupa Birliği, Rusya’ya yönelik 10 yaptırım paketi açıklamıştır. Rusya’nın doğrudan ekonomisini hedef alan yaptırımlara Rusya da elindeki stratejik kozları kullanarak karşı yaptırımlar uygulamıştır. Rusya’nın uyguladığı yaptırımlardan en önemli ve en büyük etkiye sahip olanı açıktır ki Avrupa’ya enerji arzını kesmesi olmuştur. Ayrıca Rusya’nın yayınladığı dostane olmayan ülkeler listesi ve listede adı geçen ülkeler için enerjide ruble ile ödeme zorunluluğu getirmesi ise hem dolar hem de avronun uluslararası anlamda etkisinin sarsılmasının önünü açmıştır. Malum savaş etkisi sebebiyle başta Avrupa ülkeleri olmak üzere ülkelerin güvenlik politikalarında değişikliklerle beraber yeni güvenlik mimarisi arayışlarını da gündeme getirmiştir. Yine Avrupa ülkelerinin enerji politikalarında değişiklikler ve alternatif tedarikçi arayışları da hız kazanmıştır. Özellikle de enerji konusunun gündeme gelmesiyle beraber başta ülkemiz olmak üzere Türk dünyasının önemi ve konumu da ön plana çıkmıştır.

Rusya-Ukrayna savaşında bir yıl geride kalırken her iki taraf da 100’er binin üzerinde askerini kaybetmiş, yaklaşık 6 milyon Ukraynalı ülke içerisinde yer değiştirirken, 8 milyona yakın Ukraynalı da ülke dışına göç etmek durumunda kalmıştır. Ayrıca 7 binden fazla da sivil hayatını kaybetmiştir.

Rusya-Ukrayna savaşının birinci yılını doldurması sebebiyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Federal Mecliste gerçekleştirdiği ulusa sesleniş konuşmasında savaştan Batı’yı sorumlu tutmuş ve sert mesajlar vermiştir. Putin’in açıklamasında pek çok başlık öne çıkarken en dikkat çekici olanı Yeni START (Stratejik silahların azaltılması) anlaşmasını askıya alacağını bildirmesi olmuştur. Putin’in bu açıklaması Ukrayna savaşının nükleer saldırı boyutuna geçebileceği yorumlarını beraberinde getirmiştir. Putin’in aldığı bu karar caydırıcı etkiye sahip olan dengeleri değiştireceği gibi dünyada nükleer silah çalışmaları yürüten İran, Hindistan, Çin, Pakistan gibi ülkelerin nükleer cephaneliklerini oluşturmaya teşvik edebilecek gelişmeleri doğurabilecektir.

Putin’in konuşmasında START anlaşmasını terk etmediğini sadece askıya aldıklarını belirtse bile anlaşmanın hükümleri arasında askıya almak gibi bir seçenek olmadığı bilinmektedir. Putin’in nükleer müzakerelere İngiltere ve Fransa’nın nükleer silahları da dikkate alındığında dönme şartı koşması ise ABD’nin karşı çıktığı bir koşul olduğundan anlaşmanın yeniden kaleme alınmasını da yakın bir zamanda gündeme getirebilecektir.

Anlaşmanın revize edilmediği ve Rusya’nın anlaşmadan tamamen çekilmesi durumunda –ki esasında Putin’in aldığı karar bunun temelini oluşturmaktadır- dünyadaki nükleer başlık sayısında hızla bir artış olurken yeni bir soğuk savaş sürecini de beraberinde getirebilecektir. Burada dikkat çeken önemli hususlardan birisi de Çin ve Rusya’nın ilişkilerinin giderek derinlik kazanması ve her alanda yeni ortaklıkların sayısının artması durumudur.

Savaşın başlangıcından itibaren geçen bir yıl içerisinde Çin her ne kadar Ukrayna’ya karşı Rusya’yı desteklediği izlenimini vermekten kaçınmış olsa da ABD ile olan rekabeti Moskova ve Pekin ilişkilerinin pekişmesinin önünü açmıştır. Dünyanın küreselleşmeden yerelleşmeye doğru gittiği, tek kutuplu dünya düzeninin artık fiili olarak reddedildiği bir süreç içerisinde Rusya’nın START anlaşmasını askıya alması önümüzdeki süreçte kendini dünyanın merkezi sanan ülkeler tarafından oluşturulmaya çalışılan yeni dünya düzeninde kutupların taraflarının belli olması adına bazı ülkeler ağır baskılarla ve sınamalarla karşı karşıya kalabilecektir. Böylesi bir dönemde artık dengelerin tarafı değil kendine özgü politikalarıyla kendi dengesini oluşturma kudretine sahip Türkiye ve Türk dünyası ülkeleri geleceğin dünyasının şekillenmesinde belirleyici olacaktır.

Avrupa Birliği ülkeleri savaşla birlikte kendi aralarında yaşadıkları problemleri bir kenara bırakarak birlik olma zorunluluğu hissetmeye başlamış olsa bile özellikle de Rusya’ya enerji alanında uygulanan yaptırımlar konusunda farklı sesler ve anlaşmazlıkların yaşandığı geçtiğimiz süreç içerisinde görülmüştür. Öte yandan yine AB ülkelerinde savaş sebebiyle yaşanan sıkıntılar toplumsal hareketlilikler de meydana getirmiş, bazı hükümet krizleri yaşanmıştır. Gelinen aşamada Avrupa ülkeleri huzurdan ve istikrardan uzak bir tablo çizmekle beraber ilerleyen süreç içerisinde bazı krizlerin derinleşerek devam edebileceği görülmektedir.

Diğer bir husus ise içerisinden geçilen süreçte ABD’nin liberal politikalarının tüm dünyada olduğu gibi özellikle de Körfez bölgesinde geçerliliğini yitirdiğinin görülmesi ve ABD ile paralel politikalar yürütmesi beklenen Arap ülkelerinin bunun aksine hareket ederek ABD’nin taleplerini geri çevirmesi artık söz konusu bölgelerde ABD’nin etkinliğinin önemli ölçüde kaybolduğunu göstermiştir. Bölge ülkelerinin Rusya karşıtı bir tavır takınmamasıyla beraber Çin ile ilişkilerinin ve yapılan iş birliklerinin olumlu bir seyir içerisinde olması ise bölge ülkelerinin artık daha bağımsız politikalar izlemeye koyulduğunu göstermektedir.

Yaşanan bu gelişmelerle beraber Türkiye’nin savaşın başladığı günden bu yana gerek tarafları bir araya getirme kudretine sahip olan tek ülke olması gerekse de birini diğerine tercih etmeden eşit mesafeli bir yaklaşımla savaşın taraflarıyla ilişkilerini devam ettirerek barış yolunda en somut adımların atılmasına öncülük etmesi ve bunlarla beraber savaşın beraberinde getirdiği krizlerin çözümü noktasında baş aktör olması Türkiye’nin sadece bölgesel değil küresel bir güç olduğunu ortaya koymuştur.  Öte yandan Doğu ile Batı arasında sıkıştırılmaya çalışılan Orta Asya coğrafyasının Türk Devletleri Teşkilatı ile yeni bir direnç kazanması ise önemli bir faktör olmuştur. Uzun yıllar boyunca Doğu’dan ve Batı’dan farklı sınamalara maruz kalan Türk devletlerinin kendi geleceklerine yön verirken hem bulundukları bölgelerde hem de küresel anlamda etkinliklerinin artması da 21. yüzyılın “Türk Yüzyılı” olması adına önemli bir kazanım olmuştur.