Bir musibet bin nasihatten iyidir, derdi büyükler…  Şimdi musibetlere karşı sosyal medyadayız, tüm beylik laflar dilimizde, çok duyarlıyız ama zerre nasihat alamıyoruz.

Bir çocuk ölüyor, bir genç kız ölüyor türlü sapkınlıklara meze edilerek, ardından her defasında aynı cümleler kuruluyor.

Toprağa tohumlar ekilirken suluyor, ürünü biçmeye gelince sövüyoruz. . 

 “Sanat, sanat içindir” , “Sanat, toplum içindir” .. yerini “Sanat, ahlakı ezip özgürleşme biçimidir” e bırakmış… Günün modern ve çağdaş bakışı ahlak kaidelerinin olmadığı yerlerde yeşeriyor…  Şiirler, yazılan kitaplar, sapkın satırlar sanat çizgisine tepiştiriliyor, insanın duygularını açığa vurması özgürlüktür deniyor. Mahremi sergilemeyen hiçbir dizi veya film tutmuyor. Akşam haberlerinde yuhlayıp, ardından gelen dizi seyirlerinde alkışlıyoruz. Sapkınlığın ilanı sanat oluyor ama sapkınlıklar icraata geçince çağdaşlarımızın ıslıkları göğü inletiyor, suçladıkları taraf ise asla kendileri değil!.. 

Bir kesim, böyle çağdaşlaşmayı ahlaksızlaşmayla denk tutuyor. Özgürlük, sanat, yaşamak kavramlarını, ahlakı zincir sayarak tanımlıyor. Utanmalar geçmişte kaldı, çağın insanı özgüven(!) tanımıyla arsızlığa yönlendiriliyor. 

Diğer bir kesim de ahlaka sığınıyor ama ne ahlak, erkeği ilgilendirmeyen, kadının üstlendiği garip ve temelinde sapkın bir tanımla.. Maneviyatı sapkınlığıyla yorumluyor, Allah’ın kelamını işine geldiği yöne çekiyor. Bu zihniyette İslam’ı; sapkınlığın hayat tarzı olduğu Arap’ın kültürü ile takas eden bir anlayış hakim. Günümüzde cariye hükmü veriyorlar, yana yana cariye arıyorlar, İslam’ın reddettiği zinayı İslam çatısında ehlileştiriyorlar. Alim geçinenlerimiz yakında “yolda bulduğunuz kadın sizindir” hükmü verse şaşırmayacağız neredeyse…  Tesettürün cins ayırt etmeksizin gözde başlayıp, ruhu bürüyüp, bedeni sarıp, zihinde bittiğini tebliğ eden  İslam’ın; dört gözle kadınları yorumlayan hatta İslam’ı da kadınlara göre yorumlayan,  imamları yetişiyor ve bunlar yetiştiriyor da … Aynen namusu bir cinse yükledikleri gibi… Erkeğin fıtratı bu diyerek sığındıkları sapkınlığı, kadının suçu olarak nitelendiriliyor ve öğüt kadına verilirken erkek es geçiliyor. Kadın gerekeni yaptığı halde bu sapkınlığa maruz kalınca da kader deniyor… Bu kesim de asla kendini suçlamıyor, güzel dinin çirkin müritleri…

Toplumu ikiye bölmüşler; bir yanda çağdaşlar, bir yanda bağnazlar, ikisi de ahlaka kastediyor, ikisinin de hedefi aynı ama düşmanlar. Böyle her şeyi işine geldiği gibi tanımlayıp topluma kazandıran zihniyetin yetiştirdiği çocuğun nasıl olmasını bekliyoruz ki..? 

“Sen erkeksin”, “Oğlum göster amcaya” tamlamalarıyla büyüttüğümüz çocukların ahlakını, mahremlerine düğün yaparak taçlandırıyoruz, sünnet düğünü erkek olmanın ilanı!, haydi meydan senin der gibi… Dolayısıyla erkekliğini hakimiyet, güç, silah olarak gören kişi oğulları türüyor. Bu kişi oğulları sinirlendiğinde de küfürlerine anayı, bacıyı, karıyı, kızı, çoluğu, çocuğu, yedi sülaleyi katıp erkekliğinin ona verdiği güce dayanarak sövüyor…  Buraya kadar kimsenin sesi yok, toplum bunları içselleştirmiş, gayet normal ama sonra bu adam kalkıp sapkın fikirlerini uyguladığında herkes ayaklanıyor.

E biz rüzgar ekmişiz, biçilen fırtınaya hadsizlik edemeyiz ki..  Biz ektiğimiz ürüne savaş açıyoruz, ekmemeyi düşünmek yerine… Sapkınlık tohumlarını besleyip büyütürken, sapkın insanları yabancılıyoruz. Onu biz yetiştirdik!

Yarınları analar yetiştirir, çocuklar sahiplenir. Biz kızlarımıza, kadınlarımıza, çocuklarımıza sahip çıkmazsak yarınımız yok, biz yarını yok eden bu ahlak erozyonuna karşı köklerimizi toprakla buluşturmazsak, bu günler yarınların sadece fragmanı olacak, önce verimli topraklarımıza zehir gibi yayılan zihniyet değişmeli, bu defolu malları üreten fabrikalar yıkılmalı !

Her tecavüzcüyü öldürdük varsayalım, fabrika çalıştığı sürece üretim duracak mı..?