Koronavirüs salgınının yayılma hızı ve tahribatı ilk tahminlerin ötesine geçtiği için hayatın her alanında etkisinin öngörülenden daha büyük ola-cağına dair kaygılar artıyor. “Kovid-19’un gölgesinde yeni bir küresel siyasal düzene mi gidiliyor” sorusuna cevap aranmaya başlaması bunun bir göstergesi. Bir zamanların gözde kavramı “küreselleşme” sorgulan-maya, ulus-devletler parlamaya başladı. Küresel bir sorunun çaresinin ulus-devletlerde aranıyor olması, küreselleşmenin “mutlak iyi”, ulus-devletlerinse “mutlak kötü” olduğuna dair temelsiz iddiaları çürütüyor.

Sınırların olmadığı “küresel bir köy”- de insanların, malların ve servislerin serbestçe hareket ettiği, herkesin hukuk, demokrasi ve insan hakların-dan sınırsızca istifade ettiği, ekonomik ve sosyal refahın sürekli arttığı sorunsuz bir dünya vadeden “aşırı küreselleşme” taraftarları hüsrana uğramış durumda. Terör, kaçakçılık, ırkçılık salgın hastalıklar gibi insan-lığa tehdit olan her türlü musibet küreselleşerek tüm dünyayı tehdit eder hâle gelirken, bu sorunlarla baş etmek için her ülkenin kendi dev-letinin otorite ve kapasitesine muhtaç olduğunun idrak edilmesi, küre-selleşmecilerin çizdiği pembe tabloyu karartmaya başladı.

Bu süreçte, devlet otoritesinin güçlü olmasının, devletin sunduğu hiz-metlerin kapsamlı, etkin ve hızlı olmasının insan sağlığı ve refahı için ne kadar kritik önemde olduğu son günlerde daha iyi anlaşıldı. Devletlerin kamu sağlığını temin etmek üzere bireysel özgürlüklere kısmî sınırlar getirmesinin de bazı durumlarda kaçınılmaz olduğu da artık idrak edili-yor. Devletin kamu hayatından elini eteğini çekmesi gerektiğini savu- nanlar, gerçekçi olmayan bu düşünceden uzaklaşmak durumunda.

Ulusal kimlikleri “Avrupa” ortak kimliğinde eritmek ve ulus-devletlerin yetkilerini devretmesiyle ulus üstü bir yapı kurmak hedefiyle bütünleş-meye çalışan Avrupa Birliği de salgının ortaya çıkardığı gerçekler karşı-sında kendi varlığını sorgulamak zorunda kalacak. Zira Birlik, 500 mil-yonluk AB nüfusu için kayda değer bir adım atamazken Birlik’in örsele-mek istediği ulus-devletler salgınla mücadelenin başat aktörü olmuş du-rumda.

Elbette bu noktada, ulus-devletlerin otoritesinin ve hizmet kapasitesinin ne olduğu önem taşıyor. Kural koyma ve yaptırım gücü ile ilgili olan oto-ritenin yanı sıra, bu otorite marifetiyle sunulacak hizmetin planlanması, hayata geçirilmesi, kapsamı ve etkisi gibi değişkenlerin belirlediği kapa-site, ulus-devletlerin salgınla mücadeledeki başarı seviyesini belirliyor. Çin’in kısa sürede uyguladığı katı sınırlandırmalara halkın riayet etmesi otorite meselesiyken, salgın hastalarının tedavisi için on günde koca bir hastanenin kurulması, kapasite meselesi.

İtalya’da “sokağa çıkmayın” dendiğinde kimsenin bunu ciddiye almama- sı ve salgının bir anda ülkeyi sarması otorite eksikliğinin, İran’da devle-tin sağlık hizmeti sunmaktaki acziyeti de kapasite eksikliğinin bir sonucu. İki örnek de gösteriyor ki devletlerin otorite ve kapasiteye birlikte sahip olması, salgının durdurulması için elzem. Bu iki unsurun, küreselleşme ile dışarıdan değil, devlet-millet bütünleşmesi ile içeriden kaynaklana-cağı malûm.

Bu noktada Türkiye özelinde bakıldığında, akıl ve bilimden güç alarak otorite ve kapasite zaafı göstermeyen devletimizin sabır, tevekkül ve sağduyudan güç alan milletimizle birlikte bu salgını aşacağını öngörmek mümkün. Bu süreçte küreselleşmeden ulus-devlete, uluslararası örgüt-lerden devletler arası siyasî ilişkilere kadar birçok şeyin yeniden düşünü-lüp tartışılacağı kesin gibi görünüyor.