Diaspora ve lobi faaliyetleriyle tarihsel gerçekliğinden koparılan ve siyasallaştırılan soykırım yalanları, uluslararası camiada Türkiye’nin elini zayıflatmak için kirli bir propaganda aracı olarak kullanılıyor.

Bahadır Çoban / TÜRKGÜN

2002-2007 yılları arası Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Masası Başkanlığını yürüten Siyaset Bilimi Profesörü Hikmet Özdemir, Birinci Dünya Savaşı yıllarında düşman devletlerle iş birliği yapan Ermeni çetecilere karşı Osmanlı Devleti’nin son çare olarak başvurduğu tehcir kararıyla ilgili önemli bilgiler verdi.

Prof. Dr. Hikmet Özdemir, cihan harbi esnasında savunmasız kalan köylerde kadın, çocuk ve yaşlıları acımasızca katleden Ermeni çetelerinin sebep olduğu Türk ve Müslüman ölümlerinin 500 bin civarında olduğunu ifade ederek tehcir kararının savaş koşullarında bir mecburiyet içerisinde alındığını, hangi hükümet olsa aynı kararı almak durumunda kalacağını ifade etti.

KATLIAMCI ERMENİ ÇETELERİ

Bir kısım Osmanlı Ermenisi, Taşnak siyasetçilerin liderliğinde ki bunların isimleriyle biliyoruz, fotoğrafları da var elimizde, bunlar özellikle Van, Muş, Bitlis ve o bölgedeki diğer şehirlerden gönüllü olarak toplanıyorlar, birlik oluşturuyorlar. Bu birlikler başlangıçta tabur seviyesindeyken tugay seviyesine çıkıyor. Sayıları son zamanlara doğru 15 bine kadar çıkıyor. Bu gönüllü birlikler, Ermeni silahlı güçleri, bölgede inanılmaz katliamlar yapıyorlar.

 

Tehcir edilen Ermenilerin önemli bir bölümünün Mondros Mütarekesi’nden sonra geri döndüğünü söyleyen Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Ermenilerin geri döndükleri topraklarda yeniden silaha sarıldığını ifade etti.

1915 yılında Osmanlı Devleti’nin çıkardığı Sevk ve İskân Kanunu kendine özgü şartlar içerisinde bir mecburiyet miydi yoksa siyasi bir karar mıydı?

Kesinlikle siyasi bir karar değil, bu tamamen savaş koşullarında mecburiyet içerisinde son çare olarak çıkarılmıştır. Burada şuna dikkat edelim: Harp önce başlıyor. Özellikle Kafkas cephesinde Sarıkamış faciası da yaşanıyor, 26 Aralık 1914’ten ocağın ilk haftalarına kadar. Orada biliyorsunuz Rus ordularıyla karşı karşıya geldik. Orada aynı zamanda Rus kolordularının önünden giden Ermeni Gönüllü Birlikleri’yle de karşı karşıya geldik. Buna kimse dikkat etmiyor. Ne uluslararası alanda çalışma yapanlar ne de ulu orta konuşanlar bu konuya dikkat etmiyorlar.

Bir kısım Osmanlı Ermenisi, Taşnak siyasetçilerin liderliğinde ki bunların isimleriyle biliyoruz, fotoğrafları da var elimizde, bunlar özellikle Van, Muş, Bitlis ve o bölgedeki diğer şehirlerden gönüllü olarak toplanıyorlar, birlik oluşturuyorlar. Bu birlikler başlangıçta tabur seviyesindeyken tugay seviyesine çıkıyor. Sayıları başta 5 binden son zamanlara doğru 15 bine kadar çıkıyor. Bu gönüllü birlikler, Ermeni silahlı güçleri, bölgede inanılmaz katliamlar yapıyorlar. 30 bin kişiyi Şubat 1915’e kadar orada katlediyorlar.

Rus hükümeti de o bölgedeki Müslüman ahalinin silahlarını topluyor, insanlar silahsızlandırılıyor. Bu söylediğim sadece Kars ve Ardahan’la ilgili. Bu gönüllü birliklerin Rus kolordularına sağladığı önemli bir avantaj var. Araziyi çok iyi tanıyorlar, topografyayı biliyorlar, Erzurum’u biliyorlar, Erzurum’a giden yolları biliyorlar.

Muş’u, Bitlis’i, Van’ı, kısaca bölgeyi çok iyi biliyorlar. Van’a yönelik özel birlik gönderiliyor. Van’da Ermeni silahlı güçleri Aram Manukyan adlı, kendisine lider denilen bir kişiyle orada askeri bir yönetim kuruyor. Bu askeri yönetimin yayınladığı bildiriler dahi elimizde.

ORDUMUZU ARKADAN VURUYORLAR

Siz İstanbul’da hükümetsiniz, bu bölgede, 3’üncü Ordu’nun bölgesinde Sarıkamış faciası yaşanıyor ve o facia şubat ayına kadar devam ediyor. 3’üncü Ordu’dan merkeze sık sık telgraflar geliyor. “Bu Ermeni silahlı gruplar 3’üncü Ordu’nun lojistik yerlerine, yol güzergâhlarına ve telgraf hatlarına saldırıyorlar” şeklinde. Yani büyük bir tehdit oluşturdukları bildiriliyor. Mustafa Kemal Paşa’nın 1919’da, 1920’de bazı demeçleri var yabancı gazetelere, “Ordumuzu arkadan vurdular” diyor. “Eğer öyle olmasaydı, şimdi yerlerinde oturuyorlardı” diyor. Onun için tehcir ediliyorlar, güvenlik sebebiyle. Yalnız, bu olaya sadece bu açıdan bakarsak büyük bir yanlışlık yapmış oluruz. Olayın başka boyutları var. Savaş başlamadan önce Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Partisi olarak bilinen grupların Osmanlı parlamentosunda 13 mebusları var mesela.

Bu partiler aslında Türkiye’de kurulmuş partiler de değil. Zürih’te ya da Tiflis’te kuruluyorlar. O dönem Ermeni nüfusun en yoğun olduğu yer Tiflis. 200 bin Ermeni var, belediye başkanı da onlardan oluşuyor. İkinci büyük Ermeni yoğunluğunun olduğu yer, İstanbul. İstanbul ve çevresinde de 120 bin civarında Ermeni var. İşin ilginç yanı bu Taşnak milletvekilleri İttihat ve Terakki Partisi’yle seçim iş birliği yaparak onların listesinden meclise giriyor. Hınçaklar da Hürriyet ve İtilafçıların listesinden giriyor. Böyle de bir muhabbet söz konusu partiler arasında. Bunlar aynı zamanda silahlı bir isyan için de hazırlık yapıyorlar, hedefleri de bölgede bir Ermeni devleti kurmak.

HASIM DEVLETLE İŞ BİRLİĞİ

1915 Nisan ayında Kafkasya cephesiyle, Çanakkale cephesinde yaşananları karşılaştırdığımızda ortaya çok dikkat edilmesi gereken bir sonuç çıkıyor. Çanakkale’de 25 Nisan’da kara harekâtı yapıyor İngilizler, aynı tarihlerde Kafkas cephesinden çok korkunç haberler geliyor, Van’da katliam yapıldığına dair. Daha sonra Zeve’de yapılıyor katliamlar. Van şehrinde isyancılar bütün şehri kontrol altına almışlar, Vali Cevdet Bey, Jandarma komutanı ve diğer mülki görevliler şehirden ayrılmak zorunda kalmışlar. Rus kolordularının önündeki bu Ermeni birlikler zaten bölge halkının içinden oldukları için, burada uluslararası hukuktaki tanıma göre bir isyan söz konusu. Silahlı bir isyan ve hasım devletle iş birliği söz konusu.

İŞİN İÇERİSİNDE RUSYA ABD, FRANSA VAR

Bunları giydiren, ellerine silah veren sadece Çarlık Rusya’sı da değil, işin içerisinde ABD de var, Fransa da var. Çünkü bir kısım Ermeni gençler de oralardan gönüllü olarak gelip silahlı faaliyetlere katılıyorlar. Boğaz’ın Karadeniz tarafında Rus donanması bombardıman yapıyor Boğaz’ın Karadeniz girişine. Çanakkale tarafında da ağırlıklı olarak Fransız ve İngiliz donanması bombardıman yapıyor. Hükümet 3’üncü Ordu’dan gelen, “sivil ahalinin bölgeden boşaltılması” talebine ayak sürüyor. Fakat en sonunda çaresiz kalıyorlar. Bu tamamen güvenlikle ilgili bir karardır, hangi hükümet olsaydı bu kararı almak zorundaydı.

Ermeni isyancıların sebep olduğu Türk ve Müslüman ölümlerine dair bir sayı var mı?

O zaman bizim yaptığımız çalışmalara göre, Devlet Arşivleri Genel Müdürümüzle, Profesör Yusuf Sarınay dostumuzla da bu konuları baya düşündük, değerlendirdik. Onun araştırmaları vardı. Köylerde katledilen insanlarımızın isimleri bile belli. 500 bin civarında olduğu biliniyor. Tabii ben o köylerde katledilen insanlarımızın tek tek istatistiklerini çıkarmadım. Tabii o dönem Müslüman ahalinin eli silah tutanları cepheye gidiyor. Köylerde, şehirlerde kalanlar kimler? Ağırlıklı olarak kadınlar, yaşlılar ve çocuklar. Kendilerini savunacak durumda olmayan bu insanlarımızı katlediyorlar. Bu olaylar bizim ordudaki firarları bile etkiliyor. Çünkü kendi köyünü, ailesini kurtarmak için gidiyor insanlar. Siz harpteyseniz cephe gerisinin güvenliğini sağlamak zorundasınız.

ASKERİMİZ CEPHEYE 2-5 AY YÜRÜYEREK GİDİYOR

3’üncü Ordu aslında Balkanlar’daki ordumuzdur. Birinci Dünya Savaşı başlarken en güvenli yol olan Karadeniz yoluyla İstanbul’dan 12 günde Trabzon’a gönderiyoruz gemilerle.

İran’a kadar giden tarihi bir yoldan, Zigana Dağı’ndan Erzurum’a varıyor, oradan cepheye intikal ediyorlar. Harbin başlamasıyla beraber Rus donanması Karadeniz yolunu ve periyodik olarak bütün o limanları, kıyıdaki şehirlerimizi bombalıyor.

Rus bombardımanını biz hep ihmal ediyoruz. İşte bu deniz bombardımanı ve deniz ablukasının sonucu olarak olası bir Rus çıkarması tehlikesine karşı Karadeniz kıyıları ve şehirlerindeki Ermeni ve Rum ahali sevk ve iskân uygulamasına tabi tutuluyor. Aynı tehlike ve uygulama Milli Mücadele döneminde de ortaya çıkıyor ve gerekli önlem tereddütsüz alınıyor. Karadeniz yolunun bombardımana uğramasından dolayı askerlerimizi önce İstanbul’dan Pozantı’ya demir yoluyla, sonra oradan Kafkas cephesine, Erzurum’a 2 buçuk aylık bir yürüyüşle göndermek zorunda kalıyoruz.

Çünkü o güzergâhta demir yolumuz yok. Lojistik açıdan ordumuzu destekleyememe durumumuz bizim bölgedeki etkinliğimizi çökertiyor. Sonuç olarak 3’üncü Ordu’nun Kafkas cephesindeki, Sarıkamış’taki ağır yenilgisi sadece zamanlama ve iklim gibi etkenlerden kaynaklanmıyor. İşin bir de güvenlik sebebiyle deniz yolunun kullanılamaması meselesi var.

Tehcir esnasında ne kadar sayıda Osmanlı Ermenisi hayatını kaybediyor?

Ben bu konuda kısmet olursa önümüzdeki yıl önemli bir nüfus çalışması yayınlayacağım, “İki Harp Arasında Ermeni Nüfusu” başlığı altında yayınlamayı düşünüyorum.

Nedeni şu. Şimdi burada Ermeni kayıplarını belirleyebilmek için sadece 1915’i esas almamak gerekiyor. 1915’te söz konusu olan şey, belli bir bölgede bir hasım devletin desteği doğrultusunda bir takım kayıpların yaşanması. Sivil halktan da bu zorunlu göç kararının uygulanması esnasında kayıplar oluyor. Bu kayıpların tamamı silahla gerçekleşmiş değil.

Doğu Anadolu için söylüyorum, çok önemli bir kısmı salgın hastalıklardan gerçekleşmiş durumda. Ayrıca bölgedeki bu Ermeni nüfusun bir hareketliliği söz konusu. Kafkasya cephesi için söylüyorum özellikle, çünkü İstanbul’daki Ermeni nüfusu yerinde duruyor.

720 BİN MÜSLÜMAN GÖÇ ETTİ

Kayıplar meselesinde şuna dikkat etmemiz gerekiyor. Bizim bu taraftan Ermeni ahalinin bir kısmı İran ve Kafkasya’ya doğru, yani Çarlık bölgesindeki Rus ordularının hâkimiyetindeki yere kaçıyorlar.

Bir doğal göç oluyor. Rusların kontrolündeki bölgede yaşayan Müslüman ahali de bizim hâkimiyetimizdeki topraklara göç ediyor.

720 bin kişidir onların mevcudu da. Bunlar, savaş sırasında büyük hareketler.

1919’dan sonra özellikle bu Ermeni silahlı faaliyetleri yeniden başlıyor. Sina-Filistin cephesinde Kudüs’ü işgal eden General Allenby Halep'e geldiği zaman orada bir emir yayınlıyor.

SALGIN HASTALIKLAR CAN ALDI

Araya salgın hastalıklar da giriyor. Tifüs ve bir de özellikle Ermenistan bölgesinde, Kafkasya’daki kırsal alandaki Ermenilerin 3’te 1’inin grip salgınında öldüğüne dair raporlar var. 1. Dünya Savaşı yıllarında bizim de 440 bin askerimiz salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetti. 1917 yılında hazırlanan bir gizli raporda Elazığ’da, Erzurum’da, Bingöl’de 1915 kışında 300 bin kişinin tifüs salgınından hayatını kaybettiği ifade ediliyor.

 

ERMENİLERİN BİRÇOĞU GERİ DÖNDÜ

Suriye'ye tehcirle yerleştirilenler için diyor ki “Herkes yerlerine dönecektir.” Benim Cenevre’de Milletler Cemiyeti arşivinde yaptığım çalışmalara göre yaklaşık 300 bin kişi var. Bu 300 bin kişi geri dönüyor Çukurova'ya. Çünkü artık Mondros Ateşkesi yapılmış, bu ateşkeste Ermeni, Rum ve bölgedeki ahaliyle ilgili açıkça birtakım hükümler var. Bir de madde var. Diyor ki “Eğer bu gayrimüslim ahalinin asayiş açısından bir sıkıntısı olursa onların yaşadığı bölgeleri de işgal etme hakkı saklıdır” diyor. Bu çok önemli bir madde.

Bu maddeye göre Ermeniler akın akın eski yerlerine dönüyorlar. En çok ellerinde tutmak istedikleri vilayetler Sivas, Kayseri, Adana, Kozan. Döndükleri yerlerde yeniden silahlı bir mücadeleye başlıyorlar. Maraş’ta, Adana'da, Mersin'de, Urfa'da, bölgedeki Müslüman Türk ahalinin Ermeni silahlı gruplarla mücadelesi söz konusu oluyor. Tabii onların başında Fransız subaylar da var. Fransız işgalinde oluyor bu işler. Şunu kesinlikle söyleyebilirim.

Ermenistan Cumhuriyeti kurulduğu zaman bunun nüfusunun yaklaşık 3’te 2’si Osmanlı Ermenisi’dir. Ermeni Cumhuriyeti kurulduktan sonra Kazım Karabekir Paşa onlarla savaştı. Ermenilerin orada da kayıpları var. Ermeni kayıpları var ama bu kayıpların hangi tarihte olduğunu, hangi olaylarla olduğunu çıkarmamız lazım. Ve ne kadarı göç etti daha sonra Avrupa’ya? Katolikler Marsilya’ya, Fransa'ya gidiyor, Amerika'ya gidenler de var. Arjantin’e gidiyor, Uruguay’a gidiyor. Yani kayıplar konusunda hepsi 1915'ten değildir, bunu iddia ediyorum.

SALGIN HASTALIKLAR

Araya salgın hastalıklar da giriyor. Tifüs ve bir de özellikle Ermenistan bölgesinde, Kafkasya’daki kırsal alandaki Ermenilerin 3’te 1’inin grip salgınında öldüğüne dair raporlar var. Ben bu raporları yayınladım “Salgın Hastalıklardan Ölümler” kitabımda.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında bizim de 440 bin askerimiz salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetti. Londra'daki tıp otoriteleri 1917 yılında hazırlanan bir gizli raporda Elazığ’da, Erzurum’da, Bingöl’de vesaire, sadece 1915 kışında 300 bin kişinin tifüs salgınından hayatını kaybettiğini ifade ediyor.

MÜSLÜMAN AHALİNİN KAYIPLARI ÇOK DAHA FAZLA

Tabii ki “Yuvarlak bir rakam söyleyin” denebilir. İnsanların bunu merak etmeye de hakları vardır. Zaten bütün Osmanlı İmparatorluğu’nda 1 milyon 300 bin Ermeni var. Ölen Ermeni sayısını veya kayıp sayısını bunun üstünde bir rakamla söylemek bir kere çok aptalca bir oyun. Tehcir edilen Ermeni sayısı askeri kayıtlara göre 600 bin, Sayın Murat Bardakçı’nın yayınladığı bir çalışma vardı, orada da 900 bin sayısı ifade ediliyor.

Bunun hepsinin tehcir edildiğini söylerseniz o zaman geriye 1 milyon 300 binden 400 bin kişi tehcir edilmedi olarak ortaya çıkıyor. Peki, Kafkasya’ya göç edenler var, onları nereye koyacağız? Buna karşı bölgede Müslüman ahalinin kayıpları çok daha fazla. 

  • YARIN ERMENİ TEZLERİNİN HEDEFLERİ, ABD VE AVRUPA NEDEN SOYKIRIM YALANININ ARKASINDA DURUYOR?