Kovid-19 hızlı bir şekilde yayılmaya devam ediyor. Artık bu salgından etkilenmeyen ülke kalmadı diyebiliriz. Irk, renk, din, cinsiyet, yaş ayrımı yapmadan herkese aynı şiddetle tesir eden bu virüs, şu an için en önemli ve öncelikli küresel tehdit hâlini almış durumda. Gazetelerin ve ajansların “dünya” sayfalarına baktığınızda alışılagelen ülkeler arası anlaşmazlıklar, çatışma ve terör haberleri değil de bir ülkenin diğerine salgınla mücadelede nasıl yardım edeceğine dair haberler karşınıza çıkıyor.

Virüs öylesine etkili ki, salgının durdurulması ve halk sağlığının korunması her türlü siyasî meselenin önüne geçti. Yunanistan sınırında ya da İdlib’de yaşanan trajedi bile gündemden düştü. Sınırların kapatıldığı, uluslararası siyasî ilişkilerin durma noktasına geldiği bu günlerde aslında buna şaşmamak gerek.

Şimdilerde her ülke kendi iç gelişmelerine odaklanmak zorunluluğunu hissediyor. Dış politika ve diğer ülke/bölgelerde yaşananlar ikincil plana itilmiş durumda. Tüm ülkeler aynı sorunla karşı karşıya olduğundan hepsi ortak bir amaç için aynı yönde çaba sarf ediyor. Birinde yaşanacak olumsuz bir gelişme diğerlerini kaygılandırırken, salgına çare bulunması gibi olumlu bir gelişme tüm ülkeler için müjdeli bir haber olacak. Örneğin, İran’da yaşanan ölüm haberleri dünyanın bir başka köşesinde, hatta onunla mücadelede sınır tanımayan ABD’de bile üzücü bir gelişme olarak görülmeye başlandı. Belki de şimdiye dek hiçbir ölüm haberi tüm dünyayı birden üzmemiş, tüm ülkeler bu kadar ortak acı ve endişe duymamıştı.

Oysa Kovid-19 salgını dünyanın karşı karşıya kaldığı ilk küresel sorun değil. “Küresel terör” söylemi uzun yıllardır var. Özellikle 11 Eylül sonrasında terörün bir insanlık suçu olduğu ve küresel seviyede eş güdüm ve uluslararası iş birliği gerektirdiği en sık dile getirilen hususlardan biriydi. Teröre karşı tüm insanlığın birlikte hareket etmesinin kaçınılmaz olduğu hemen her gün her platformda söyleniyordu. Ancak, insanlık terör karşısında da, ırkçılık, İslamofobi ve ayrımcılık gibi küresel sorunlar karşısında olduğu gibi, tek vücut olamamış, ortak bir hedefte birleşememişti.

Terör konusunda, bir ülke için terörist olana başka bir ülke sahip çıkıp destek oluyordu. Mesela; terör Suriye’de can alırken, Türkiye terörle mücadele için sahana indiğinde başka bir ülkeden “senin terörist dediğin grup, benim dostum/müttefikim” şeklinde bir aykırı ses duyuluyordu. Hemen herkes terörün küresel bir sorun olduğunu ikrar ediyor ancak iş icraata gelince “senin teröristin-benim teröristim” ayrımı yüzünden eş güdüm, iş birliği ve ortak mücadele imkânsız hâle geliyordu.

Kovid-19 salgınının bırakacağı derin izler vesilesiyle artık “küresel sorun” dendiğinde ne kast edildiği daha iyi anlaşılacak. Zira bu virüs için “senin virüsün, benim virüsüm” ayrımını yapmak mümkün değil. Herkes virüs karşısında aynı derecede risk altında. Her ülke, her millet virüsle aynı şekilde mücadele etmek zorunda. Hiç kimse bu küresel sorunu tek başına aşabilecek durumda değil. Artık her insan bir diğerinin yardımına ve iyi niyetine muhtaç.

Uluslararası iş birliğinin önemi ve insanlık adına sağlayacağı faydalar, bu musibet sayesinde daha iyi idrak edilecek. Muhtemeldir ki salgın sonrasında ortaya çıkan yeni şartlar, uluslararası/devletlerarası ilişkiler anlayışında bir değişimi kaçınılmaz kılacak. Kim bilir, belki de salgın gelip geçici bir hastalık olmaktan çıkıp daha büyük etkileriyle insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olacak.