Veysel, “Güzelliğin on para etmez şu bendeki aşk olmasa” demişti…

Sadık yârimiz toprağı “vatan” kılan, kadını “sevgili” eyleyen, kumaşı ay ve yıldızla “bayrak” yapan aşktır…

Tanrı’nın herkese nasip etmediği ilahî hikmet…

Türk’ün İslâma çılgınca tutunuşu da “sevgi ve kardeşlik aşısı” yüzündendir.

Bu yüzden bu asil milletin evlatları 4 varlığa âşıktır:

Ana-baba, vatan, bayrak, yâr…

Bu kutsal aşklar, “peygamber, ecdat, millet, insanlık muhabbeti”ni ateşler…

Bunların aşkına gelir, bunların aşkına düşer, ne edeceğimizi bilemez oluruz…

Mantığı, münasibi, eğrisi doğrusu yoktur… Gözü öylesine kara!

Türkü, ağıt, destan yakılır; “lambadaki alev üşür” uğruna…

Aşk, sevi, sevda ve hatta kara sevda, ne derseniz adına…

İnsanları, toplumları ayakta tutandır…

Sevinç, hüzün, keder, heyecan, çılgınlık, fedakârlık, sadakat, benliğinden vazgeçme, adanmışlık, tutku, gözünü budaktan sakınmama, cesaret…

Hepsini sinesinde barındırır aşk…

“Mecnun” dediğin Türk’ün “çılgın” ve “deli” dediği yiğittir…

“Yâr” dediğin de gözüne kaşına, toprağına taşına, kurduna kuşuna, şefkatine, merhametine, sıcacık kucağına ve yüreğine hasret olunandır…

“Sevgi” müthiş bir ilaç, muhteşem bir panzehir acıya, sızıya, kötülüğe…

*

“Sevgi”nin beslediği yuvalar, mutlu insanlar üretir…

Paylaşan, dayanışan, omuz veren, elini taşın altına sokan, merhamet ve şefkati bilen fertler, mutlu ve huzurlu toplumu oluşturur…

Türk milletinin mayası bundan mülhemdir…

İçimizde yeşertmeye çalışılan ayrık otları, nefret ve kin tohumları bizden değildir!

Anadolu’da “tarih içinde zulalanmış sevgisizlik atıkları”dır bunlar…

Asırlar, sevginin nefreti yendiğine hep şahittir!

*

Tam da sırası…

Yunus’un “Sevelim, sevilelim; dünya kimseye kalmaz” dediği vakit…

Tanrı’nın insanlığı bir mikroskobik varlıkla sınadığı, ders verdiği vakit…

Malın mülkün, paranın pulun salgına diş geçiremediği vakit…

Yuvalarımıza hapsolduğumuz; anadan, yârdan, cakalı otomobilden, kabarık cüzdandan, uçarı keyif mekânlarından men edildiğimiz vakit…

Bir bez maskeden medet umduğumuz vakit…

“Ama”ların. “hayır”ların, “keşke”lerin faydası yok, öyle bir vakit…

Yüreklerinizi bir yoklayın…

Aşktan, sevgiden haberi var mı?

Hasretten, hasret çekmekten, hatta hasret gitmekten ürküyor mu kalbiniz?

Dost meclisinde bir ince belli bardaktan içilen çayın keyfi, duygulandırıyor mu sizi?

Aç gönüllere dokunun…

Sevgiyi, aşkı tadın yeniden, paylaşın, “seni seviyorum” deyin…

Çok zor değil…

Aha cep telefonunuz yanınızda…

Bırakın sosyal medyanın karanlık dehlizlerindeki tuzakları, İblisleri…

Arayın anayı, sevgiliyi, yâri, eşi dostu, kardeşi, arkadaşı…

Yumak olmak, sevgiyle yeniden kaleler örmek zorundayız kendimize…

Türk’ün mayasında bu var, bu toprağın moleküllerinde sevda var…

Doktorum, hemşirem, işçim, öğretmenim, çiftçim, sütçüm, fırıncım, ustam, mühendisim, bakkalım, berberim, pazarcım, polisim, askerim, hâkimim, gardiyanım, bekçim, çocuklarım, torunlarım…

Sevgisiz kaldık, nefessiz kaldık, aşksız, yârsiz, yarensiz kaldık, tükeniyoruz…

*

Yolun ayrık otlarını, sökün çakırdikenlerini yüreğinizden…

Dağdaki kardelen, bahçedeki gül, saksıdaki hüsnüyusuf, daldaki leylak, buketteki karanfil biziz…

Ne demişti Yunus:

“Maharet güzeli görebilmektir… Sevmenin sırrına erebilmektir… Cihan âlem bilsin ki en büyük ibadet sevebilmektir!”

Sevgiyi çekin içinize nefes nefes…

Doldurun ciğerlerinize…

Sarılın sevdiğinize, birbirinize, “seni seviyorum” diye haykırın…

Sevgiyle, birlik içinde, dirlik içinde, başaracağız!